Bölümü 8.1'le birleştirmeyen yazar pişmanlığı çizelim şuraya :)
Bu arada herkese merhaba! Umarım yeni okuyucular kitabın gidişatından, eski okuyucular ise yaniden düzenli bir şekilde yayımlanıyor oluşundan memnundur.
Sizin bu çok konuşan yazarınız çok fazla şey söylemek istiyor ama iş bu sayfayı açmaya gelince hepsini unutuyor :( ha, ne diyecektim?
Bu bölümde sevgili Öykü Odabaş'a (Gercek_Masallar ) çok teşekkür etmek istiyorum. Teşekkürüm bu bölümle sınırlı değil elbette. Bana konservatuar yaşamı ve piyano ile ilgili verdiği bilgiler, ayrıca çekip attığı videolar için çok ama çok teşekkür ederim. Onu piyano çalarken gören şanslı biri olduğumun altını burada kalın bir şekilde çizmek istiyorum efendim :)
Keyifli okumalar diliyorum hepinize! Ve umarım eski okuma düzenimizi tutturabiliriz diyorum.
Sevgiyle kalın! :)
*********
Duramıyordu kadın. İçini kemiren hisler öyleydi ki, koca bir diken batıyordu, kardeşine bağlı olan yüreğine. Saplanıp kalıyordu orada. Arif arayıp "Derman iyi değil, Derya. İstanbul'a gelmen gerekiyor" dediği andan, taksinin buğulu camından yedi tepeli şehri izlediği ana değin geçmemişti boğazına takılıp kalan o yumru. Zaten kardeşinin Hopa'ya gitme isteğiyle dolup taşmasından anlamıştı bir haller olduğunu. Zihninin içerisinde nefes alışverişlerini duyduğu o soru işaretleri, aldıkları her solukla kötü bir şey olduğunu fısıldıyordu. Bir an evvel varmalıydı Derman'ının, sol yanının evine. Bir an evvel görmeli, sarmalıydı kardeşini. Tıpkı küçükken düşüp dizlerini kanattığında kucakladığı gibi...
"Biraz daha acele edemez miyiz şoför bey?" Sol yanının diğer yarısının, oğlunun, başını okşarken bakışları taksi şoförünü buldu. Adam sanki kadının çaresizliğini hissetmişçesine hiçbir şey demeden ayaklarının altında hissettiği pedala bastı. Az kalmıştı aslında gidecekleri yere ancak o an için az kavramı bütün sonsuzluğuyla katlanıp karşısına yığılmıştı.
Şoför dakikalar sonrasında geldiklerini söylerken, evden tek bir çantayla çıkmanın verdiği rahatlıkla oğluyla birlikte indi arabadan. Almadığı para üstü bu kadar erken getirdiği için taksiciye bir teşekkürdü.
Enes, "Anne, biraz yavaş olur musun? Yetişemiyorum" diye serzenişte bulununca anladı neredeyse koştuğunu. Tek yaptığı site kapısından içeriye hızla yürümekti oysa. Kapıdaki Halim Efendi'ye bir baş selamı verip yine koşar adım apartmanın girişine giderken oğlu kendisine seslenmese, şimdiye çoktan kardeşinin evine varmıştı.
"Özür dilerim Enes ama biliyorsun dayını çok özledim. Biraz acele edemez misin?"
"Ederim ancak geldik zaten" kollarını açmış, apartmanın girişini gösteriyordu.
"Tamam tamam" diyerek koluna girdi oğlunun ve asansöre doğru yürümeye başladı.
Kapının önüne geldiğinde bu sefer tez canlılık eden kendisi değil, Enes'ti. Zile munzurca basıyor ve duyduğu melodiyle mutlu olup yerinde zıplıyordu.
Aynı anlarda Derman kendi odasında bacaklarını açabilmek adına yürümeye çalışıyor, Arif ise arkadaşı için tavuk haşlıyordu. Kortizonun bitmesine bir gün kalmıştı ve hâlâ yağsız-tuzsuz-şekersiz diyeti devam ediyordu. Zilin belirli bir ritim çaldığını duyunca ikisi de anlamıştı kimin geldiğini. Bu eve bu ritimle gelen tek bir kişi vardı... Derman, yeğeninin geldiğini hissedince içine doğan umut huzmesinin etkisiyle aşağıya inmek için merdivenlere yönelirken Arif kapıyı açmıştı bile.
"Ooo, ailenin delikanlısı gelmiş!" diyerek kucakladı artı bir fazlayla dünyaya gelmiş ve kimseden hiçbir eksiği olmayan bu genci.
"Arif Amca! Hoş bulduk! Dayım nerede?"
"Bu evde yalnızca dayın mı yaşıyor çocuk? Ben neyim burada?"
"Kızma kızma. Sadece, onu senden biraz daha fazla özledim"
Onun bu açık sözlülüğü karşısında kahkahalarını tutamadı o odada bulunan kimse.
"Ne o, yeğenimden mi kıskanmaya başladın Arif?"
Tıpkı Hüma'nın geldiği gün olduğu gibi, bacaklarındaki aksaklığı belli etmemeye çalışarak kendini ite ite iniyordu merdivenlerden. Aslında o günden beri bir hayli azalmıştı bacağındaki ve kollarındaki uyuşukluk ancak yine de kalıntıları temizlemek kolay olmuyordu. Ablasına ve yeğenine de bir şey belli etmediğini sanarak aşağı indi ve Enes'e sarıldı. Sıra ablasına geldiğinde ise, Derya'nın öyle bir bakışı vardı ki... Yalnızca on saniye diye geçirdi içinden Derman. Yalnızca on saniyede anlamıştı sanki ablası, bugüne kadar çektiği fiziksel ve duygusal sancıların hepsini o gözlerde yakalamıştı.
"Hoş buldum" gözyaşlarını saklamak için kırpıştırdı göz kapaklarını ve geçen bu on saniyenin ardından hışımla sarıldı kardeşine. Boynunu kendisine doğru çekmesinden anlaşılıyordu "Neler olduysa hepsinin hesabını vereceksin" dediği. Ve Derman'ın kısa bir göz kırpışında gizliydi "her şey yolunda" adlı yalanı söyleyeceği.
*****
Hiçbir şey görmüyor, hiçbir şey duymuyor, hiçbir şey hissetmiyordu. Hüma'nın anlattıklarını duyduğu andan itibaren kafasında çizdiği senaryoların haddi hesabı yoktu. Bir yanı hesap sorması için haykırırken diğer yanı ise buna hakkının olmadığını söyleyerek susturuyordu karşı tarafı. Sağ avucunun içindeki sıcak kahve bardağını sıktıkça sıktı, hınç çıkarmak istercesine.
"Anlayamıyorum" diye fısıldadı.
"Neyi? Anlattım ya her şeyi işte. Gerçi, ben de anlayamıyorum."
"Neden adamın evine gidiyorsun, Hüma? Bu cesareti nereden buluyorsun?"
"Gidemeyecek ne var ki?" diye düşündü içindeki hırçın kız. Alt tarafı bir öğretmenini ziyarete gitmişti.
"Şimdi bana bu doğrultuda hesap sormayı bırakıp şunu söyler misin; bana yardım edecek misin yoksa etmeyecek misin?"
"Özerk'le aramızın nasılolduğundan haberdarsın. Özellikle de senin kolunu o hâle getirdiği günden beri.Yine de onunla iyi geçinip neler olduğunu öğreneceğime dair umudun varsa, banauyar, dediklerini yaparım. Ama senden tek bir şey istiyorum, bana bunlarınnedenini anlatacaksın."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
-Di'li Geçmiş Zaman
Ficción General"En sevdiğim zaman -di'li geçmiş zamandır benim. Yaşadığım her an, bir önceki anıma özlem duyarım çünkü." 22 Eylül 2015'te wattpad'de ilk defa yayımlanmaya başlanan bu kitabın bütün telif hakları şahsıma aittir.