Umut 3

33 4 0
                                    

Jong In:

Gece gördüğüm kabuslardan sırılsıklam olmuş bir biçimde uyanmış, etrafta hayalet gibi geziyordum. Uyandığımda kalkmak bile istememiştim ancak KyungSoo gelip başımda dikilince, üstüne bir de kalkmam için zorlayınca, kalkıp lavaboya geçtim. Musluğu açıp buz gibi olan suyu yüzüme vurunca birden irkildim. Suyun soğukluğuna alışınca birkaç kez daha su vurdum yüzüme. Musluğu kapadıktan sonra ellerimi lavabonun kenarlarına koydum. Aynadaki yansımama baktım. Görüntü korkunçtu. Gördüğüm kabuslar bana iyi bir gece uykusu vermiyordu. Vermemeli de zaten. Rana ortalıkta yokken uyku bana yasaktı zaten. Rana aklıma gelince oluşan korkunç düşünceleri kafamdan atmak için başımı iki yana salladım. Evet... hiçbir işe yaramıyor. Hala o korkunç düşünceler aklımda... gördüğüm kabusların hepsi, neredeyse hepsi, Rana'nın yardım isteyen sesini duyuyordum. Ama o bir tanesini hatırlamak bile, Rana'nın öldüğünü gördüğüm o korkunç kabusu hatırlamak bile, kendimi neredeyse kaybetmeme yetecek bir nedendi. Ama Rana hala hayatta. Bunu biliyorum. Bu yüzden kendimi kaybedemem, onu tekrar göreceğim, biliyorum. Bu düşüncelerin göğsüme yaptığı baskıyla derin bir nefes almaya çalıştım. Sanki sürekli olarak birileri baskı yapıyormuş gibi geliyordu. Sanki aldığım hiçbir nefes yeterli değilmiş gibi. Derin derin bir kaç nefes alıp kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Bir süre sonra kendime geldikten sonra lavabodan çıktım. O an aklıma bir şey dank etti. Menajer Hyung Rana hakkında polislerden haber almış olabilirdi. Hemen gidip giyinmeye başladım. Açıkçası ne giydiğimi bile bilmiyordum. Elime gelen ilk şeyleri üstüme geçirdim. Ben öyle deli dana gibi odada giyinmeye çalışırken içeriye Kyung Soo girdi. Bana sanki garip bir şey yüzüme bulaşmış gibi bakıyordu. İnceliyordu daha doğru kelime sanırsam. Aslında merak ettiği şeyi anlamış olsam bile hiçbir şey demeden işimi bitirip odadan çıktım ve evin kapısına yöneldim. Tam çıkarken Chanyeol Hyung'un "Hey hiçbir şey yemeden nereye gidiyorsun?" diye bağırdığını duydum. Ayakkabılarımı giyerken "Menajer Hyung yeni haber almış olabilir onun yanına gideceğim," diye seslendim. "Ama daha kahval-" sözünü Kyung Soo kesmişti "Bırak gitsin zaten seni dinlemeyecek." Ona bakıp teşekkürler bakışımı attıktan sonra hızlıca merdivenlerden inip yurttan çıktım.

Kyung Soo:

Jong In çıktıktan sonra sabahki kahvaltıdan biraz almak için bir kap çıkardım. Kimsenin doğu düzgün iştahı kalmamıştı ama ChanYeol herkesi neşelendirmeye ve beslemeye çalışıyordu. Açıkçası gerekirse zorla ağzına tıkıyordu. Ne kadar kendisi çok iyiymiş gibi görünmeye çalışsa da gözleri onun da endişeli olduğu gerçeği saklayamıyordu. Kahvaltıda olan birkaç şeyi kaba koyduktan sonra ChanYEol'ün yanından geçerken elimi onun omzuna koyup hafifçe sıkıp bıraktım. Onun da zorluk çektiğini fark eden birileri var, bunu bilmesini istedim. Bana bakıp gülümsedi ve Baek Hyun'un ağzına bir şeyler tıkmaya çalışmaya devam etti. Üzerime bir şeyler geçirip kapıya doğru yönelirken Jong In'i aradım ama telefonunu açmadı. Menajer Hyung'un yanına gideceğini söylediği için bir de onu arayayım dedim ama o da onun yanında olmadığını, bir süre önce onun yanından ayrıldığını söyledi. Telefonu kapadıktan sonra ayakkabılarımı giydikten sonra Jong In'in yanına gideceğimi söyleyip yurttan çıktım. Bir elimde Jong In'e ulaşmaya çalıştığım telefon bir elimde de ona götürdüğüm kahvaltı kabı ile birlikte şirkete doğru gidiyordum. Araba kullanmadım çünkü o da muhtemelen yürüyerek gitmiştir diye düşündüm çünkü araba hala kapının önündeydi. Ajansa doğru giderken Rana'nın geldiği yönden geldiğimi fark ettim. Onun çantasının bulunduğu yere geldiğimde solumda duran karanlık sokağa doğru baktım. Karanlığın derinleşmeye başladığı yerde bir silüet gördüm. Bir an korktum ama biraz daha dikkat edince onun Jong In olduğunu gördüm. Hem Jong In'i bulmuş olmanın rahatlığıyla hem de korktuğum gibi birinin karşımda belirmemiş olmadığının huzuruyla onun yanına doğru gittim. Jong In'e yaklaştıkça onda bir gariplik olduğunu fark ettim. Bütün vücudu kasılmıştı ve elinde tuttuğu telefonunu neredeyse kıracak kadar sıkı tutuyordu. Telefonunun ekranı açıktı, ekranda Rana'nın fotoğrafı vardı. Daha dikkatli bakınca masasının üzerinde duran resimden çekilmiş olduğunu anladım. Bir süre bir tepki verir diye yanında bekledim ama o öylece felç geçirmiş gibi her yeri kasılmış bir şekilde duruyordu. Bende o kendisine gelsin diye elimdeki kabı hızlıca yüzünün önüne getirdim. Ne olduğunu anlayamadan kendini hızlıca geriye çekti ve ani bir refleksle kaba vurmaya çalıştı. Neyse ki son saniye de kabı oradan çekmeyi başardım. Yüzüne baktığımda benim kim olduğumu daha yeni anladığı belliydi. Yüzündeki kasların rahatlamayla gevşediklerini fark edebiliyordum.

"Beni çok kötü korkuttun Kyung Soo. Birileri beni de almaya geldi zannettim. Gerçi iyi olurdu Rana'nın olduğu yere götürürlerdi herhalde."

"Yani fena olmazdı en azından şu anki durumundan daha iyi durumda olurdun onu gördüğünde. Ama ne saçmalıyoruz biz. Olmasın öyle bir şey bir kişi zaten yeterli ikinci bir kişinin daha kaybolmasını istemiyorum." Gülümsedim. Karşılık verdi ama o gülümsemeye gülümseme demek için bin şahit gerekti. Bir saniye bir şey düşünür gibi oldu ve sonra birden kalktı ve karanlık sokağın daha da ilerisine gitmeye başladı. Bir an ne olduğunu anlamadım ama hemen yanında ben de gitmeye başladım.

"Nereye gidiyorsun? Neden daha da ileri gidiyorsun?"

"Onu ben bulacağım. Madem polisler hiçbir şey bulamadı, onların beceriksizliğini ben düzelteceğim.

Evet, işte saçmalamaya başlamıştı. Ben de bundan korkuyordum. Delirmiş gibi davranıyordu. Etrafa bakınıyor kendi kendine bir şeyler mırıldanıyordu. Duvarlara yerlere hatta bazen havaya bakıp Rana'dan kalmış bir iz arıyordu. İlerledikçe ilerliyor hiçbir ipucu bulamadıkça daha da sinirle hırsla arıyordu. Ben de ona yetişmeye çalışıyordum. Tam yanına geldiğimde aniden durdu. Bir şeye o kadar dikkatli bakıyordu ki! Neredeyse göz bebekleri yerinden fırlayacak gibi bakıyordu. Neye baktığını anlamak için gözlerinin baktığı yere baktım. Baktığı yerde bir kapının önünde birkaç meyve kasası vardı. Bir şey dikkatimi çekmeyince Jong In'e geri baktım. Gözleri dolmuştu. Baktığı yere doğru yöneldi. Meyve kasalarına doğru eğildi ve ben o anda fark etmediğim şeyin bir kumaş barçası olduğunu anladım. Açıkçası Rana'nın başına taktığı şu şeyin aynı kumaşındandı. Sonunda onun nerede olduğunun, en azında gerçekten bu tarafa götürüldüğünün kanıtı bulmakla beraber sevinmiştim. Jong In eline kumaşı alırken bir şey daha fark ettim. Kan vardı. Hem meyve kasasında hem de yerde kan vardı. Bütün sevincim alt üst olmuştu. Kan vardı. Ve çok büyü ihtimalle Rana'nın kanıydı. Jong In'in elinde duran kumaşa bir daha baktım. Onun üstünde de kan vardı. Jong In'e baktım. Elindeki kumaşı öylesine sıkmıştı ki kendi tırnakları elini kanatmaya başlamıştı. Dişleri sımsıkı duruyordu. Aslında bütün vücudu tekrardan kaskatı kesilmişti. Bir süre sonra kasılmaktan titremeye başlamıştı.

Bu sırada Rana:

Ara sıra başım çatlayacak gibi oluyor, bazen de dünya fırıl fırıl dönüyordu. Ama en azından etrafımdan daha haberdar bir şekildeydim. Görüşüm ara sıra bulanıklaşıyordu ama ginede ne tür bir yerde olduğumu biliyordum. Her yer gri aslında. Alüminyum şeklinde parlak yansıtan bir gri. Yansımalardan kendimi yamuk yumuk görebiliyordum ama yine de net değil. Işık yok denecek kadar vardı. Yanıp sönüyor, bazen tamamen kapanıyordu ve oda tamamen karanlık oluyordu.

Ne yani ben şimdi ailemi görmeden mi öleceğim. Bu muydu? Daha 20'lerimdeyim bu muydu? Bir ara kaşımın kenarının tekrar kanadığından eminim. Ah, bunlar başıma neden geliyor?

(TEKRAR UZUN BİR ARADAN SONRA BERABERİZ. AMA GÖNLÜNÜZÜ ALMAK ADINA 2 BÖLÜM ART ARDA ATICAM AMA FAKAT VE ANCAK HEPSİNE BEĞENİ VEYRUM ATMAYI UNUTMAYIN. İYİ OKUMALAR, İY EĞLENCELER. UMARIM BEĞENİRSİNİZ!)


Hayallerinin Peşinde / #wattys2016Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin