*

2.7K 61 24
                                    

Ak köpüklü mavi sularıyla Akdeniz'in kıyısında,Sahra Çölü'nün hemen kuzeyinde, kara kıtanın denizle buluştuğu yerde, sarı bir kumaşın üzerine iliştirilmiş bir mücevher gibi parıldayan beyaz bir şehir vardır: Hammamet... Mağrip'in incisi...Yaşamayı seven mutlu insanların şehri... Mavi denizinin rengindeki evleri, kapıları, beyaza boyalı duvarları, pencereleri, balkon kafesleri, bol kedili,dar ve karışık sokakları ile Hammamet...

O gün kentin sokaklarında her zamankinden farklı bir telaş göze çarpıyordu. İnsanlar hızla Medina Çarşısı'nı, çevresindeki meydanları, sukları ve sokakları boşaltıyor, evlerine ya da dükkânlarına çekiliyor, kapılarını ve pencerelerini sıkı sıkı kapatıyorlardı.Herkesin dilinde tek bir kelime vardı;fırtına...

Sahra'nın öfkesi yavaş yavaş şehrin kıyısından sızmaya başlamıştı. Fırtına dev bir heyula gibi tüm sokakları, evleri, gölgeli avluları, konakları,sarayları ve çarşıları kaplıyor; şehri zeminden göğe kadar işgale hazırlanıyordu.

Ortalık gece çöküyormuşçasına kararmıştı.Gökyüzünden dökülen parlak sarı günün nurları şehrin üstüne kadar inse de, evlerin üzerine şöyle bir değip kaçıyordu. Kocaman bir dalga kavrulmuşun gibi gelip örtüvermişti koca kenti. Tozdan göz gözü görmüyordu. Sıcak ve kavurucu bir rüzgâr kim bilir nerelerden koparıp binlerce yıldır sürüklediği kumları genç yaşlı, eski yeni, canlı cansız demeden büyük bir hızla çarpıyor, dört bir yana savuruyordu.

Koca şehir güneyli bir rüzgâra teslim olmuştu.Sokaklar bomboştu. Kaçabilen herkes bir yerlere saklanmış, fırtınanın dinmesini bekliyordu.

Biri hariç...

Çıkmaz bir sokağın ağzında soluk eflatun elbisesi, hâkî başörtüsü ve ham deriden yapılmış koyu kahve renkli sandaletleriyle genç bir kız,ağzını burnunu kapatmış, fırtınaya direnmeye çalışıyordu. Küçük kumlar gözlerini yakıyor, vücuduna aynı anda binlere iğne batırılıyormuşçasına canını acıtıyordu. Sığınacak emin bir yer ararken içinden bir bela silsilesi savurdu. Bu havada dışarı çıkmasa olmaz mıydı?

İlerideki üzerine Fatıma'nın eli nakışlanmış oval mavi kapıya aşinaydı. Halasının tanışlarından Mahbube Ana'nın eviydi burası.

Bu kadın annesinin gençliğini bildiğinden,Zülzine'yi de pek severdi. Fırtınayı onun evinde geçirebilirdi. Büyük kapının kulpuna yapışıp arka arkaya hızla vurdu.

"Tak tak tak tak!"

Bekledi, ama ne bir ses duydu ne de kapı açıldı.Bu fırtınada dışarıda mı kalacaktı yoksa? İçine bir korku çörekleniverdi. Ne yapacağını bilemez olmuştu.

Çaresizliğinin etkisiyle daha da hırslandı ve bu defa yumruğuyla tekrar kapıya vurmaya başladı.

"Tak tak taka tak tak tak tak!"

Hızını alamayıp tekrar kapıyı çalmaya yeltendiği sırada, eli havada kaldı ve aniden açılan kapının ardından uzanan siyah bir kol kızı tuttuğu gibi içeri çekti.

Zülzine şaşkınlıkla ne olduğunu anlamaya çalışırken çoktan kapının arkasındaki beyaz boyalı duvara yapıştırılmıştı bile. Kıpırdamaya çalışsa da, böğrüne dayanan hançerin sivri ucunu hissettiği anda arkasındaki duvarın taşları gibi kaskatı kesildi.

Baştan aşağı simsiyah giyinmiş, yetmezmiş gibi yüzünü de başındaki siyah sarığın bir ucuyla sarıp sarmalayarak sadece gözlerini açıkta bırakmış uzun boylu bir adam, sert bakışlarını Zülzine'ninkilere dikmişti.

Boynundan aşağı köşeli, iri gümüşler sarkıyordu.Başındaki örtüden daha kara olan gözlerini kızın yüzüne mıhlamış, öylece duruyordu. Bembeyaz duvarlı konağın avlusunda bir karabasandan farksızdı. Uzunca bir süre bakıştıktan sonra eğilip Zülzine'nin kulağına doğru fısıldadı...


Zülzine(KİTAP OLDU)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin