Boynundan aşağı köşeli, iri gümüşler sarkıyordu. Başındaki örtüden daha kara olan gözlerini kızın yüzüne mıhlamış, öylece duruyordu. Bembeyaz duvarlı konağın avlusunda bir karabasandan farksızdı. Uzunca bir süre bakıştıktan sonra eğilip Zülzine'nin kulağına doğru fısıldadı:
"Kimsin sen? Kim gönderdi seni buraya?"
Zülzine onunla bu ilk temasında, yüzüne bakışından, kulağında hışırdayan nefesinden ve sertçe fısıldayan sesinden hayatının değişmek üzere olduğunu anlamıştı. Henüz onu tanımamasına rağmen, bu adamın onun kaderinde çok büyük bir tesir yapacağını içten içe hissetmişti. Yüzüne bakarken içi titriyor, duyduğu ürpertiyi engelleyemiyordu. Derin bir sezişle korkuyordu ondan.
Hissettiği sadece elindeki hançerin yaşattığı can korkusu değildi. Bu çok daha büyük bir korkuydu. Gözlerine mıhlanmış bu derin bakan siyah gözler,kızın ruhunda varlığını bilmediği pencerelerden girmiş, içini karıştırmış, dalgalandırmış, en büyük sevinçlerin ve hüzünlerin tohumlarını saçmıştı.
İlk şaşkınlık geçince içinde uyanan korku, dehşetle karışarak artmaya başladı. Kapı açılmadan önce fırtınada dışarıda kalmaktan korkuyorken, şimdiki korkusunun yanında fırtınanın esamesi bile okunmuyordu.
Ürkek bir ses tonuyla "Mahbube Ana" diyebildi. Kendi sesindeki korkuyu fark edince birden silkindi ve o eski sakin tavrını takındı.
Bu adam namusuna ya da canına kastedebilirdi. Hele bir denesin! Zülzine kuru gürültüye pabuç bırakır mıydı hiç! İçi cesaretle doldu. Her ne pahasına olursa olsun, kendine asla dokundurtmayacaktı. Hem bu adamın tek başına yaşayan yaşlı bir kadının evinde ne işi olabilirdi ki? Acaba ona bir zarar mı vermişti? Aklından geçenlerin şiddetiyle sesinin çıkabildiğince haykırdı:
"Mahbube Ana!"
Adam hazırlıksız yakalanmıştı. Zülzine'yi kollarından kendine doğru hızla çekip duvara vurdu.
"Yavaş ol!"
Zülzine, çocukken yaşadığı bir kavgadan beri yanından hiç ayırmadığı hançerini çıkardı el çabukluğuyla. Korkusu eselmiş, hareketlerinde bir sakinlik baş göstermişti. Kavga ettiği zamanlardaki o delilik şimdi yeniden onunlaydı.
Böyle anlarda hızlı akan kanından ve hissettiği coşkunluktan büyük bir haz duyardı. Yüzüne yerleştirdiği muzip gülümsemeyle birlikte hançerini adamın karnına dayadı. Zülzine'nin bakışlarına mıhlanan o derin gözler birden şaşkınlıkla açıldı. Bir süre bakıştılar ve zihinlerinde birbirlerini tartmaya çalıştılar.
Tam o anda, şükür, kimse kimseyi kesmeden, Mahbube Ana'nın sesi duyuldu:
"Zülzine! Sen misin kızım?"
Mahbube Ana, iç avluya açılan odalardan birinin kapısından başını uzatmış bakıyordu. Zülzine'yi kapının arkasına sıkışmış görünce haykırdı:
"Ne yapıyorsun oğlum? Bırak onu çabuk! Yabancı değil o, arkadaşımın kızı!"
Yüzü örtülü bu esrarengiz adam, gözlerini bir an olsun ayırmadan, ellerini kızın üzerinden çekerek geriledi. Zülzine adama ters bir bakış attıktan sonra hızla yaşlı kadının yanına yürüdü. Hançeri hâlâ elindeydi, ama artık daha rahat görünüyordu. Yaşlı kadına endişeyle sordu:
"Bu adam sana bir ziyan vermedi ya, Mahbube Ana..."
Yaşlı kadın, Zülzine'yi siyah, beyaz ve kırmızı mozaiklerle döşeli odaya buyur ederken duyduğu bu soru karşısında gülmesine engel olamadı.
"Ah kızım, ne hoşsun! O benim kardeşimin oğlu olur. Ne ziyan verecek bana? Asıl sana bir şey oldu mu?"
Zülzine revaklı alçak kapıdan içeri girerken derin bir oh çekti. Hem fırtınadan hem de kendisini iyiden iyiye korkutan o kâbustan işte bu kapı sayesinde kurtulmak üzereydi.
Karşı duvardaki, iç içe geçmiş mermer havuzlardan dökülerek odayı ferahlatan suya koştu. Başındaki kum dolu örtüyü çıkarıp bir kenara attı ve yüzünü yıkamaya başladı. Saçlarının buklelerini silkeledi, yetmedi, bağını çözüp köklerine kadar temizledi.
"Dışarısı berbat Mahbube Ana. Zorda kalmasam gelmezdim, inan. Senin şu kardeşinin oğlu da, fırtınadan beter korkuttu beni. Gerçi hangimiz daha çok korktuk, Allah bilir. Kapıya sığınan genç bir kıza yaptığına bak. Hançer çekti bana yahu! Korkak! Hem korkak hem de kaba! Bana böyle davrandığına göre, gerçek bir düşmanla karşılaştığında ne yapıyordur acaba, gerçekten merak ettim."
Saçlarını iyice temizledikten sonra doğrulup yeniden bağladı. Yaşlı kadından yeğeni adına ufak da olsa bir savunma ya da en azından bir özür bekliyordu.
Dönüp gözleriyle odanın içini taradığında gördükleri karşısında kalakaldı. Yüzü hâlâ kapalı olan o siyahlı adam, az ötede, duvara yaslı, oymalı tahta sedirin üzerinde oturan Mahbube Ana'nın yanında ayakta duruyordu.
Zülzine nedense onun bu odaya gireceğini hiç aklına getirmemiş, adamın arkasından ağzına ne geldiyse söyleyivermişti. Derin bir nefes koyuverdi. Gözleri iri iri açıldı. Titremeye başlamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zülzine(KİTAP OLDU)
Romance"Nereye gidersen git, arar bulur seni! İnsan kaderinden kaçabilir mi?" Ak köpüklü mavi sularıyla Akdeniz'in kıyısında, Sahra Çölü'nün hemen kuzeyinde, kara kıtanın denizle buluştuğu yerde, sarı bir kumaşın üzerine iliştirilmi...