Kayboluş

1.5K 92 11
                                    


Annemi kaybedeli tam on sene olmuştu. Bugün onuncu senesiydi ve babam olacak o adam hatırlamadı bile. Benim aklımdan çıkmayan o saniyeler onun aklına gelmiyordu. Beni okula götürürken aniden çantasını çalmaya çalışan adamlara karşı geleceğim diye yolda sürüklenmesi. Ah be kadın neden bırakmıyorsun çantayı. Bıraksana diye düşünürken içinde yeni aldığı maaşı olduğunu hatırladım. O maaşı babama götürmezse neler olacağını çocuk gözümle az çok görebiliyordum. O babamdan dayak yememek için ölmeyi tercih etmişti.

Parkta oturmama devam ederken annemin anlattığı bir masal vardı. Hep aklıma gelir böyle üzgün zamanlarda.

"Bir varmış bir yokmuş evvel zaman içinde bir kız varmış. Upuzun kahverengi saçlarıyla sokaklarda dolaşır herkes ona imrenirmiş. Babası çok zenginmiş ve o evin tek kızıymış. Herkes onun geleceğinin çok parlak olduğunu söylermiş. Bu kız bir gün hiç aşık olmaması gereken birisine aşık olmuş. Kader o ki babası da onu öyle çulsuz bir adama vermemiş. Demişki kızına 'Sen benim tek prensesimsin. Seni öyle bir adama vermek istemiyorum.' Kızcağız başlamış ağlamaya. Oturmuş bir parka düşünmüş. Öyle aşıkmış o dallamaya -burada gülümserdim- onun adı gözünün önünden gitmez nefesi sıkışır olmuş. Evde bulduğu paraları alıp bir kaç parça kıyafetle kaçmış evden. Babası kızının kaçtığını öğrendiğinde hiç tepki vermemiş. Sadece bir mektup yazmış. Kızı ise kaçtığı ilk gün pişman olmuş. Adam tüm parayı alıp gitmiş. Kalmış oracıkta kızcağız. Sabretmeyi öğrenmiş ama. Sabrederek beklemiş. Adam her gün geliyor kızı dövüp gidiyormuş. Bir gün kız hamile kalmış. Sarışın bir erkek bebek dünyaya getirmiş. Belki kocası düzelir sanmış erkek bebekten sonra ama olmamış. Lohusalığı bitmeden kadını çalışmaya yollamış. O hanım kız tarlalarda bebeğiyle çalışmış. Ağzını açıp tek bir söz etmemiş. Sabretmiş, sabretmiş. Sonra tekrar hamile kalmış. Evde yiyecek ekmeği yokken bir bebeğe daha nasıl bakarım derken o dokuz ay dolmuştu. Dedesine benzeyen bir kız evlat doğurmuş. Simsiyah saçları varmış bebeğin ama o kadar beyaz teni varmış. Bir gören bir daha bakıyormuş..."

Bundan sonrasını pek hatırlayamıyordum. Sadece sabretmek kelimesini aklıma düşüyordu. O baba bozuntusuna sabretmek istemiyordum. Küçükken tamam geçecek diyordum ama geçmiyormuş. Hiç bir şeyin geçtiği yok! Reşit olmama günler kalmış içime güzel hisler dolmuştu. Her evden kaçışımda polis beni eve geri getiriyor ve onunda üzerine güzel bir dayak yiyordum. Ve polis amcalar verdiği sözleri tutmuyorlardı. 'Bu sefer dövmeyecek biz onunla konuştuk. Bu sefer seni okula gönderecek.' Bunların hiç biri olmuyordu. Neyse ki okulumuz devlet okulu olduğundan devamsızlık sorun olmuyordu. Öğretmenlerim ne halde olduğumu görüyorlar ve beni affediyorlardı. Derslere girenlerle aynı notları alıyordum. Babam evde yokken arkadaşlarımın kapı önlerine gidip onların defterlerinden çalışırdım. Lise bitmişti. Dün mezun olmuş ve arkadaşlarımın o mezuniyet kutlaması dedikleri şeye gidememiştim. Sokağın başındaki pastahanede çalışıyordum zaten. Bahanem hazırdı yani. Eve para götürebilmem için yıllardır orada mutfakta çalışırdım. Yer süpürür, bulaşık yıkar ustalara yardım ederdim. Babam maaş günü kapıda beklerdi. Halimi gören pastahane sahibi Nilüfer teyze ona az para verir bir kısmını dükkanda benim için yaptığı kutuya koyardı.

"Ne yapıyorsun kız sen burada!"

Kafamı kaldırmam ile babam ve yamağı Halit'i görmüştüm. Sinirli gözlerle bana ilerliyorken kendimi bankın ucunda buldum biraz daha geri çekilirsem düşecektim. Diye düşünürken kendimi yerde buldum. Ve sırtımdada o keskin acıyı. Tekmeyle bana vuruyor bağırmamı istiyordu. İnat edip bağırmadıkça daha çok vuruyordu.

"Seni işe gönderiyoruz sen parklarda sürtüyorsun!"

"Git çalış para kazan ki aç kalmayalım."

Kendisi bir gün çalışmadan yıllarca doymuş bir insandı. Bana bunları söylemesi sadece sinirimi bozuyordu. Yerde kollarımı bacaklarıma sarıp bu acının bitmesini bekledim. Acı çok fazlaydı ve bitmek bilmiyordu. Daha çok. Daha çok. Dişlerimi birbirine bastırıp inlemeye başladım. Rüzgar esmesiyle derin bir nefes aldım batan kemiklerimi umursamadan.

***

Günlerdir uğraştığım proje sevgili ağabeyimin yüzünden onaylanmadı! Taner ağabeyime küfür etmek istemiyordum ama verdiğim bunca emeği yok sayarak beni küçük düşürmesi bu işin sonunun kötü olacağını göstermişti. Yatağımda uzanmış duvarı izleyerek işleri nasıl düzelteceğimi düşünüyordum. Tabii ki çare dedemde idi fakat bu kadar basit bir iş için dedemi rahatsız edemezdim. Derince bir nefes alarak yerimden kalktım. Daralan nefesimle kendimi hafif rüzgarlı Muğla sokaklarına attım. Şoförüm koruma görevini de gördüğünden peşime takılmak istemiş ancak onu elimle itip geride kalmasını istemiştim. Hafif koşar adımlarla parka doğru ilerledim. Koşmak istemesem de Kulağımda ki müziğin ritmi resmen koş Bahadır diyordu. Adımlarımı hızlandırdım.

Küçük bir çığlık gelmişti. Kulaklık kulağımda olmasına rağmen bu çığlığı duymuştum. Kafamı etrafa çevirip kısa bir göz gezdirdim. Köşede yaşlı teyzelerin bakıp vah vah yaptıklarını gördüm. Yine insanlıktan nasibini almayanlar bir hayvanla oynuyor diye düşünerek o köşeye gittim. Yerdeki bir hayvan değildi. Benim kız kardeşim yaşında bir kız ve başında iki tane adam onu tekmeliyordu. Gözlerimin içinden çıkan siniri etraftakiler görmeden yanlarına ulaştım. Kız tor topaç olmuş şekilde yerde adamın tekmelerine inleyerek cevap veriyordu. Yüzü kanlar içinde ve adamın vurduğu yerlerden sesler geliyordu. İçimden bildiğim bütün küfürleri ederek kızın yanına eğildim.

"İyi misin?"

Adamın omzuma vurmasıyla kalçamın üzerine düştüm ve bu beni sinirlendirmedi. Sadece kıza yardım etmek istiyordum.  Kucaklamaya çalışırken tekrar omzuma bir tekme aldım. Bu sefer düşmemiştim. Sinirli sesimi kullanarak adamı geri ittim.

"Ne yapıyorsunuz lan kıza?!"

"Benim kızım lan! Sana ne oluyor. Siktir git."

Küfür. İçimden her şeye küfür edebilirdim. Ama bana edilmesi. Hele ki insanlar etrafta var iken bana küfür edilmesi dayanamadığım tek şeydi. Ayağa kalkıp adamın gözlerine dik dik baktım ve benim bakışlarımdan korktuğunu görene kadar gözlerimi kapatmadım. Kız hala yerde bacaklarına kollarını sarmış şekilde fısıldamayla karışık sesler çıkarıyordu. Kucağıma alıp arkamı döndüğümde kızın güzelliği beni büyülemişti. Hayır Bahadır! Rüzgar yüzümü yalarken kızın ağzından çıkan kelimeleri anlamaya çalışıyordum. 

"Bayıl.Afra.Bayıl. Bayıl."

Kendini kucağımda kasmış ve bayılarak acısının dinmesini bekliyordu. Siktiğimin adamı nasıl canını yakmıştı bu küçük kızın kim bilir. Kolumdan süzülen kana bakarak daha hızlı olmaya çalıştım.

"Sakın bayılma..."

Dememle gözlerini kapatması bir oldu.


Çok sık sık bölüm ekleyemesem de bu hikayeme de devam edeceğim.. Okuyan var ise şayet lütfen vote vermeyi unutmasın! :)

KANSERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin