"Şimdi de esir tüccarı mı diyorsun bana?"
Zülzine acıyla yüzünü buruşturdu. İtti adamı. Elbisesinin kollarını sıvadı, kolları mosmordu. Bedevinin yüzü bir anda değişti.
"Ben... Dün gece ben... Zülzine bana da, atalarıma da iftira attın. Ben sabırsız biriyim, kendime hâkim olamadım. Seni hırpalamak istememiştim, ama..."
"Bak işte, esir tüccarı değilsen bile, kaba adamın tekisin. Birbirimize göre değiliz. Bırak beni.
Bırak yurduma döneyim. Hem..."
Zülzine gözleriyle etrafı taradı. Yüzünde küçümseyen bir ifadeyle konuşmaya devam etti:
"Hem benim gibi konaklarda yetişmiş şehirli bir kızı bu çadıra mı layık görüyorsun?"
"Burası mı? Zülzine sen beni tanımıyorsun. Sonra bu dediklerine çok pişman olacaksın. Burası konakladığımız bir köy... Benim çadırım çok uzakta. Buna da hiç benzemez."
"Ben seni de tanımak istemiyorum, yurdunu da... Daha ilk günden bir sürü kavga ettik, şu hâlime bir bak! Bırak beni, gideyim."
"Asla... Asla bırakamam seni Zülzine. Ne istersen iste benden, ama bırakmamı isteme. Yapamam. Ben şu dünyada bana layık kimse yok sanıp yalnız gezerken, hiç beklemediğim bir anda seni buldum. Şimdi böylesine tutulmuşken bırakamam. Bile bile senden ayrı düşemem. O güzel gözlerine ilk baktığım anda anladım bunu. Dün halamın evinde, sen benim içeri girmediğimi zannettin, saçını açıp yüzüne su serptin ya... İşte o zaman, sana bakarken bildim ki, kaderlerimiz bir çizilmiş Zülzine. Çarpıldım bir an. Sanki sen tuttun beni, yere yıkıverdin. Benden nefret eden varlığından bile bu derece mutluysam, beni sevdiğin vakit nasıl olurum hayal bile edemiyorum.
Ben o mesut günlerin geleceğini umarken, seni kendi ellerimle salıveremem."
Adam ilk defa böylesine içini açmıştı Zülzine'ye. Utanmış olmalıydı söylediklerinden. Yukarıya bir yere astığı peçesini aldı, başına doladı, yüzünü örtüp çıktı.
Oysa Zülzine öfkeden kuduruyordu. Ne adamın söylediği güzel sözler ne de duyduğu aşk umurundaydı. Buradan kurtulmalıydı, ama nasıl?
Kapıda bekleyen Tuvarek ve bu siyahlı adamın inadından nasıl kurtulabilirdi ki? Çıkar bir yol ararken, dün gece kaçmasın diye yanında yatan Berberi kadının elinde bir tepsiyle yemek getirdiğini görünce gözleri parladı. İşte kurtuluş!
Zülzine hemen boynundaki inci dizisini söktü, kadının eline tutuşturup yalvarmaya başladı. Kadın Arapça mı bilmiyordu, yoksa kızı mı duymuyordu bilinmez, ama umursamadığı kesindi.
Kapıda bir karartı görünce korkuyla döndü. Bedevi işte yine ordaydı. Adam uzun adımlarla yanına yaklaştı. Kadının elinden kolyeyi aldı, yerine şıngırdayan bir kese bıraktı.
Zülzine çadırın öbür köşesine gitti, omuzlarını düşürüp oturdu. Ah, kör talih gelip onu bulmuştu işte! Ne olurdu sanki halasını dinleseydi de, fırtına lafı dillerde dolaşırken evden çıkmasaydı! Ne olurdu başka bir yere sığınsaydı. Aklına Samire'nin usul usul kıpırdayan dudakları geldi. Belki de kızın bedduası tutmuştu! Ah sivri dilli Zülzine ah!
"Gelsene, yemek yiyelim."
Başının örtüsünü çadırın direklerinden birine asan adama baktı Zülzine. Karnı çok açtı, ama onunla yemek istemiyordu. Umursamaz göründü, gözlerini yere indirdi. Adam reddedilince yüzündeki tebessümü kaybetti. O delici bakışlarıyla süzdü Zülzine'yi baştan ayağa.
"Gel dediğimde gel. Artık beni dinleyeceksin. Hem Hammamet'te öğretmediler mi sana? Sofraya davet geri çevrilmez."
Zülzine korktu. Aniden öfkelenebilen bir adamdı bu. Bir türlü de pazarlığa yanaşmıyordu. Üstelik yüzü açıkken öfkelendi mi, daha korkunç görünüyordu. İki dev adımda yanına geldiğinde Zülzine iyice panikledi, elleriyle başını saklayarak sindi. Neyse ki, yine korktuğu gibi olmadı. Bir süre öylece kalıp bekledikten sonra, ellerini başından çekip baktı. Genç adamın yüzündeki öfke silinip gitmişti. Mahcuptu şimdi ve üzüntülü...
"Neden böyle korkuyorsun benden? Sana bir zarar vermem ki..."
"Ama dün gece yaptığın..."
"Dün gece çok ağır konuştun. Sana ziyan vermek istememiştim. Böyle olacağını bilemedim."
Mecbur kalmadıkça Zülzine'ye dokunmuyordu. Yine dokunmadı. Kolundan tutacak gibi olduysa da vazgeçti. Zülzine sofraya gelmeden ayrılmadı yanından. Israrlı bir şekilde onu bekledi.
"Sofraya gel. Yolumuz çok uzun daha. Aç kalmanı istemiyorum."
Sinideki etli kuskusa dayanamazdı Zülzine. Çocukluğundan beri çok severdi bu yemeği. En sonunda dayanamadı. Karşılıklı oturdular sofraya. Sessizce yemek yenildi, şerbetler içildi, karınlar doydu, keyifler az da olsa yerine geldi. Zülzine bir kez daha şansını denemek istiyordu. Munis bir tavırla sordu:
"Bedevi, ben seninle gelmek istemiyorum. Beni burada bıraksan?"
"Seni bırakırsam, ölürsün Zülzine. Yurduna dönmeyi unut! Bitti o hayat. Seni geri götürmem artık, burada da bırakmam. Seninle benim ömrümüz artık beraber geçecek."
Ne boş umut! Beraber geçecekmiş. Laf!
"Ölsem de olmaz bu dediğin. Eninde sonunda kaçacağım."
"İstersen dene. Çöldeyiz artık. Sen şehirlisin, çölde yaşamak nedir bilmezsin ki... Kaybolursun. Aç susuz kalıp da ölmezsen, ya bir aslan ya bir yılan ya da bir akrep çıkar karşına. Ben seni korumazsam ölürsün. Artık bana mecbursun."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zülzine(KİTAP OLDU)
Romance"Nereye gidersen git, arar bulur seni! İnsan kaderinden kaçabilir mi?" Ak köpüklü mavi sularıyla Akdeniz'in kıyısında, Sahra Çölü'nün hemen kuzeyinde, kara kıtanın denizle buluştuğu yerde, sarı bir kumaşın üzerine iliştirilmi...