"Sen ne yapacaksın Hye Mi?" Ayağımla karı deşmeye başladım. Eve dönmek istediğimden şüpheliydim. Yongguk... Önceden bana aşıktı ve şu an bana karşı ne tür duygular besliyor bilmiyordum ve Youngjae... hayatımda olduğu için en çok mutlu olduğum kişi aslında Yongguk tarafından hayatıma zorlam sokulmuş biriydi. Bu ona olan sevgimi hiçbir şekilde etkilememişti ama kendimi normal olarak garip hissediyordum. Bu şekilde ikisinin yüzüne nasıl bakacağım ise çok ayrı bir konuydu.
"Gerçekçi konuşmak gerekirse eve dönmek istemiyorum." Zelo başı ile onayladı. Yüzümü ona döndüm. Bir anda yaşadığı onca şeyi kaldıramamış gibi görünüyordu. Gözlerinin altı morarmış ve çökmüştü. Ne kadar harap olmuş bir durumda olsa da hala yakışıklıydı. Kafamı iki yana salladım. Önceki benlerin aslında hep Zelo'ya aşık olduğunu öğrendiğimden beri ona bakmaktan kendimi alamıyordum.
"Bir otel odası ayarlayalım?"
"E-Efendim?"
"Diyorum ki kalman için otel odası ayarlayalım." Evet, kesinlikle kafam karışmıştı. İçimdeki fesat ergen ortaya çıkıyordu.
"Yanıma para almadım..." Zelo ceplerini yokladı ve kendisi de yanına para almadığını söyledi. Bir gece bankta kalsam acaba nasıl olurdu?
"İstersen ben eve gidip cüzdanımı alıp geri geleyim?" Kafamı iki yana sallayıp şiddetle reddettim.
"Hayır, kendimi bu kadar yormana gerek yok!" Zelo omzuma dokundu ve gülümsedi. Ahh hayır...
"Yorulmam merak etme. Sen burada bekle." Hızla ayağa kalktı ve evinin yolunu tuttu. Ellerimi cebime koyup burnumu atkıma gömdüm. Eğer bir otel odasında kalacaksam Youngjae'i aramalıydım. Ama onu arayıp otel odasında kalacağımı söylersem nedenini soracaktı ve telaşlanacaktı. Söylemeyip ortadan kaybolursam da telaşlanacaktı. O zaman biz de mesaj çekerdik.
Kısa bir süre evden uzakta tek başıma dinlenmek istiyorum. Lütfen anlayışla karşıla ve beni aramaya kalkışma. Kafamı toparlayıp eve geri döneceğim.
Göz yaşlarım dolmaya başlamıştı. Her şey çok güzeldi. Cidden çok güzeldi. Aradığım aşkı ve aileyi bulmuştum ama hepsi yalandı. Yalan demekte yanlış oldu gerçi ama gerçekte değildi ki! Bu durumu hangi kelime tarif edebilir bilmiyordum.
Düzgün beslenin ve pastaneye sahip çıkın. Çok para harcamayın. Seni seviyorum Jae.
Seni seviyorum Jae... Onu gerçekten seviyordum. Çarpık sinir bozucu gülüşünü, uzun kirpiklerini, saçını eliyle geriye atışını, hırsını, nefretini, aşkını kısaca Jae'yi Jae yapan her şeyi seviyordum. Ama onun durmadan sadece benim için ortaya çıktığını aslında hiçbir zaman tanışmayacağımızı düşündükçe canım acıyordu. Önceki benlerin Jae ile hiç tanışmadığı aklıma geldikçe deliriyordum. Neden mi? O zaman Jae'nin sevdiği hatta beni sevdiği kadar sevdiği belki daha fazla sevdiği başka bir kadın olabilirdi ve belki onla benle olduğundan daha mutluydu. Kıskançlık hücrelerimde vardı ne yapabilirim ki..?
Gönder tuşuna bastım ve telefonumu kapatıp cebime koydum. Bu en iyisiydi. Eve döndüğüm zaman Jae kafayı yiyecekti ama yapılabilecek başka bir şey yoktu. Peki, döndüğüm zaman her şeyi Jae'ye anlattığım zaman ne tepki verecekti? Kendisinin aslında hayatımda hiç olmadığının ve kendine ait bir hayatının olduğunu öğrendiğinde ne yapacaktı? Ya beni bırakma kararı alırsa ben ne yapacaktım?
Gözlerim yine dolmaya başlamıştı ama bu sefer kendimi tutmak için zorlamamıştım. Bu zor zamanda en azından ağlamaya hakkım vardı değil mi? Çığlıklarımı bastırarak ağlamaya başladım. Bağırmak isteyip bağıramamak, bu gerçekten berbat bir durumdu. Başımı yukarı kaldırdım ve bulutlu gökyüzüne baktım. Bulutların arasından çok da belli olmasa da ay ışığı geçiyordu. Bugün hava bile kasvetliydi.
Kulağıma gelen çıtırtı sesleri ile kafamı düzelttim ve etrafa baktım. Kimse yok gibiydi ama çıtırtı sesleri devam ediyordu. Oturduğum yer sallanmaya başlayınca yere doğru gözlerimi yavaş yavaş kaydırdım ve gözlerim yerle buluştuğu sırada kendimi bank ile düşerken buldum. Sert bir şekilde karanlık ve sonsuz bir mekana oturduğumda ne banktan ne de bizle beraber düşen kar tanelerinden iz vardı. Hızlıca ayağa kalkıp etrafıma baktım.
"O Tanrıça ile buluşmamalıydın Hye Mi..." Arkamı hızla dönmem ile bana tıpa tıp benzeyen ama tek farkımızın bakışlarımız olduğu bir kız vardı. Benim bakışlarıma nazaran o daha sert bakıyordu.
"Ama buluştum." Bana doğru adım atmaya başladığında bende ona doğru adım attım ve birbirimiz önüne geldiğimiz sırada ise daire çizerek dönmeye başladık.
"Umarım artık bana Yongguk konusunda inanmışsındır."
"Yongguk yanlış şeyler yapmış evet ama bu onu yok edeceğim anlamına gelmiyor." 1. Hye Mi kendince kahkaha atmaya başladı.
"Peki ne yapacaksın? Onu cidden düzeltebileceğine inanıyor musun?"
"Bu konuda aşırı özgüvenim yok ama bana inananlar var. Onları haksız çıkarmayacağım." 1. Hye Mi dişlerinin arasından tısladı,
"Seni aptal... O bizim mutluluğumuzu elimizden aldı!" 1. Hye Mi üzerime doğru atladığında ikimiz yerle buluştuk ve ne kızsı bir kavga denebilir ne de erkeksi bir kavgaya, kısacası kavga etmeye başladık.
"Bunu düzeltmek içinde elinden geleni yapıyor!"
"Eğer her şey bu kadar kolay düzelebilseydi O aptal Tanrıça ve onun ile benzer duygularda meydana gelen diğer salaklara ihtiyaç olmazdı!"
"Saçmalama! O salak dediklerin bizi biz yapan özellikleri korumak için var! Buna Yongguk'da dahil!"
"Ama tam tersi beni mutsuz ettiler ve mutsuz etmeye devam ediyorlar!" 1. Hye Mi kavga etmeyi bırakmıştı ve beni kendi ile yer arasında almış bir vaziyette duruyordu. O ağlıyordu.
"Sadece onu unuttum diye beni bu şekilde cezalandırması adil değildi! Onu unutan tek insan benmişim gibi sevdiğim adamı elimden alması... Özellikle bu hiç adil değildi!" 1. Hye Mi göz yaşları yanaklarıma damlarken onun cidden acı çektiğini hissediyordum.
"Yongguk tekrar uyuduğunda veya yok olduğunda her şey düzelecek mi?"
"En azından kendimi daha iyi hissedeceğimi düşünüyorum."
"Hissetmeyeceksin." O kadar kesin konuşmuştum ki 1. Hye Mi ağlamayı kesmişti. "Sen olan ben iyi hissetmeyeceğim. Şu an gerçek anlamda yaşayan tek kişi benim. Yani Yongguk'un yok olmasından en fazla etkilenecek kişi benim. Bu yüzden bencilce düşünme ve onu kurtarmama izin ver. Sadece bizim için değil. Dünya ve evren için. Gelecek nesil için." 1. Hye Mi şaşkınlık ile büyülttüğü gözlerini kıstı ve kafamı sertçe sert zemine vurdu.
"Bu iki evren arasında sıkışmış ben için gelecek nesil umurumda değil! Yongguk'u yok et!" Son cümlesini her tekrarladığında kafamı yere sertçe vuruyordu. "Yongguk'u yok et!"
Ve birden kendimi tekrar karlı yeryüzüne atılmış bir şekilde buldum. 1.Hye Mi'nin sesi kulaklarıma azalan bir şiddetle ulaşıyordu.
"Sende yakında beni anlayacaksın ve Yongguk'u yok etmeye çalışacaksın. Sadece sana her şeyi tüm gerçekliği ile göstermemi bekle Hye Mi..."
Merhaba patateslerim *-* Umarım beğenmişsinizdir. Hala kafanıza takılmış bir soru varsa lütfen yorum olarak yazın ve bende size güzelce açıklayayım ^-^ Ve oylar... Lütfen oy verin -.- ve yorumda yapın -.- parmaklarınız inanın kopmaz :* Kendinize iyi bakın ~
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Revenge Service
FanfictionHye Mi intikam istiyordu. O çocuk yüzünden boşu boşuna 1 yılı gitmişti. Telefonunu çıkardı ve 1324 tane Zelo fotoğrafını sildi. Sonra kendine Tanrı diyen çizgili pijamalı bir adam çıka geldi ve ona gümüş bir bilezik verdi. "Bu bilezik size yardım e...