"Beyaz..."diye gözlemledi Hermione düşünceli bir şekilde. "İlginç, siyahı seviyorsunuz, ama evinizin salonu beyaz ağırlıklı. Neden? Siyahın tam zıttı olduğu için mi, size karşıtlıklarınızı hatırlatsın diye; yoksa siyahla en iyi uyum sağlayan renk olduğu için mi, sizi dengelesin diye?"
Saatler öğlen 12'yi gösterirken, Hermione birkaç gün önce baygınken geldiği daireyi bu kez bilinci yerinde olarak bulmayı başarmış ve her zamanki gibi suratsız bir Severus Snape tarafından içeri alınmış, bir önceki gelişinde tam inceleyemediği salonu gözlemliyordu. Mobilyalar siyah detaylı beyaz ağırlıklıydı, sehpa, deri kenarlıklı oturma grubu, pencerenin önüne yerleştirilmiş yemek masası, duvar kâğıdı... Genç kız sorusuna cevap almak üzere, arkasından kapıyı kapatıp yanına gelmiş olan adama baktı, Snape hoşnutsuz görünüyordu. Hermione istemsizce onu süzerken -siyah pantolonun üzerine kurşun rengi bir gömlek giymişti bu kez, tişörtle değildi- fazlasıyla karizmatik olduğunu düşündü, gerçi adam pek umursuyormuş gibi değildi.
"Haddinizi aşmayın, Bayan Granger."dedi ekşi bir sesle.
"Buraya sohbet etmek için geldim ama."dedi Hermione tatlılıkla, hırkasını çıkarırken. Evin içini süzmeye devam ederken yavaş adımlarla ortaya doğru yürüdü. "Eee, cevap vermeyecek misiniz? Neden siyaha rağmen beyaz?"
Severus Snape'den ses çıkmadı, Hermione, duvarın birini boydan boya kaplamış olan kitaplığı seyrederken onun da kendisini izlediğini biliyordu.
"Peki."dedi iç çekerek. Dönüp hâlâ ondan birkaç metre uzakta duran adama baktı. "O zaman şöyle sorayım... Neden siyah? Neden en sevdiğiniz renk siyah?"
"Bunun cevabı öbürünün cevabını da verir."dedi Snape, yüzünde kayıtsız bir ifadeyle. Genç kıza doğru yavaş adımlarla yürümeye başladı. "Siyah, renksiz olarak görülür ama içinde tüm renkleri barındırır."
"Beyaz hariç."dedi Hermione, anlayarak. Şimdi onun yarım metre yakınına gelmiş olan Snape başını hafifçe eğerek onayladı.
"Beyaz hariç. Neden peki?"
"Çünkü-beyaz renk değildir?"diye cevapladı Hermione, emin olamayarak. Snape tekrar onaylarken bu kez dudağının kenarında küçük bir gülümseme vardı.
"Doğru. Tüm renkler," Hermione'nin karşısından ayrılıp ağır adımlarla salonda dolaşmaya başladı. "Güneş ışınlarından hangisini yansıttıklarına göre oluşur. Eğer bir cisim, güneş ışığındaki mavi rengi yansıtıyorsa rengi mavi olur, yeşili yansıtıyorsa yeşil. Doğada üç ana, üç de ara renk olmak üzere toplam altı temel renk vardır, Bayan Granger. Yalnızca altı." Vitrinin önünde durdu ve dönüp, yerinden kımıldamadan büyülenmişçesine onu izleyen genç kıza baktı. "Sayabilir misiniz?"
"E-evet."dedi Hermione yutkunarak. "Kırmızı, mavi, sarı, yeşil, turuncu ve mor."
"Doğru." Snape, sakince dolaptan aldığı bir içkiyi kadehine boşaltırken tekrar önüne dönmüş, yanıtladı. "Bunlar gökkuşağının renkleridir. Ve fark ettiyseniz eğer, içlerinde siyah ya da beyaz yok. Çünkü siyah, aslında doğal bir renk değildir. Eğer var olan bütün renkleri karıştırırsanız, siyah rengi elde edersiniz."
"Peki ya beyaz?"diye sordu Hermione, konunun çekiciliğine kapılarak.
"Beyaz,"dedi Snape, elinde kadehi tekrar onun yanına yaklaşırken. "Siyahın aksine, beyaz doğaldır, ancak yine de bir renk değildir. Işığın tüm renkleri birleştiğinde, beyaz olur."
Hermione bunu kavramaya çalışarak düşünürken, Snape ona biraz süre verdi, kara gözleri genç kızın üzerindeydi.
"Yani..."dedi Hermione ağır ağır. "Aslında-ikisi de aynı mı?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kütüphane
FanfictionHermione Granger, bir gün gittiği kütüphanede, hayranı olduğu ünlü yazarla karşılaşır. Not: Bu hikaye, 2013 yılında yazılmış olup daha önce başka sitelerde de yayımlanmıştır. Bu hikayeyi başka isimlerle yayınlayanlara lütfen itibar etmeyiniz.