Gece sessizdi. Koltuğunda, bornozuyla oturan genç kızın yüzünden yaşlar süzülürken, odanın ışığını yakmamıştı, yalnızca sokağın, pencerelerden sızan ışıkları odaya loşluk katıyordu. Bordo renkli küçük defter ellerinde, yazılı olan son sayfada parmakları gezinirken, önleyemediği yaşlar defterin yapraklarına da düşüyordu. Hıçkırıklı, üzgün bir ağlama değildi bu; kalbinizin ta içinde bir yere biri dokunduğunda gerçekleşen türden, ince, sessiz, mutlu bir ağlamaydı. Yani, neredeyse mutlu.
Hermione kahverengi gözlerinden istemsizce dökülen yaşlar görüşünü bulanıklaştırmış olsa da, parmaklarının altındaki son satırları belki bininci defa tekrar okudu.
Ona, siyah ve beyazın tezat yüklü dengesini ilk anlattığım gün, bana siyahı yakıştırmıştı, ne derece isabetli bir yorumda bulunduğunu fark etmeden. Hikayenin beyaz tarafını oluşturduğunu ve bu zıtlığın nasıl ölümcül olduğunu bilse, yine bu denli cazip gelir miydi bu benzetmem acaba ona? Muhtemelen gelirdi; çünkü o öyleydi, kendisi için neyin kötü olduğunu göremeyecek kadar genç ve tutkulu, bir zamanlar benim olduğum gibi... Ateşin etrafında dönen pervaneler gibi, yanacağını bilse de gözü kapalı sevebilirdi beni; bunu bilmek, bunu görmezden gelmek kadar acı vericiydi.
Siyah karanlıktı çünkü, beyaza birazcık yaklaşsa bile onu kirletebilecek kadar karanlık ve hiç kimse, o bile karanlığı sevemezdi, biliyordum. Siyahsa beyazdan korkardı hep, çünkü bir damla beyaz bile siyahın o özenli lekesiz karanlığını bozmaya yeterdi, onu grileştirmeye ve bir daha eskisi gibi olamamasına.
Siyah korkaktı, güvenli karanlığını riske edemeyecek kadar korkak. Ve cesur olup karanlığını riske etse bile, beyazın dokunuşunu hak ettiğinden nasıl emin olabilirdi?
Hermione defteri usulca kapadı. Snape'in, Siyah ve Beyaz'a yazdığı son satırlar bunlardı, her biri genç kızın içine işleyen satırların sonuncuları.
Siyah ve Beyaz. Romanda karakterlerin adı yoktu, baştan sona; anlatan adam kendisinden Siyah diye bahsediyordu hep ve hayatına girip karanlığını delmeye çalışan kızdan da, Beyaz. Ve ayrıntılar ne kadar değiştirilmiş olursa olsun, hikayenin kimleri anlattığını bilmek, her şeyi bir de onun açısından okumak... Hermione şimdi onun neden bunu yayınlatmak istemediğini anlıyordu ve neden, sonunu yazamadığını. Yayınlatamazdı, çünkü Snape yalnızca kendisine bu kadar dürüst olabilirdi, başka kimseye değil ve sonunu yazamıyordu, çünkü bitmemiş bir hikayenin sonunu yazamazdınız.
Şimdi, gece yükselir ve Hermione ışıkları açmaya münasebetsiz bir çekince duyarken, her şey zihninde netleşiyordu ve genç kız şaşırıyordu; nasıl olup da hiçbir şey göremediğine, ne çok şeyi gözden kaçırdığına. Okudukça, Snape'i tanıdığını sandığının yarısı kadar bile tanımadığını hissetmişti ve belki de hiç, yeterince tanıyamayacağını. Ama onun kendisine, sandığından daha fazla değer verdiğini, kendisinin onun hayatında sandığından daha fazla etki yarattığını anlamıştı, inanması ne denli güç olsa da.
Bordo renkli defteri göğsüne bastırıp sararken, bencil bir mutlulukla başı dönüyordu. Okuduğu her bir satırın, bazıları onu incitse bile, ilham sebebi olduğunu bilmek... Hermione mutluluktan ağlanabileceğine hiçbir zaman inanmamıştı ama şimdi anlıyordu; mutluluk coşku dolu bir sevinçle değil de, yüreğinize değen usul, derin bir dokunuşla ve şefkatle birlikte geldiğinde, gözyaşlarınızı harekete geçirebiliyordu.
Deftere sarılır ve yapraklara sinmiş o tanıdık kokuyu içine çekerken, kokunun asıl sahibine de böyle sımsıkı sarılmayı ve hiç bırakmamayı diledi. Sarılmayı ve ona hep onunla olacağını söylemeyi. Sarılmayı ve onu sevmesine izin vermesi için yalvarmayı. Sarılmayı ve eğer onu kabul ederse, dünyanın en mutlu kızı olacağını söylemeyi. Sarılmayı ve yıkmayı, güvensizliğini gizleyen bir soğuklukla kurduğu bütün duvarları...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kütüphane
FanfictionHermione Granger, bir gün gittiği kütüphanede, hayranı olduğu ünlü yazarla karşılaşır. Not: Bu hikaye, 2013 yılında yazılmış olup daha önce başka sitelerde de yayımlanmıştır. Bu hikayeyi başka isimlerle yayınlayanlara lütfen itibar etmeyiniz.