Önce kuşların sesleri duyuldu, sonra gitgide sıklaşan yeşillikler boylandı. Nihayet özlenen mavilik belirmişti Sahra'nın ortasında.
Suyu görünce gözlerine inanamadı Zülzine. Serap mıydı bu? Değildi muhakkak... İmuhaglar, yol boyu ciddiyetlerini muhafaza etmiş adamlar şimdi çocuklar gibi şendi çünkü.
Çok güzeldi, onca zaman kuraklık gördükten sonra, geçtiği her yere can getiren suyu görmek... Nehir vadiden gelip genişliyor, yayılıyordu. Kenarında bir çadır köyü kurulmuştu. Alaca renkli irili ufaklı çadırlar görünüyordu.
"Bak, orası benim yurdum... Onlar da benim insanlarım... Zülzine'm, artık çok az kaldı. Birazdan benim tebaamın erkekleri atlarına binip bizi karşılamaya gelecekler. Onlarla birlikte köye gireceğiz ve nikâhımız kıyılacak."
Zülzine şaşırmıştı. Bu kadar çabuk mu?
"Olmaz! Ben istemiyorum!"
"Neden Zülzine'm? Bu eninde sonunda olacak. Artık gidecek hiçbir yerin yok. Gözünün görebildiği her yer benim, her şey benim. Sen de benim olacaksın."
"Amir, bana böyle demedin sen. Zorlamam seni dedin, beklerim dedin!"
"Haklısın, dedim. Sözümün de arkasındayım, ama nikâhımızın şimdi olması asıl senin için önemli."
"Benim için mi? Neden?"
"Çünkü nikâhımız şimdi, yani seni ilk gördükleri zaman kıyılırsa, halkımın seni benim eşim olarak kabullenmesi çok daha kolay olacak. Kabul etmezsen, seni bir yabancı olarak tanıyacaklar ve hep öyle kalacaksın. Kabul edeceksin değil mi?"
"Hayır."
"Zülzine'm bak, bu eninde sonunda olacak. Gel, her şey güzellikle olsun."
"Güzellikle mi? Ben buraya güzellikle mi geldim?"
"Hayır, ama eğer beni bugün reddedersen burada sana yuvasını açacak, yemeğini paylaşacak tek bir Allah kulu bulamazsın. Buradan başka gidecek yerin yok. Bir daha Hammamet'e dönmek yok. Beni kabul etmezsen, kabilem önce seni dışlar, sonra da beni üzdüğün için sana düşman olur. Halkım beni çok sever. Benim sevdiğimi sever, yerdiğimi de yerer. Ben dâhil artık kimseden kıymet göremezsin. Kendi değerini düşürür, eninde sonunda mecburen karım olursun."
Zülzine derin derin soludu. Amir'in söylediklerini aklında tarttı, düşündü. Sonunda sıkıntılı bir sesle sordu:
"Peki, ne yapmam lazım?"
Amir sevinçle yanıtladı:
"Nikâh için mi? Hayır deme yeter."
"Tek bir şartım var."
"Bak mihrini ne kadar istersen iste, çekinme."
"Mihr önemli değil. Ben talak hakkımı istiyorum."
Amir kestirip attı. Nefesi sıklaşmış, sinirlenmişti.
"Bu hiç olmaz. Nikâh kıyıldığı gibi bozacaksın, onun için bunu şart koşuyorsun değil mi?"
"Hayır, Amir! Sen kendin söyledin az önce, nikâhı bozsam bile nereye gidebilirim ki? Hayır, ben sadece sana bu kadar mecburken beni ezmenden korkuyorum. Bu evlilik ben istemedikçe asla gerçek bir evlilik olmayacak. Talak korkusundan beni zorlayamayacaksın."
"Zülzine!"
"Dışarıda, diğerlerinin yanında karın olurum. Sadakatimden yana asla korkun olmasın. Gözün hiç arkada kalmayacak. Ama biz bizeyken karı koca gibi davranmayacağız. Şartım bu."
O sırada bir rüzgâr esti. Birdenbire pürüzsüz, lekesiz, parlak gökyüzü gri lekelerle doluverdi. Bu lekeler büyüdü, birbiriyle birleşti ve hiç beklenmeyen bir şey oldu: Yağmur başladı!
Adamlar sevinç naraları atıyor, ellerini yüzlerini gökyüzüne kaldırarak yağmurda ıslanmanın keyfine varıyorlardı. Karşılama grubu da sevinç içindeydi. Hem yağmur yüzünden hem de liderleri döndüğü için...
Hepsi atlarının üzerinde, kılıçları bellerinde, kiminin yüzleri beyaz, kimininki mavi türbanlarla sarılı, ekseri mavi kıyafetli birçok adam... Yaklaştıklarında hep bir ağızdan bağırdılar şevkle.
Anlamadı Zülzine. Amir de aynı şevk ve mutlulukla bir şeyler söyledi. Sesinin tonuna ve konuşmasına bir heybet gelip oturmuştu. Sanki yaşı büyümüş, bir olgunluk çökmüştü üzerine.
Gücü hissetti o anda Zülzine. Onu alan adamın zannettiği gibi biri olmadığını anlamaya başladı ve bu hoşuna gitti.
Amir atlılarına kavuşunca, önce kendi dilinde bir şeyler söyledi. Dedikleri adamlarını sevinçten deliye döndürdü. Sonra Zülzine'nin anlayacağı dilden konuşmaya başladı.
"Ben, Ahaggar'ın, Tinariven'in en iyisi, en usta silahşoru, en hızlı süvarisi, en şereflisi, en şerefli adamların lideri, Amahor'un en yücesi Vehb'in oğlu Nizar... Ben Amir, Fahd'ın kızı Zülzine'yi boşanma kendi elinde olarak, iki düzine dişi deve ve bu beş düzine altın mihr ile kendime nikâhladım. Fahd'ın kızı Zülzine, sen beni kocan olarak kabul ettin mi?"
Amir, konuşurken kuşağından çıkardığı deri keseyi Zülzine'ye uzatmıştı.
Zülzine bir an durdu. Adamlar durdu, atlar durdu. Sadece yağmurun çisentisi durmadı. Zülzine, Amir'in bedeninin yay gibi gerildiğini hissedebiliyordu. Bu kadar savaşçının saydığı bu adamı heyecanlandırabilmek çok hoşuna gitmişti. Tadına vardı, ama çok da uzatmadı. Gür bir sesle yanıtladı:
"Kabul ettim."
Amir'in gözleri ışıdı. Yüzü açıkta olmasa da, Zülzine onun suratında kocaman bir gülümseme olduğunu fark edebiliyordu. Mutlulukla ve şevkle bir daha sordu:
"Seni kendime nikâhladım. Kabul ettin mi?"
"Kabul ettim."
"Seni kendime nikâhladım. Kabul ettin mi?"
"Kabul ettim."
Amir sevinç dolu bir sesle karşılama heyetine döndü.
"Siz ey Amahor, ey kabilemin uluları, siz de şahidim olun.
Adamlar hep bir ağızdan bağırdılar. Şahit olmuşlardı.
Amir Zülzine'ye döndü.
"Artık benimsin Zülzine'm. Artık bana helalsin. Emin ol her zaman, her durumda senin hakkını gözeteceğim. Sen de benim haklarıma riayet edeceksin, buna eminim."
Başını eğdi yere Zülzine. Erkeklerine katılmaya gelen kadınların zılgıtlarıyla hayatında yeni bir sayfanın açıldığını hissediyordu. Artık Hammamet ve o başına buyruk, deniz ve özgürlük âşığı kız geride kalmıştı. Gözleri doldu. Damlalar usul usul süzüldü yanaklarından ve çiseleyen yağmura karıştı.
Masmavi denizde kocaman kulaçlarla yüzüyordu. Dalgalar onu alıp uzaklara, çok uzaklara, neredeyse ufuk çizgisine kadar taşımıştı. O kadar açılmıştı ki kıyıyı artık göremiyor, yönünü tayin edemiyordu. Hem boğulmaktan korkuyor hem de açıklara doğru yüzmeye devam ediyordu. Masmavi deniz aklını başından almıştı.
Ellerinde iri yüzükler takılı bir kol uzanıp yönünü kıyıya doğrulttu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zülzine(KİTAP OLDU)
Romance"Nereye gidersen git, arar bulur seni! İnsan kaderinden kaçabilir mi?" Ak köpüklü mavi sularıyla Akdeniz'in kıyısında, Sahra Çölü'nün hemen kuzeyinde, kara kıtanın denizle buluştuğu yerde, sarı bir kumaşın üzerine iliştirilmi...