Sözleri boşlukta yankılandı. Adamın gözleri siyah birer demir parçası gibi öfkeyle parıldamaya başlamış, kaşlarının ortasından kalın bir çizgi alnına doğru yürümüştü. Sıklaşan nefesiyle sertçe bağırdı:
"'İleri gidiyorsun."
"Ölü soyucu! Hepiniz böylesiniz. Şerefiniz yok! Anca köy basın, ocak söndürün, kız kaçırın... Benim namusumu düşünmezsin bile. Sadece senin canının ne istediği önemli, öyle değil mi? Şerefsiz harami!"
Bedevi hırsla asıldı dizginlere. Hızını almış, rüzgâr gibi uçan, burnundan soluyan at güçlükle durdu. Zülzine hemen yere attı kendini. Tuhaftır, bu kez adam engel olmadı. O da hızla indi attan. Yaklaştı, kızın kollarını tuttu sertçe. Mengene gibiydi parmakları. Yüzünü kızın yüzüne yaklaştırdı. Öfke dolu bir sesle, kelimelerini dişlerinin arasında eze eze konuştu:
"Bana bir daha sakın..."
Zülzine'nin nefreti kelimelere dökülmeye devam ediyordu. Ağzından çıkan sözcüklere kendisi de şaşırıyor, ama öfkenin o yakıcı heyecanıyla hiçbir şeyi umursamıyordu.
Bedevi başında hırsla dikildi. İşittikleri, onu delirtmeye yetmişti. Kızı kollarından tutup silkeleyerek kumların üzerine itti.
"Sus artık! Sus!"
Elini hızla havaya doğru kaldırdı.
Zülzine dertop oldu yerde. Yumdu gözlerini, nefesini tuttu, gelecek darbeyi bekledi, ama neyse ki beklediği şey olmadı.
Mavililerin en uzun boylusu, siyahlı bedevi ile kızın arasına girmişti. Kendi dillerinde bir şeyler söylüyordu ona. Siyahlı bedevi, azarlarcasına itekledi maviliyi. Hiç ses etmedi diğeri. Başını eğdi, dik durarak çekildi.
Siyahlı bedevi kızın yüzüne eğildi. Hırs dolu bir sesle konuşmaya başladı:
"Bana bak kadın! Bu edepsizliklerini cahilliğine, hakaretlerini de beni tanımamana veriyorum. Aslında bu kadar yufka yürekli bir adam değilimdir, ama şimdilik affediyorum seni."
Kızı kucaklayıp atına bindirmek istedi, ama Zülzine teslim olmayı, vazgeçmeyi bilmeyen karakterini bir gecede değiştirecek değildi. Direndi.
Bedevi öfkeyle mırıldanarak sırtındaki deri çantadan ucu tüylü bir iğne çıkardı ve kızın avcunu çiziverdi. Sonrası derin bir karanlık... Zülzine'nin o geceye dair hatırladığı en son şey buydu.
İçine derin bir endişe doldu. Şu bedeviden bir an önce kurtulmazsa, hayalindeki o tekne ile onu çağıran mavi derin denizler hayal olacaktı.
O uyurken kaçabilirdi. Neden olmasın? Bir hevesle çadırın kapısına koştu, ama dışarıdaki gölgelikte oturan mavili bir Tuvarek onu görünce başını iki yana salladı. Zülzine sıkıntıyla iç geçirdi.
Ah, hançerini kaptırmamış olsaydı... Olsun... Adam hançerini aldıysa alsın, onun da hançeri vardı ya... Bir de kenarda duran şu uzun kılıcı... Yok, hançer çok daha iyiydi.
Uyuyan bedevinin yanına yaklaştı usul usul. Yanını yöresini arayacaktı. Adam birden sanki hiç uyumuyormuşçasına doğruluverdi. Hain! Kim bilir ne zamandır kendisini izleyip duruyordu. Bir de gülüyor!
Zülzine yere çöktü.
"Kaçamadın mı?"
Bir de dalga geçiyor!
Zülzine yine bağırmaya başlayacaktı, ama kendini tuttu. Pazarlık yapmalıydı. Madem özgürlük istiyordu, çabalamak zorundaydı.
"Bak bedevi, gel anlaşalım. Dün keşke hiç yaşanmamış olsaydı, ama yaşandı. Şimdi ikimiz de bunları unutacağız. Sen beni Hammamet'e geri götüreceksin."
"Ben? Aldığım kızı geri mi götüreceğim?" Bir kahkaha savurdu adam.
"Gülme hemen, bak dinle. Mahbube Ana'dan öğrenmişsindir zaten, babam Medina'da bir kuyumcuydu. O ölünce dükkânı bana kaldı. Bir de konağım var. Çok zenginim ben. Beni geri götür, bütün hepsini sana vereyim. Çok para... Düşün bak, bir dükkân dolusu altın diyorum!"
"Sen beni ne zannediyorsun?"
"Kızma hemen. Bak, kızmadan dinle. Ben sadece özgürlüğümü satın almak istiyorum. Benden aldığın parayla çok zengin bir adam olursun, kendine göre birini bulup evlenirsin."
Adam yerinden fırladı, kızı kollarından tutup sarstı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zülzine(KİTAP OLDU)
Romance"Nereye gidersen git, arar bulur seni! İnsan kaderinden kaçabilir mi?" Ak köpüklü mavi sularıyla Akdeniz'in kıyısında, Sahra Çölü'nün hemen kuzeyinde, kara kıtanın denizle buluştuğu yerde, sarı bir kumaşın üzerine iliştirilmi...