Arkadaşlar öncelikle çok özür diliyorum. Bu bölüm çok geç geldi. İnanın yazmaya hevesim kalmamıştı. Ta ki sizin o birbirinden tatlı mesajlarınızı okuyana kadar. Final bile yapmayı düşünmüştüm. Sayenizde yeniden ilham perilerim bana yardımcı oldu.. Bu bölüm biraz kısa umarım beğenirsiniz :**
Bölümü okurken yukarıdakı müzikle okumanızı tavsiye ediyorum..
Gözlerimi Gülsüm'ün çığlıklarıyla açtım. Oyalanmadan yataktan kalkıp ferracemi üzerime geçirdim. Şalımı da saçlarımın gözükmeyeceği bir şekilde gelişi güzel bağladım. Hemen odamdan çıkıp Gülsüm'ün odasına koştum. Kapıyı açmak için yeltendiğimde kilitli olduğunu anlayıp etrafa boş gözlerle baktım. Benden sonra sırasıyla annemler ardından yengemler odanın önüne geldiler. Herkesin endişesi yüzünden okunuyordu. Eniştem kapıyı kırmaya çalıştı. Bu sırada yengemde;
"Gülsüm yavrum aç kapıyı ne olursun annecim.." diye bağırıyordu. Ama Gülsüm'ün çığlıkları git gide yükseliyordu. Eniştem omuzunu incitmiş olacak ki kenara çekilip telaşlı gözlerle Mustafa'yı aradı. Sahi neredeydi bu çocuk? Duymamış olamaz. Belki de evde değildir. Böyle kendi kendime konuşmanın ne kadar saçma olduğunu farkedip kapıyı zorlamaya çalıştım. Geri geri adımlar atarak kapıyı kırmak için hazırlandım. Eniştem umutsuz gözlerle bana baktıktan sonra kafasını yere eğdi. Hızlı hızlı koşarak kapıya attığım omuzla kendimi Gülsüm'ün yanı başında bulmuştum. Hemen doğrulup Gülsüm'ü sakinleştirmeye çalıştım ama nafile. Kendinden o kadar geçmişti ki ne beni ne de az önce bayılan annesini farketmemişti. Annem babamla eniştemi odadan çıkartıp yengemle ilgilendi. Gülsüm'ü de bana emanet etti. Fakat benim elimden ne gelebilirdi ki? Gülsüm'ün iyice kendini kaybetmesinden korktuğumdan dolayı yüzüne sert bir tokat geçirdim. Ben yüzüne çaresizce bakarken bi anda kollarını boynuma doladı. Bu da iyi bir şey diyerek sıkıca sarmaladım narin vücudunu. Sarı saçlarının arasına büyük bir öpücük kondurup konuşmaya başladım.
"Gülsüm, canımın içi, gözümün nuru.. söyle bana ne oldu? Söyle ki çare bulalım derdine."
Dediklerim onun ağlamasını daha da arttırmıştı. Elimi sıkıyordu. Ve canım çok acıyordu. Neydi onun canını bu kadar yakan? Ne olmuştu da gözleri bu kadar kızarmıştı. Elimi yüzünde tutarak gözyaşlarını sildim. Ama birini silerken diğeri durmayıp sicim gibi düşüyordu. Bu sırada benim olmadığını anladığım telefon çalmaya başlamıştı. Gülsüm'ü kendimden ayırmayarak yatağa zorlukla uzanıp telefonu aldım. Numara telefonda kayıtlı değildi. Açıp açmamakla tereddüt yaşarken Gülsüm'ün ayağa kalkıp lavobaya gitmek istedigini soylemesiyle bende ayağa kalkıp telefonu açtım. Gülsüm lavaboya girince dizlerimin üzerinde oturup konuşmaya başladım.
"Alo?"
"Gülsüm yalvarırım sakin ol. Ölenle ölünmüyor lütfen metanetli ol kardeşim. Înna lillahi ve İnna ileyhi Râciûn.."
Bu konuşma başımdan aşağı sıcak su dökülmesine yetti. Yoksa Mustafa? Aman Allah'ım. Yardım et Yarabbi.. Ben bu yükü kaldıramam.. Telefonun diğer ucunda cevap bekleyen kişiye sordum;
"Kim vefat etti?"
Şuan alacağım cevap beni bir ölüme sürükleyebilirdi.. El-Mucîb, El-Mucîb...
"Siz kimsiniz? Gülsüm nerede?"
"Ben kuzeniyim,Meryem. Kim vefat etti?"
"Şey.. bunu söylemem doğrumu bilmiyorum ama.. Furkan... bu sabah trafik kazası sonucu vefat etti."
Olduğum yerde donakaldım. Ne yani Furkan ölmüşmüydü. Telefonu yatağa bırakıp koşarak lavaboya gittim. Kapıya sert yumruklarımı geçirirken bir yandan da bağırıyordum.
"Gülsüm!!!! Aç kapıyı Gülsümm!!! Ölenle ölünmez kardeşim aç kapıyı. Aç kara gözlüm.."
Bu sefer kapıyı kıramayacağımı biliyordum. Aşağıya koşup kahvaltı bıçağı aldım. Merdivenlerden üçer üçer çıkarak nefes nefese bıçağı kildin üzerine yerleştirdim. 2-3 zorlamam sonucu karşımda gördüğüm manzara tiz bir çığlık atmama neden olmuştu..!