BÖLÜM YEDİ
"Multiple Sclerosis-MS"
"MS hastalarının depresyona girme ihtimali, normal bireylere göre daha fazladır. Hastalığın öğrenilmesiyle başlayan umutsuzluk, geçirilen ataklar ve atakların ardındaki kalıntıların geç düzelmesi moral bozukluğunu katlar ve hasta depresyona girebilir. Bu da hastalığı olumsuz etkiler. Olumsuz etkilendikçe ataklar artar. Ataklar arttıkça depresyon da artar... Böyle, lanet olası bir kısır döngü."
Arif, Derman'ın hastalığını ilk öğrendiği zaman soluğu doktorunun yanında almıştı. Derman'la ilkokuldan ortak arkadaşları olan Cerrahpaşa'daki nörolog, muayenehanesinde bunları söylemişti. Ve eklemişti, "Psikolojik durum, iyileşeceğine olan inanç her şeyden önemli, Arif. Onu, bu hastalığın omuzlarındaki bir yük olmadığına, yanında taşıyacağı bir arkadaşı olduğuna inandırmamız gerekiyor."
İlk öğrendikleri günden itibaren, yaklaşık üç yıldır, her an yanında kalmıştı Arif. Belki de bu yüzdendi bir şeyler beceremiyormuş gibi durup da arkadaşının menajerliğini üstlenmesi... Bu hastalığın Derman'ın omuzlarındaki bir yük olmaması için elinden geleni yapmıştı ve yapıyordu lâkin arkadaşı o kadar inatçıydı ki, bir türlü bunun aksi bir durumu olabileceğine inanmıyordu.
En son ki atağın üzerinden henüz iki ay geçmiş olmasına rağmen yeniden, hortlarcasına ortaya çıkması hayra alamet değildi. Biraz evvel, Derman uyurken öyle demişti doktor.
Şimdi ise can dostu uzandığı yatakta, dilinin peltekliği henüz geçmemiş bir vaziyette ve gözlerinde hiç görmediği buğunun esirliğinde soruyordu,
"Bacaklarımı da mı etkilemeye başladı?"
"Kortizon alacaksın ve düzelecek, Derman. Sadece biraz sabret."
İnkâr edercesine başını iki yanına salladı Derman. Şimdilik düzelecek diye geçiriyordu o anda içinden.
"Desene, Hopa biletleri yandı."
"Çok mu istiyorsun Hopa'ya gitmeyi?" Arif'in sesi, uzun süredir hissedilmeyen bir yumuşaklığa ve saflığa bürünmüştü. Öyleydi ki, arkadaşı şu an ne istese yapabilirdi.
"Bugün ablamı arayana kadar bu kadar büyük bir istek içerisinde değildim ama ablamı da ikna edince... Bir bahane sunarsam çok ayıp olacak."
Arif, bütün imkânları ve imkânsızlıkları ayrı kefelere koyup terazisinde tartmaya başladı. Doktor en iyi terapinin psikolojisindeki iyileşme olduğunu söylemişti ve o şimdi, arkadaşına Hopa'ya gitmenin ne kadar iyi geleceğini biliyordu.
"Doktorla konuşacağım"
"Neyi? Kortizon almazsam ayağa kalkamam, Arif. Biliyorsun."
"O zaman sen de Hopa'da alırsın."
"Diyorsun ki, öğrensin herkes..."
"Zaten, geç kalmadın mı? Bırak, ailen sana destek olsun Derman. Ben nefes almayı keseceğim güne kadar senin yanında olacağım ancak bir annenin ya da babanın sana hissettirdiği o güven duygusunu veremem. Onlara söylemelisin artık. Neyse, çok konuştuk ve yoruldun. Yarın sabah kortizon için Cerrahpaşa'ya gideceğiz. Gidip tavuk falan alayım, yağsız tuzsuz haşlayayım. İyi olur."
Biliyordu ki, kortizon aldığı dönemde yağsız, tuzsuz, şekersiz yiyecekler yemeliydi. Bir de mide ilaçları... Koruyucularla desteklemeliydi midesini. Fiziksel desteği her türlü sağlardı Arif, ancak biraz önce de kurduğu o uzun konuşmada belirttiği gibi, dostuna yeterli gelmediğinin bilincindeydi.
*****
Ertesi gün Derman hastaneye gitmeye halinin olmadığını söylemişti. Bedeni, içi boş bir çuval gibi yatağa yığılmış dururken, üstüne üstlük de sol bacağındaki hissizlik sahnedeki yerini alırken arabaya binip gitmesi biraz zor olacaktı. "Hemşire eve gelemez mi?" diye sordu Arif'e ve Arif de onu ikiletmeden, damar yolundan uygulanacak ilaç için hemşireyi ve doktoru eve çağırmıştı. Hastalığın Derman'a yarenlik ettiği üçüncü yılda, bu dördüncü defa kortizon alışıydı. Birincisini ilk atağında almıştı, sol elini hissetmediği o günlerde... Onun ardından yaklaşık iki yıl boyunca büyük bir atak geçirmemiş oluşuna şükrederken, iki ay evvelinde ve şimdi kendisini yenilgiye uğratan ataklar yeniden kortizona başlamasına neden olmuştu.
"Bir şeyler için canını mı sıkıyorsun?" diye sordu doktor, muayenesini bitirip hemşiresine damar yolu açmasını işaret ederken.
"Hayır. Her şey günlük rutininde devam ediyordu. Sol elim güçsüzlüğünü sergilemekten geri kalmıyordu evet ama yine de konserlerime devam edebiliyordum."
"Günlük rutinine bir şeyler eklenmiş olmalı Derman. Senin bile fark etmediğin, bilincinin çok çok derinine yerleşmiş bir şeyler... Psikolojik destek almayı hâlâ reddediyorsun, değil mi?"
"Desteğe ihtiyacım yok. Şu ilacı alacağım ve geçecek. En azından, şimdilik."
"Sen istesen, inansan, bunların hepsi un kadar küçük ataklar halini alacak, biliyorsun."
"Bu zırvalıkları kes doktor. Mesleğim elimden gidiyor, piyanom elimden gidiyor... Elim işlevini yerine getirmiyor! Notalara bastığımda elimin altındaki o tuşları hissedemiyorum Doktor! Ne düzelmesi?"
Sıvı, serumdan koluna ve oradan da damarlarına nüfuz ederken, daha etkisini göstermediği halde ruh hâlindeki değişim gözünü iyice korkutmuştu doktorun. Nice zor hastalarla karşılaşmıştı da hiçbiri Derman kadar inatçı olmamıştı. Adamın iyileşemeyeceğine duyduğu inancın bir nebzesini iyileşmeye kullansa, bir arpa boyu yol alamadıkları şu üç yılda bu kadar kötü sonuçlar almazlardı belki de. Ancak bu inatçı piyanist bunu anlamamakta ısrar ediyordu.
"Yarın aynı saatte hemşireyi gönderirim. Yağsız, tuzsuz, şekersiz yemeyi unutma. Ve psikolog önerimin hâlâ geçerli olduğunu son kez söylüyorum." Sözcükler doktorun dudaklarından dökülürken, o da içinden tekrar ediyordu birebir ezberlediği cümleleri. Doktor, kısa bir baş selamının ardından dışarıya çıktığında odada hemşire ve Derman baş başa kalmıştı. Dut yemiş bülbül misali, geldiğinden beri sesini çıkarmayan hemşire suskunluğunu devam ettirirken, o da başını yatağının yanındaki camdan tarafa çevirmişti, bir şeyler görebilme umuduyla. Hava düne nazaran daha kapalıydı. Güneş, sanki onun yaşadıklarını biliyormuş gibi küsüp saklanmıştı yağmur yüklü bulutların ardına. "Yağmur yağacak" diye geçirmesiyle birlikte, camı gökten dünyaya inen damlalar tarafından tıklanmaya başlamıştı. Sağlam olsaydı şimdi sol bacağı, hissetseydi parmak uçlarını da pencereden sarkıp ıslatsaydı elini...
Yaklaşık iki buçuk saat sonrasında serumdaki ilaç bitmişti. Geçmek bilmeyen, akreple yelkovanı elinden gelse zorla itmeyi düşlediği o saatler sonunda bitmişti. Hemşire de geldiğinden beri ilk defa konuşarak vedalaşıp çıkmıştı odasından.
Ertesi gün ve ondan sonraki gün aynı tekdüzelikte devam ediyordu. Hemşire geliyor, serumu bağlıyor, birkaç saat sonra tekrar gidiyordu. Vücuduna aldığı kimyasal ilacın etkisini daha ilk andan hissetmeye başlamıştı Derman. Bacağındaki o amansız hissizlik yavaş yavaş karıncalanmaya başlamıştı. Bu iyiye işaretti, hem de çok iyiye. Belki ertesi gün, destek almadan yürümeyi başarabilirdi. Onu şu an tek bir şey rahatsız ediyordu, o da Hopa'ya gidemiyor oluşu. Arif'i dinlememiş ve ailesinden herhangi birine yine hiçbir şeyden bahsetmemişti. Yalnızca okulda toplantıları olduğu yalanlarını uydurmuştu.
Kortizonun dördüncü gününde hemşire yine aynı işlemleri yapmış ve yine hiç konuşmadan, veda etme gereksinimi bile duymadan çıkmıştı odadan.
Aynı dakikalarda kapının çalıyor oluşu ve Derman'ın ayaklanamayıp, aşağı inemiyor oluşunun üzerinde oluşturduğu yıkım öyle büyüktü ki... Başka zaman olsa ve evde Arif'le oturuyor olsalar, açmaya tenezzül dâhi etmez ve menajeri kimliğine bürünen adamın kapıya yönelişini izlerdi. Ancak, insan düşünce sistemi o kadar garipti ki, imkânı varken yapmadığı şeyler elinden alındığında ona amansız bir özlem duyuyordu.
Hemşire yavaşça merdivenleri inerken Arif de hızla kapıya gitti ve delikten baktı. Karşısında gördüğü yüz, daha öncesinde bir yerde karşılaşmış olsalardı aklının bir köşesine kazınıp oradan çıkmayacak kadar güzel ve muntazam hatlara sahipti. Kapının o saçma dürbününden bile çekici gelen, kusursuz gözüken bu yüzün canlı halini görmek ve kim olduğunu sormak için merakla heyecanın harmanlandığı duygularla açtı kapıyı. Arif iki gündür süregelen mutsuz yüz ifadesini en büyük gülümsemesiyle maskelerken, karşısındaki kız ise gergin olduğu bütün çizgilerinden belli olan bir ifadeyle kendisine bakıyordu.
"Pardon" dedi, yanlış adrese gelip gelmediğini kontrol etmek için kapının üzerindeki numaraya bakarken, "Derman Hoca'nın evi, değil mi?"
"Evet, küçük hanım ancak siz kimsiniz?"
"Öğrencisi. Hüma..." Eliniyavaşça karşısındaki adama uzattı, "Hüma Öztürk."c? \\
ŞİMDİ OKUDUĞUN
-Di'li Geçmiş Zaman
General Fiction"En sevdiğim zaman -di'li geçmiş zamandır benim. Yaşadığım her an, bir önceki anıma özlem duyarım çünkü." 22 Eylül 2015'te wattpad'de ilk defa yayımlanmaya başlanan bu kitabın bütün telif hakları şahsıma aittir.