BÖLÜM ON DÖRT
-di'li Geçmiş Zaman
Derman'ı şarampolden yuvarlayıp yıkıma sürükleyen kâbusunun üzerinden yalnızca yirmi dört saat geçmişti. Bu kadar süre zarfında ağzını açıp tek bir kelime bile etmemiş, hiçbir düşüncesinin sözcüklerle can bulmasına izin vermemişti. Arif, devamlı meraklı gözlerle en yakın arkadaşını süzüp, bütün ihtiyaçlarını yerine getirirken Derman'ın beyninin içinde dönüp duran her şeyi öğrenmek istiyordu. Ancak sormaması, üstelememesi gerektiğini bildiğinden sessizlik konusunda arkadaşına eşlik etmekten başka bir şey yapamıyordu.
Düşünüyordu Derman, anılarının üzerini kapladığı o kalın bulutu şimdilik kâbuslarının esintisiyle dağıtmıştı ve tek tek irdeliyordu onları. Mutlu olduğu, umutsuzluk girdabına kapılıp her gün çırpınmadığı o günlerin üzerinden ne kadar çok zaman geçtiğini fark edince de tatlı bir şaşkınlık hissine bürünüyordu. Neredeydi o okula yeni başlamış, hayatta sırtına aldığı tek sorumluluk piyanosu olan zıpır delikanlı, nerede şimdi otuz beşine basmış ve bütün ailenin yüküyle birlikte MS'i kucaklayan adam...
Hayatı ikiye ayrılıyordu; MS öncesi ve MS sonrası. Ha, bir de bulutların ardında kalan o anıları vardı, onları da eklerse belki de iki dönüm noktası üçe ayırırdı bu kısa ömrünü.
İnsan, hayallerine ortak ettiği birini unutabilir miydi? Aradan kaç yıl geçerse geçsin, gerçekleştirdiği bütün hayallerinde yanında görmek istediği asıl ismi bulamayınca, böyle derinlere batıp kalabiliyordu. Tıpkı Derman gibi.
"Sormayayım, sormayayım diyorum Derman ama artık yeter, çatlayacağım."
Düşüncelerinin orta yerine trajikomik bir şekilde oturan bu cümleyle Derman yarım saattir izlediği çay bahçesinden kafasını çevirip sobanın odunlarını değiştirmekle meşgul olan arkadaşına döndü. Yüzünde "ben de tam bunu demeni bekliyordum" diye bağıran bir bakış ve ona eşlik eden içten bir gülümseme vardı.
"Bu kadar durman bile bir mucize. Sor hadi sor."
"Ne düşünüyorsun bu kadar? Evet, inzivadasın ve seni rahatsız etmemem gerek ama sen de tek kelime etmiyorsun be Derman Hocam. Arada bir ağzını açsan da bu kadar endişe duymasam?"
Haklılık payını gözlerini kaplayan anlayış yüklü bakışlarla veriyordu Derman. "Doğru söylüyorsun" dedi, biraz düşünmek için yavaşa ayağa kalkıp sobanın yanına ısınmak için geçerken. İçindeki odunlar henüz tutuşmaya çalışırken çıkan çıtırdama sesi, hatıralarındaki keman sesinden sonra en sevdiği sesti. "Seni hem buralara kadar sürükledim, hem de tek kelime bile etmeyerek canını sıkıyorum, kusuruma bakma."
Arif, Derman'ın sahip olduğu ciddiyetin katlanıp mahcubiyete dönüştüğünü görünce bir anda sohbet konusunu yumuşatmak için her zamanki maskelerini giydirdi cümlelerine. "Sen ne zamandan beri bana karşı bu kadar kibarsın?" diye sorarken bir yandan da tutuşmaya çalışan odunları eline aldığı demir sopayla karıştırıyordu. Bu hâlini görünce gülümsememek elinde değildi Derman'ın ama konuşmalarının aldığı ciddi hâl şimdilik bunu ertelemesine neden oluyordu.
"Şaka yapmıyorum, Arif. Sana karşı mahcubum. Allah aşkına, kim menajerine soba yaktırıyor bu devirde?" Konuşmanın sonunda istemeden vurgu yaptığı menajerlik mevzusu, bu ortamda Arif'i tek düşündürtecek şeydi. Bunu fark edince söylediklerini toparlamaya çalışsa da iş işten geçmişti artık. Alacağı şiddetli tepkiden haberdar olsa da bir umut denemek isteyerek ekledi Derman; "Gerçi, burada benim menajerim değilsin sen."
"Ha şunu bileydin Derman! Ben burada senin çalışanın olduğum için mi bulunuyorum?"
"Hayır, hayır. Yanlış bir cümleydi, biliyorum. Sen burada dost sıfatıyla bulunuyorsun, diğer bütün sıfatlarının üzerinde."
"Söyle o zaman Hocam, hastalığın mı bu kadar dert ettiğin? Kâbusların mı? Okuldaki o küçük kız mı? Başka bir şey gelmiyor aklıma, çıldıracağım, Derman. Dünyada sırtımı yaslayabileceğim tek insana yardım edememek ne kadar acı, biliyor musun?" Arif'in günlerdir içinde tuttuğu bütün sorular soğuk su etkisiyle başından aşağı akmıştı Derman'ın. Özellikle eklenen o 'küçük kız' kısmı... Demek ki kendisinin fark edemediği bir şekilde dışarıya yaydığı enerjiler bu kızda yoğunlaşan düşüncelerini açığa veriyordu. Ancak o konuya çok daha sonra değinecekti.
"Canım bir şeye sıkkın değil, Arif. Gerçekten. Sadece... Sadece geçmiş zamanı kolaçan ediyordum. Bazen kapısını çalıp yoklamak gerekiyor."
"Senin durumunda onları sonsuzluğa göndermek çok daha hayırlı benim gözümde."
"Senin için öyle ama yarını belli olmayan biri için tam tersi. Biliyor musun? En sevdiğim zaman –di'li geçmiş zamandır benim, yaşadığım her an bir önceki anıma özlem duyarım çünkü. Kendi yaşadığım, başkasından işitmediğim bu hayatı geçen her saniye özlüyorum."
"O'nu da özlüyorsun, değil mi?" Adını dillendirmeye korkuyordu Arif. Uzun zamandır yalnızca 'O' diye bahsedilen kişinin bir anda ismini söylemek, yasaklı bir büyüyü dile getirmek gibiydi.
"Herkes herkesi özler, Arif. Hele beraber bir gelecek planladığın birileriyse bu... Neredeyse on yıl geçti, hâlâ ne hata yaptım, gençliğimde ne eşeklik ettim diye düşünüyorum. O'nu bu seçime sürükleyecek ne yaptım?"
Yıllar öncesinde "Sen" diye hitap edilen, adıyla seslenilen birinden şimdi "O" diye bahsetmek... İşte bu, Derman'ı yeni bir atağa götürebilecek en derin duygulardan birini hissettiriyordu.
"Sen bir hata yapmadın, Derman. Bu, onun seçimiydi. Biz her ne kadar tam tersini düşlesek de bazen işler bizim istediğimiz gibi yürümüyor. Hayat bir konser organize edip her şeyi sorunsuz bir şekilde tamamlamaya benzemiyor ya da günlerce çalışıp çıktığın sahneden alkışlarla inmeye... İllaki bir pürüz çıkarıyor, seyirciler beğenmiyor, orkestran bazen sana eşlik etmekte zorlanıyor."
"Doğru, aksini iddia etmiyorum zaten, edecek kadar toy değilim artık. Yaşanan onca şeyden sonra yaşamımı uzaktan izleyince işlerin yolunda gittiğini fark ettim."
"MS'i dışarıdan izleyemezsin ama Derman." Arif, bir an evvel geçmişe gömülmesi gereken konuyu derinlerde bir yere göndererek öteliyor, MS'i sahaya sürerek Derman'ı bugününde tutmaya çalışıyordu.
"Yine mi MS? Biz on yıl evvelinden konuşmuyor muyduk?"
"Öyle ama aklının bir köşesine kazıman için söylüyorum, MS'i izleme, ona sahip çık, arkadaş ol ki yenebilesin." Sobayla olan savaşını bitip arkadaşının yanına yavaşça oturduktan sonra konuştu Arif. Onun önceliği, -di'li geçmiş zamandan gelen bir hayaletin yeniden canlanmasını önlemek değil, Derman'ın hastalığının yaratacağı etkileri önlemekti. Belki de Derman'ı bu hastalığa sürükleyen psikolojik yıkımların başkahramanını yok sayıyordu, bilmiyordu ama o hayaletle başa çıkacak gücü ne kendisinde ne de arkadaşında bulmuyordu.
"Daha önce sahip çıkıp arkadaş olduklarım gibi mi? Söylesene, ona davrandığım gibi bu hastalığa da davransam, sahiplensem gider mi?"
"O gitmişti, MS de gider, neden olmasın? Bu hastalığı bu seçime itebilirsin."
Birazdüşündü Derman. Arkadaşının kendisi için ne kadar çabaladığını gördükçe, onaitaat etmeye doğru ilerliyordu. "Umarım dediğin kadar kolay olur Arif, umarım."Fp50x50%2F14130��2�;�U
ŞİMDİ OKUDUĞUN
-Di'li Geçmiş Zaman
General Fiction"En sevdiğim zaman -di'li geçmiş zamandır benim. Yaşadığım her an, bir önceki anıma özlem duyarım çünkü." 22 Eylül 2015'te wattpad'de ilk defa yayımlanmaya başlanan bu kitabın bütün telif hakları şahsıma aittir.