Ultra mükemmel (!) tatilimizi yarıda kesmek zorunda kaldık çünkü Yongguk'un bu anormallikleri beni çileden çıkartmıştı. Her şeyi bilip bilmemezlikten gelmesi akıl kârı bir iş değildi. Ve yeni bir şey öğrenmiştim. Bizim bu moruk iyi rol yapabiliyordu.
Elimdeki bulaşıkları yıkarken ölümcül bakışlarımı sallanan sandalye de kazıklandığı kolyesi ile oynayan Yongguk'a ilettim. Ama beyfendi hala kazıklandığını kabul etmiyor olacak ki Youngjae üzerinde o saçma büyüğü deniyordu.
Ne güzel.
O sözlerden sonra ne benle ne Youngjae ile konuşmuştu. Sadece böyle kendi kendine konuştuğu zamanlar sesini işitebiliyorduk. Bir şey istediğimiz zaman ise mimikleri ile onaylıyor veya reddediyordu. Triplere mi girmişti?
Elime lollipop aldım ve avucumun içine yerleştirdim.
"Hey Yongguk!" Diyip lollipopu Yongguk'a attım ve şansa bakın! Tabiki Yongguk' atamadım... Youngjae'nin kafasına geldi. Kafasını uyuşturarak yerdeki şekeri aldı ve Yongguk'a verdi. Ve yine şu şansa bakın! Moruk teşekkür olarak sadece başını salladı.Götüm...
Ayrıca böyle zamanlarda iç sesim duyulmadığı için kendimi çok şanslı hissediyordum. Malum bir Tanrı'ya götüm demek pek uygun kaçmazdı. Bir dakika... ama tanrılar iç sesimizi duyabilirdi! Ama Yongguk artık tanrı değildi... O zaman önceden tanrı iken iç sesimi duyuyor muydu?! Ahhh rezillik...
"Hey şansa bakın şu hep almak istediğimiz ışıklı tabelanın fiyatı indirime girmiş." Youngjae yaptığım mükemmel kurabiyeyi yerken elindeki tablet ile dışarı asmak için istediğimiz tabelaya bakıyordu. Bir dakika, o tablet nereden çıktı?
"Darling... O tablet ne?" Youngjae öksürerek ağzındaki tüm kurabiyeleri dışarı çıkardı ve tableti Yongguk'a attı.
"Yongguk'un!" Buradan yalan söylediğini tüm âleme söylememe gerek yok değil mi? Ama parayı gereksiz yere harcayan Youngjae'ye kızamadım çünkü Yongguk sakince tableti aldı ve köşeye koyup yerinden kalktı. Tamam, işte bu kadar trip yeterdi.
"Ya! Pijamalı Moruk Çakma Tanrı!" Yongguk hakaretim için bile dönüp bakmadı. Bulaşıkları yıkamayı bırakıp kolundan tutup kendime çevirdim. "Sana seslendim!" Yongguk bu tepkime karşın bile konuşmadı, sadece tek kaşını kaldırıp ne var bakışı attı. "Konuşmayı mı unuttun?"
"Konuşmamı mı istiyorsun? Senle mi?" Sonra Youngjae'ye döndü. "Veya senle mi? Ne için?" Tekrar bana döndüğünde ise kolunu bıraktım. "Bana daha fazla acı çektirmek için mi?" Alt dudağımı yalayıp konuşmak için hazırlandım.
"Amacımız sana acı çektirmek değil... Sadece-"
"Sadece ne?"
"Sadece kafamız karışık." Yongguk gözlerini devirdi. Evet, göz devirmek. Hani şu yine ergenlerin yaptığı. Acaba Tanrılarda 500 yaşına kadar ergen mi kalınıyordu? Bir dakika ben daha Yongguk'un yaşını bilmiyordum...
"Kısaca bana güvenmiyorsun."
"Bunun güvenle bir alakası yok!" Youngjae'ye dönüp yardım bakışları attım ama beyfendi hiç oralı olmadı.
"Her neyse. Boşver. Takma kafana." Yongguk arkasını döndü ve pastanenin yukarı tarafına yani sadece bizim için olan dinlenme yerine geçti. Youngjae ise eli çenesinin altında konuştu.
"Tam bir ergen." Youngjae'ye yandan bir bakış attım. Ne yani o kadar yardım istedim, sadece film seyreder gibi baktı bize! "Sende ergensin."
Telefonumun titremesi üzerine göz devirdim. Tamam bende de birazcık ergenlik olabilirdi. Birazcık.Elime telefonumu alıp gelen mesaja baktım.
Zelo?
Konuşmayalı aylar olmuş çocuk neden bana mesaj atıyordu ki? Ve ben ne ara ona telefon numara mı verdim?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Revenge Service
FanfictionHye Mi intikam istiyordu. O çocuk yüzünden boşu boşuna 1 yılı gitmişti. Telefonunu çıkardı ve 1324 tane Zelo fotoğrafını sildi. Sonra kendine Tanrı diyen çizgili pijamalı bir adam çıka geldi ve ona gümüş bir bilezik verdi. "Bu bilezik size yardım e...