BÖLÜM 3; RÜYA

455 48 31
                                    

Karanlık... Işığın tüm ihtişamını geride bırakarak, içinde barındırdığı bütün kötü duyguları kapatmaya çalışırcasına etrafı siyaha boyayan bir karanlık... Ve bu karanlığın içerisinde, gücünün son demlerini kullanan bir adam; Derman.

Koşuyordu. Dipsiz kuyuların en derinine, çıkmaz sokakların en sonuna... Arkasına baka baka koşuyordu. Geride bıraktıklarına, -di'li geçmiş zamanın en kuytu köşelerinde gizlenen anılara bakarcasına, önünü dönemeden koşuyordu. Bazen ayağı takılıyor, sendeleyip düşecek gibi oluyor ve ardından, koşup durduğu sokaklar birer labirente dönüşüyor ve o labirentin sarmaşıklı duvarlarından destek alarak ayakta durmaya çalışıyordu. Sendelemesi işine yarıyordu. Yırtılacakmış gibi hissettiği ciğerleri etrafa hırıltılar saçarken bir nebze olsun soluklanmasını sağlıyordu.

Boğuluyordu. Boynuna urgan geçirmişlerdi de inatla sıkıyorlardı sanki ve nefes alamıyordu. Ne ara giydiğini anlamadığı smokininin papyonunu eliyle gevşetti ve bir kenara fırlattı. Koşmaya devam ediyordu. Kurtulmak istiyordu. Burası her neresiyse, bir an evvel bir çıkış yolu bulmak istiyordu. Ancak bir hâl çaresi düşünse de bulamıyordu.

Neden sonra, başını arkaya bakmaktan alıp önüne döndüğünde karşısında gördüğü, kahverengi, ahşabı yıllandığını haykıran eskilikte kapıyı gördü. Düşünmeye dahi fırsatı olmadan kapıya son bir hamle yaptı ve açarak içeri attı kendini.

Neredeydi? Ne yapıyordu? Yine bir karanlığın içine kulaç atmıştı ve bu denizden çıkmak istiyordu artık. Bu sefer hiçbir şey görmüyordu gözleri. Öyleydi ki gece körlüğü olan bir insan bile o anda kendisinden daha net seçebilirdi etrafını. Temkinli olduğu yavaşlığından sezilen bir adım attıktan sonra spot ışıklarının gürültüyle açılışını duydu. Ardındansa hep hayran olduğu o alkış sesleri... Gözlerinin ışığa alışması için birkaç kere kırpıştırması gerekiyordu. Sonrasında ise görüşü netleşmeye başladı ve bir sahnede olduğunu ancak o zaman anladı. Ama ters giden bir şeyler vardı, ilk defa gizemli havasından ödün vermiş ve seyircilere yüzünü göstererek çıkmıştı sahneye. Karşısındaki kalabalıktaki artan alkış sesleri doğru bir tercih yaptığını fısıldıyordu kulağına. Hızla piyanosunun önündeki pufa oturdu ve tuşlarını eliyle yokladı. Aylardır üzerinde çalıştığı bestesinin ilk vuruşlarını yaptı. Daha ilk notaya dokunmasıyla, biraz evvel durulan alkış sesleri yeniden hayat bulmaya başlamıştı.

Ama bilmediği bir şey vardı.

Bir anda, sol eli felç inmiş gibi tutulmaya başladı. Neler oluyordu? Tam en yükseğe çıkmışken, seyirciye yüzünü göstermişken... Olacak iş miydi? Tuşların üzerinde kilitlenip kalan elini şöyle bir süzdü. Hareket etmesi için, motoru ölmüş bir arabayı arkadan itekler gibi, zorladıkça zorladı kendisini ama nafileydi. Olmuyordu işte, bir türlü hareket etmiyordu parmakları. Hep kaçındığı o son gelip çatmıştı demek ki...

Bakışlarını ellerinden kaçırıp koltuklara çevirdiğinde, oturanların hepsinden bir "yuh" sesi yükseldiğini duydu. Nankör... İnsanoğlu nankördü. Yıllarca o koltuklarda, ellerini yırtarcasına alkışlayan insanların hepsi şimdi karşısına geçmiş yuhluyordu. Orada ölmek istediğini düşledi. O sahnenin altına gömülmeyi...

Derin, çok derin bir nefes alarak yatağından sıçradı. Biraz daha uyanmasa canının çıktığını hissedebilirdi. Aman ya Rabbi, o nasıl bir rüyaydı?

Bilinçaltım yine beni delirtmeye çabalıyor diyerek yanındaki komodinin üzerinden içi su dolu bardağı aldı ve titreyen elleriyle dudaklarına götürdü. Sol eli yine her zamankinden daha güçsüz bir tavır sergilemişti. Sudan bir yudum aldıktan sonra yerine bıraktı bardağı ve siyah yorganı üzerinden atarak ayaklandı. Yataktan kalkmasıyla içini yine bir ürperti doldursa da bu sefer umursamadan banyoya girdi.

-Di'li Geçmiş ZamanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin