Güzel Haber

134 11 2
                                    

Ben kızın yüzsüzlüğüne şaşmış bakarken kız bana doğru yaklaşıp yüzüme dikkatlice bakmaya başladı. Bu arada Jong In ve diğerleri bu olanlara dikkat kesilmiş bakıyorlardı. Kızın arkası onların olduğu yere denk geldiğinden dolayı fark etmiştim bize doğru baktıklarını. Kız bana tekrar bağırmaya başladı. “Sen nasıl gelebildin buraya? Ya! Dün dersini almadın mı sen?” dedi ve tekrar ittirdi. Bir anda kızın arkadaşlarından biri ensemi tutup çekti. Benim zaten başımın dönmesi hala tam olarak geçmemişti bide üstüne bu eklenince dengemi kaybetmeye başladım. Daha kötü olmamak için yere oturmak zorunda kaldım. Birden kızlar arkalarına bakıp kaçmaya başladılar. Ben de onların arkasına baktım. Arkadan Jong In, Chan Yeol, Kris ve Tao’nun koşarak geldiklerini gördüm. Jong In “ Ya! Siz ne yapıyorsunuz?” diye bağırıyordu. Tao ve Jong In kızların arkasından gitti. Kris ve Chan Yeol yanıma geldiklerinde Kris hemen polisi aradı, Chan Yeol’da bana bakıp “İyi misin? Başın dönüyor mu?” diye soru sormaya başladı. Arkadaki diğerleriyse ajansa girmişlerdi. Yapıcak işleri vardı. Chan Yeol ve Kris beni ajans kapısından geçirdikleri sırada Tao ve Jong In de kızları yakalamış getiriyorlardı. Polisse çoktan gelmiş benim ifademi alıyordu. Kızları polise teslim ettikten sonra Jong In ve Tao yanıma gelip iyi olup olmadığımı sordular. İyi olduğumu söyledim. Jong In “İçeriye geçmene yardım ediyim mi yoksa kendin gidebilir misin?” dedi. “Kendim gidebilirim. Fanlar daha fazla yanlış anlamasın.” “Yanlış anlayacak bir şey yok! Altı üstü ajansta çalışan birisine yardım edeceğim o kadar.” “Yok gerçekten gerek yok.” dedikten sonra ajansa doğru yürümeye başladım. “İyi tamam sen bilirsin.” deyip diğerlerine “Hadi çabuk olun geç kalacağız.” dedi. Ve hepsi birden koşmaya başladı. Jong In koşarken bana dönüp “Fighting(Hwaiting)” işareti yapıp yoluna devam etti. Arkasında güldüm ve ajansa doğru yürümeye başladım. O dama geldiğimde sandalyeme oturup kendime gelmeye çalıştım. O sırada işler de çevrilmesi gereken şeylerde gelmeye başlamıştı tabi. 10 dakka kadar dinlendikten sonra işe başladım. 20-30 dakka geçmişti kapım çalındı. “Gelin” dedikten sonra içeriye telaşla giren Yesung’u gördüm. Bana “İyi misiniz? Benim yüzümden başınıza bir sürü şey gelmiş. Jong In’le konuşurken öğrendim. Gerçekten böyle olsun istemezdim. Özür dilerim.” Ben şok olmuş dinliyordum. O sözlerini bitirdiğinde ayağa kalkmaya çalıştım ama başım döndüğü için geri oturmak zorunda kaldım. “Özür dilerim. Şu an ayağa kalkmak benim için çok zor. Ama benim başıma gelenlerle sizin bi alakanız yok Yesung-shi. Ben kendimi korumayı beceremedim. Ayrıca fanların yaptığı bir şey neden sizin suçunuz olsun ki? O fanların arsızlığı.” dedim. Bana gülümsedi. “Ginede özür dilerim. Eğer sizden yardım istememiş olsaydım…” “Başkası olsa o da size yardım ederdi ve o fanlar gine yapıcaklarını yapardı.” diyerekten sözünü kestim. Bana baktı ve teşekkür etti. Gülümsedim. “Kendine dikkat et! Benim işlerim olduğu için gitmem gerekiyor. İyi günler.” dedi ve çıktı. Olay hemen herkese nasıl yayılmıştı öyle! Birkaç kişi daha gelip geçmiş olsun dedi bana. O günden sonra hergün Jong In yanıma gelip benle sohbet etmeye başladı. Nasıl olduğumu sordu. Bu arda diğerlerinden gelip bana nasıl olduğumu soranlarda oldu. O şekilde 2 hafta geçti. En olaysız günlerimdi geldiğimden beri. Başımın dönmesi ara sıra hala geliyordu ama benim üzerimde çok ta fazla etkisi olmuyordu. O 2 hafta içerisinde yemeklerimi odamda yerken EXO’nun odasında yemeye başladım. onlarla sohbet ederken arada korelilere çince, çinlerede (özellikle Tao’ya) korece dersler vermeye başladım. ders derkende öyle düzenli şeylerden bahsetmiyorum. Birbirlerine sormadan öğrenmeye çalışanlar, yada bilmesi gereken bir şeyi unutupta yanlarındaki kişilere sormak istemeyenler gelip bana gizlice soruyordu. Ben de bunu herkesten gizlemeye çalışıyordum. Herkes birbirinin dil seviyelerinin kendisinden üstün olduğunu zannediyordu ama bazen bana 3-4 kişi farklı zamanlarda gelip aynı kelimeyi yada cümleyi sorabiliyordu. 2 hafta böyle geçtikten sonra müdür beni odasına çağırdı. “2 gün sonra EXO grubuyla beraber çine gidiyorsun. Bu aralar onlarla çok vakit geçirdiğini görüyorum. İyi anlaşmış gibisiniz.” “eğer bu sizi rahatsız ediyorsa…” “Hayır hayır, bu önemli değil. Sadece fazla ileri gidip çocukların kontratlarını bozmalarına neden olma yeter.” O an öyle kaldım. Ne demeliydim? Ne yapacağımı şaşırdım. En sonunda gülümsemeye karar verdim. “2 gün sonra saat kaçta burada olmam gerekiyor?” “Sabah saat 5 civarı burada olsan yeter.” dedi ve ben “Tamam başkanım.” Diyip dışarı çıktım. Odama girdiğimde masama geçip oturdum. Hala başkanın neden böyle bir şey dediğini düşünüyordum. Beni Jong In’e karşı olan hislerim zaten belli ama o bana zaten bakmaz. Neden bunu sorun etsin ki? O sırada içeri Jong In girdi ve büyük bir coşkuyla “Duydun mu? Hep beraber Çine gidecekmişiz!” o an üstümdeki şoku atmam gerektiğini fark edip “Oh! Evet duydum. Ben de çok sevindim. İlk defa çine gideceğim. Hem de sizinle!” Ajansa geldiğimden beri ilk defa adam gibi bir tercümanlık işi gelmişti bana. Bu yüzden ayrı bir sevinçliydim. “Oraya gittiğimizde bu sefer de biraz gezecekmişiz ortalıkta. Bunu da biliyor muydun?” dedi Jong In. “Hayır bilmiyordum. Ha! Hem ilk gidişim olcak hem de ilk orada gezişim! Çok şanslıyım!” dedim gülerekten. O da gülmeye başladı. Akşam eve gittiğimde valizime koyacaklarımın listesini çıkardım. Çine gideceğimiz için yanımda yiyebileceğim, karnımı doyuracak şeyler almam gerekiyordu. Bol bol almaya çalışmaşıydım ki bu yüzde bir sonraki gün bakkala uğramalıydım. Kore’de yiyebilinen helal bisküvilerden almam lazımdı. Listeyi hazırladıktan sonra internet üzerinden annemlerle görüştüm. Başıma gelenlerden tek kelime dahi bahsetmedim ki annem üzülmesin. Ama her şekilde anne kız biz gine ağladık. Ablamla EXO ile olan arkadailığımdanbahsettiğimde beni kıskandığını ve beni tebrik ettiğini söyledi. Çünkü ne zaman gelecekte bu şirkete çalışacağım desem, “Kesin çalışırsın kesin!” diye benle dalga geçiyordu. Şimdi ise hayalimi gerçekleştirmiştim! Biraz daha ailemle konuştuktan sonra saat geç olduğundan kapatmam gerekti. Ve hazırlanıp yatmaya gittim. Ertesi gün her zaman ki gibi geçti. Jong In geldi gitti. Bana gelip tercümeler soruldu. Öğlen yemeği sırasında kahkalar atıldı ve o gün öyle geçti. Tabi bu süreçte beni bayıltan kızlarında serbest bırakıldıklarını duydum. Açıkçası onlar için sevindim çünkü hayatları mahvolucaktı. O akşam işlerimi erkenden bitirip eve gittim. Ve hazırlanıp yattım. Sabah saat 4 civarı kalktım ve hazırlandım. Önceki günden valizimi zaten hazırlamıştım o yüzden kahvaltımı edip hemen çıktım. Ajansa vardığımda saat 5’e geliyordu. Herkesi otobüse bindirip havalimanına doğru 1-2saat süren yolumuza başladık. Otobüsün arka taraflarında bie yerde oturmuş müziğimi dinliyordum. O sırada şansa yıllar önce exo’nun çıkardığı “Wolf” şarkısı çalmaya başladı. Birisi birden gelip sol kulaklığımı çıkarttı ve “Öne gelsene. Niye burada tek başına oturuyorsun? Sohbet ederiz.” Soluma doğru baktığımda Sehun’un kolumu çekiştirdiğini fark ettim. “Sabahın köründe bu ne enerji.” dedim. Uyku kafama vurmuş olacak ki bunu saygı ekleri olmadan söylemiştim. Sehun bana bakıp gülmeye başladı. Ben olayı anşadığım gibi özür diledim ama sehun çoktan uyanık olanların ilgisini çekmeyi başarmıştı. Birkaç kişi bize bakmaya başlayınca Sehun “Yanlışlıkla saygı ekleri olmadan konuştu ona gülüyorum. Bir şey değil yani.” dedi. “Teşekkür ederim!” dedim. Güldü ve “Bir şey değil.” dedi. Menejer benden uyuyanları uyandırmam için yardım istedi çünkü hava alanına gelmek üzereydik. Herkesi uyandırdığımızda hava alanına varmıştık ve benim o andaki en büyük görevim EXO üyelerini sağ sağlim hava alanına götürüp uçağa bindirmekti. Hava alanının güvenlikleriylebirlikte işe oyulduk ve EXO üyeleri hızlıca otobüsten inip yürümeye başladılar. O saatte bile o kadar fazla fan vardı ki! Ben EXO’nun üyelerinin orta taraflarında duruyordum. Doğal olarak hepsi tek sıra halinde dizilmiş yürümeye çalışıyorlardı. Öyle böyle en sonunda geçirdik ve uçağa bindirdik. Onları geçirirken kim bilir kaç tane fotoğrafta çıkmıştım. “Umarım benim olduğum tarafları silerler” dedim kendi kendime. Business class’taydı biletlerimiz. Uçağa ilk menejer girdi. Birkaç üye girdikten sonrada ben girdim. Bana “Sizin yeriniz şurası.” diyerek yerimi gösterdi ve ben çantamı yukarıya koyduktan sonra yerime oturdum. Derin bir nefes alıp yorgunluğumu üstümden atmaya çalıştım. Herkes yerine geçiyordu. Ben de gözlerimi kapatıp uyumaya karar verdim. Tam uykuya dalmak üzereyken bir el sırtıma değdi ve “Çok mu yoruldun?” dedi. Sesini tanıdığımdan dolayı birden heyecanlanmıştım nedensiz yere. Yukarıya soluma doğru baktım ve bana doğru bakan Jong In’i gördüm. “Siz de mi burada oturacaksınız?” dedim. “Evet. Aslında menejer oturcaktı ama sen sıkılmayasın diye ben geliyorum. Neden? İstemiyor musun? Gidiyim mi?” “Dalga mı geçiyorsunuz benle? Gelin, oturun.” dedikten sonra ikimizde gülemeye başladık ve o da yanıma oturdu. O kadar sık görüşmemize rağmen, bir kere bile yan yana oturmamıştık. O 2 saat boyunca yan yana oturacaktık!

Hayallerinin Peşinde / #wattys2016Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin