Günlük güneşlik bir şehirden bindiğim uçak ,hafif yağmurlu her tarafı toprak kokan bu şehire getirdi beni.Trabzon... daha önce hiç gelmediğim bir kent, burada annemi bulmayı umuyorum ve belgelerin orjinallerini ,böylece Zafer Ateş'i yok edebileceğim,şantaj yaptığı herkes bu belgelerin onda olduğunu sanıyor ama annem yıllar önce daha ben karnındayken ondan kaçarken elindeki her şeyi de ondan almış,havaalanından bindiğim taksi beni şehrin meydan denilen merkezinde indirdi,buradan istediğim her yere gidebileceğimi söyledi şoför, burada garip bir çekim var insan kendini yabancı hissetmiyor sanki yıllardır burada yaşıyor gibiyim, yaz ayında olmamıza rağmen çiseleyen yağmur kimsenin umrunda değil gibi açık şemsiyeler tek tük, ıslanmaktan korkmuyor Trabzon, bu dar sokaklarda yürürken gülümsüyorum istemsizce, çünkü bende ıslanmaktan korkmuyorum,birden çişeleyen yağmur, iri damlalara dönüşüyor hızla düşüyor Trabzon sokaklarına, herkes bir yere sığınıyor, geçtiğim dar sokaklara nazaran daha geniş bir sokaktayım Uzun sokak yazıyor tabelada,ben de diğer insanlara uyuyorum ve bir iş hanının geniş girişine saklanıyorum,Yağmurun dinmesini beklerken etrafımdaki insanları inceliyorum bir grup genç hararetle konuşuyor kulak kabartıyorum konu futbol daha doğrusu Trabzonspor zaten gençlerin kimi formalı kiminin bileğinde Trabzonspor bileklikleri ,tüm şehirde ,dükkanların camlarında , çıkartmalar ,armalar ,sokaklarda bayraklar ,rengini buluyorum Trabzonun bordo ve mavi.Kimsenin acelesi yok hafif saçları ıslanmış bir kaç kız öğrenci camdaki yansımalarından saçlarını düzeltiyor gülümsüyorum bu bardaktan boşalırcasına yağan yağmur duracak gibi değil ki yine bozulacak o saçlar,sonra yanındaki yedi sekiz yaşlarında görünen küçük kızıyla konuşan kadına kayıyor gözlerim,Tamam kızım diyor ,şimdi diner yağmur,dışarıya bakıyorum hiçte dinecek gibi değil hızla düşüyor damlalar taş sokaklara,sonra birden yağmur hızını yitiriyor tek tük damlalar düşüyor artık ve güneş parlıyor ıslanmış sokaklara herkes çıkıyor yoluna gidiyor bense şaşkınca kalakalıyorum sırtımda sırt çantamla daha ilk dakikalarda şaşırtıyor beni toprak kokulu bu şehir.Bir kaç kişiye adres sorarak yolumu buluyorum, ortalarda bizim alışık olduğumuz sarı taksilerden çok yok, neyse ki yolcu indiren bir tane görüyorum, biniyorum hemen adresi söylüyorum gençten şoför dikiz aynasından bakıyor bana ''turist misiniz diyor.''Harika diye geçiriyorum içimden turistim desem iki katı ödemem gerekecek herhalde ,ama umursamıyorum sonuçta amacım başka kafamı sallamakla yetiniyorum,ilerlerken az önceki ön yargımda yanıldığı anlıyorum ,gençten şoför başlıyor anlatmaya gezilecek yerleri, Sümela Manastırını,şehri saran hisarları,Uzun gölü,gezilecek görülecek her yeri anlatıyor ,on-on beşdakikada geliyorum istediğim yere ,çok az bir para veriyorum utanıyorum ilk düşündüğümden ,iniyorum arabadan kapıyı kapatacakken sesleniyor şoför hafif Trabzon ağızlı konuşmasıyla ''Abla madem buraya geldin,Nihat ustadan köfte yemeden gitme diyor,''Tamam diyorum ben de ona gülümseyerek,hafif yokuşta sıralanmış evlere bakıyorum buranın adı Orta mahalle buraya sanki hiç zaman uğramamış gibi Osmanlı mimarısı hakim her yere ,geçmişe yolculuk yapıyorum resmen ,ilerlerken hafif dik sokaklarda top oynayan çocuklara soruyorum İlyas reisin evini ,iki tanesi gönüllü oluyor beni oraya götürmeye bir tanesinin adı Ali çok konuşkan cin gibi bir çocuk,beni ayak üstü sorguluyor resmen ,gezmeye gelmişsem fotoğraf makinem neredeymiş herkes evlerin çeşmenin resmini çekiyormuş sanırım turistlerin sürekli fotoğraf çekmesi onları eğlendiriyor,''Ahan burası diyor,''Ali küçük parmaklarıyla iki katlı ,bakımlı ,ahşap -taş karışımı evi gösterirken,daha teşekkür bile edemeden koşarak oyunlarına dönüyorlar, bense derin bir soluk alıp ahşap kapıyı tıklatıyorum bir kaç kez ,açan olmuyor yandaki evden çıkan bir kadın hoşgeldin diyor bana onlar evde yok yayladalar anca yaz sonu gelirler ,sonra sırtımdaki çantaya kayıyor gözleri anlıyor yabancı olduğumu ,buyur bize gel yorulmuşsundur hiç tanımadığı beni evine davet ediyor ya korkusuz bu insanlar ya da kötülük buralara daha gelmemiş ,teşekkür ediyorum ,yaylaya nasıl gidebilirim diye soruyorum şaşırıyor'' uyyy sen nasi gidecesun oralara bi başina,''sonra da beni aşağıdaki bakkala gönderiyor orada Yakup var Hıdır emicanın uşağı olarda ,yaylaya erzak götürür hafta arası onlan gidersun bir başuna olmaz,''Ve hiç tanımadığım Hıdır emicanın oğlu Yakupla düşüyorum yayla yollarına çocukları ve karısıda arabada, iki koltuklu bir kamyonet ben onları sıkıştırdığım için üzülürken, onlar benim rahatım için endişeli ,yemyeşil ormanların, uçurumlu, yamaçlı yolların arasından döne döne gidiyoruz yaylaya kulaklarım tıkanıyor rakım yükseldikçe, ama manzara büyüleyici arabayı durduruyor Yakup dağı yarıp akan küçük şelaleyi gösteriyor bana yine büyüleniyorum burası sanki hiç el değmemiş gibi ikinci kez durduğumuzda teşekkür ediyorum onlara,Yakubun oğlu yolu gösteriyor bana evler ne çok yakın ne çok uzak onlar kamyonetle getirdikleri erzağı boşaltıyor,İlyas reisin tek katlı yayla evine yaklaşınca gönderiyorum kırmızı yanaklı küçük adamı ve çalıyorum tahta kapıyı, içerden huu..... diye sesleniyor biri sanırım bu kim o demek şey.....diyorum çekinerek ben Hediye hanımı arıyorum....Kapı açılıyor başında renkli yazması yeşil gözlü beyaz tenli ellili yaşlarını aşmış olmasına rağmen hala güzel olan bir kadın açıyor kapıyı, ikimizde birbirimizi süzüyoruz ne o konuşuyor ne ben ,üzerine giydiği eteğin üstüne kırmızılı bir şal bağlı, o kadar buraya ait görünüyordu ki neden geldiğimi hatırlatıyor bana, o hala gözlerinde anlamlandıramadığım bir ifadeyle bana bakıyor sonra hiç tahmin edemeyeceğim bir şey yapıyor hızlıca yaklaşıp sıkıca sarılıyor bana , dudaklarında bir ağıt oyyy diyor canımın canı anan sana hasret gitti güzel gözlüm ve umutlarım bitiyor hep hissettiğim ama kabullenemediğim gerçeği öğreniyorum annem yaşamıyor annem ölmüş ve ben yine kimsesizim tuhaf olansa, teselliyi kim olduğunu bile bilmediğim bu kadının kollarında hıçkıra hıçkıra ağlarken arıyorum, yıllar sonra yine ağlıyorum ,hiç tanımadığım birinin kollarında.......
Artık ağlamıyorum, İlyas reis ikimizi kapının önünde ağlarken bulduğunda içeriye giriyoruz elimde Hediye teyzenin ısıttığı süt sabah sağdım diyor iç için ısınsın ağlamaktan yolculuktan yorgun düşen ben bardakdaki sıcak sütü bitiremeden yaz olmasına rağmen serin olan bu yayla evindeki yanan sobanın arkasındaki sedirde uyuya kalıyorum,tıkırtılar uyanmama yardımcı oluyor o kadar dinlenmiş hissediyorum ki omuzlarımdaki yük artık bana ağır gelmiyor,''Uyyy.....uyandın mı canımın canı,gel bir şeyler ye dünden beri uyuyorsun.''Beraber kahvaltı ediyoruz İlyas reis yaşına rağmen dinç ormana odun yapmaya gidiyor bizde Hediye teyzeyle oturuyoruz evin önündeki ahşap banka ben sormuyorum ama o biliyor soracaklarımı anlatmaya başlıyor,''Reis'e kaçtım ben,bizim oralara askere gelmişti sevdalandık geldi istedi beni, babam izin vermedi burası nere Trabzon nere dedi ama ben vazgeçemedim Reisden ,on yedimde tezkere aldığı gün kaçtık geldik buralara reisi nasıl sevdim buralarıda sevdim babam benim için herkese öldü dedi kimseyle görüşmeme izin vermedi zamanla da koptum oralardan,annen Name benim hala kızım can yoldaşım o da İstanbulu kazanmıştı,okumaya gitti.Sonra bir gün senin gibi çıkıp geldi hiç bir şey sormadım o da anlatmadı ama çok kötüydü her gün daha kötüye gidiyordu geceleri hep ağlardı bir gün anlattı her şeyi seni bırakmak zorunda kalışını kaçışını günden güne de eridi gitti güzeller güzeli dilinde hep senin adın Nefesim derdi hep Nefesim....''Gözünden akan yaşları sildi sonra da benimkileri ağladığımı o an fark ettim burada duygularım özgür kalmıştı,''Neydi hastalığı Hediye teyze doktorlar bir şey yapamadı mı?''Buruk bir ifadeyle kaçırdı gözlerini benimkilerden ,''Name kara sevdalıydı kızım,bir de senin hasretin,birde.......''son söylediği şey Zafer'i ellerimle öldürmeye yemin etmeme neden olmuştu,onu öldürecektim ama önce elindeki herşeyi kaybedişini izleyişini, keyifle seyredecektim sonra ise bana en güvendiği anda o pis soluğunu kesecektim.''Hediye teyze annem bir emanetten söz etmiş mektubunda sendeymiş.....''''Bende dedi bir gün geleceğini biliyordum nereye gitsem yanımda taşıdım içeriye gitti ve orta boy bir sandıkla dışarıya çıktı ikimizin arasına banka koydu,''Anahtarı yok kızım ben hiç açmadım..''Elimi cebime attım anahtarı çıkarıp kilide taktım belgeler buradaydı artık elimde belgeler ses kayıtları Zaferi yok edecek herşey vardı bu kadar zahmete değmişti şimdi benim zamanımdı,intikamımın zamanı...