Sabah uyandığımda saat 12.00 olmuştu. Gece 03.00'de yattığımız için bu gayet normaldi. Zeynep saat 01.00'de eve gitmişti ama Derin bende kalmıştı.
Yataktan kalktım ve pilin yanına gittim. Kurduğum sistemin işe yaradığını umarak pili çıkardım. Bitmiş olduğundan emin olduğum bir pildi. Elektrikli diş fırçamı aldım ve pili ona taktım. Düğmesine bastım. Birden ucu dönmeye başladı. BAŞARMIŞTIM!
" EUREKA, EUREKA! " diye bağırmaya başladım. Gerçekten çok mutluydum. O sırada Derin içeri girdi. Anlaşılan yeni uyanmıştı. Kapıyı açar açmaz
" Ne oluyor lan! " dedi. Ona döndüm ve " Başardım, pili güneş enerjisiyle doldurdum! " dedim. Şimdi gözleri daha da açılmıştı. Bana sarıldı ve
" Aferin lan, " dedi. Anlaşılan şimdi o da mutluydu. Ardından " E bu kadar uğraşmışsın bunu güzel bir kahvaltıyla kutlarız değil mi? " diye sordu. Ona döndüm ve " Evde hiç bir şey yok, " dedim ve sırıttım. Gözlerini kısıp bana bakmaya başladı ve " O zaman giyin de bir yerlere gidelim. AÇIM! " dedi.
" Tamam, " dediğimde odadan çıkıyordu. Pizza yemek istemediğini bildiğim için bu seçeneği söylememiştim. Sabahları pizza yemek annemin beni alıştırdığı bir şeydi. Sık sık taşındığımız için sabahları hamburger olsun pizza olsun her şeyi yiyebilirdim.
Üstümdeki pijamaları çıkardım ve temiz bir iç çamaşırı giydim. Midem omurgama yapışmış gibi duruyordu. Sanki akşam yedi dilim pizzayı yiyen ben değildim. Elime beyaz bir yarım bel t-shirt alıp üstüme geçirdim. Siyah bir tayt alıp altına giydim. Saçlarımı taradım ve çok az makyaj yaptım. Telefonumu ve cüzdanımı alıp aşağı indim. Derin çoktan giyinmiş beni bekliyordu. Üstünde su yeşili bir skinny jean, beyaz bir t-shirt ve mavi bir ceket vardı. Kahverengi dalgalı saçları beline kadar geliyordu. " Ha sonunda hazırlandın, " dedi ve kapıya doğru yürüdü. Ayağına turkuaz Converse'lerini geçirdi ve kendini kapıdan dışarı attı. Bende ayağıma siyah-deri Converse'imi geçirdim ve o gün aldığımız ceketi omzuma attım. Anahtarı aldım ve dışarı çıkıp kapıyı kilitledim. Merdivenlerden aşağı indik ve apartmandan çıktık. Sağa tarafa doğru yürümeye başladık ve ilk gördüğümüz simitçiye girdik.
Üçgen peyniri simidinin üstüne koyup yerken gayet mutlu görünüyordu. Kahvaltı boyunca pek konuşmadık. Ayranının dibindeki son yudumu da içtikten sonra " Akşam yine sende kalcam. " dedi. Tabii kalabilirdi ama biraz şaşırmıştım. " Tabii kal ama neden ki? " diye sordum. Birden yüzündeki gülümseme gitti ve " Ailevi bir mesele. Boşver. " dedi. Aslında çok merak ediyordum ama daha çok moralini bozmak istemedim. Annesinin ve babasının aralarının bozuk olduğunu biliyordum ama evden ayrılacak kadar kötü olduğunu düşünmemiştim. Aslında en doğrusunun boşanmaları olduğunu düşünüyordum. Benim annem ve babam da ayrıydı. Babam yurt dışında yaşıyordu ve Alman bir eşi ve bir oğlu vardı. Aslında onu kıskanmıyordum. Aksine çok seviyordum. Kardeşim gibiydi ki zaten kardeşimdi. Adı Kaan'dı. Bazen arkadaşlarıma ondan bahsederken hangi Kaan'dan bahsettiğimi karıştırıyorlardı. " Bizim Kaan mı yoksa kardeşin Kaan mı? " diye soruyorlardı. Ben de cevap neyse onu söylüyordum. İsimleri aynı olsa da tipleri çok farklı ama huyları aynıydı. Kardeşim olan Kaan; koyu kahve, kıvırcık saçlı, gri-siyah gözlü, on yaşında bir çocuktu, esmerdi. İnce, uzundu. Çok tatlıydı. Adının KaĞan olarak yazılmasına çok sinir oluyordu. Benzeyen huylarından biri de buydu zaten. İkinci benzeyen huyları da ikisinin de hattinden fazla ve çok kızmasıydı. En sinir olduğum huyları da buydu zaten. Kaan ( kardeşim olan ) arada bana kalmaya gelirdi. Onu İstanbul'da gezdirir, en güzel kafelere götürürdüm. Akşam Kaan'ı arayacaktım.
Simitçiden çıktığımızda Derin, " Eve gidelim. " dedi. Canım alışveriş yapmak istese de kabul ettim. Eve girdiğimizde o koku yine vardı. Derin bunu fark edemeyecek kadar kötü durumdaydı. Salona gitti ve televizyonu açtı. Ben de yanına gidip oturdum. Televizyonda bir müzik kanalı vardı. O da oturmuş arka plandaki şelaleyi izliyordu. Bir süre sonra ağlamaya başladı. Artık ona ne olduğunu sormam gerekiyordu. " Neyin var? " diye sordum. " Yok bir şey. " dedi. Ama tabii ki de bu cevapla yetinmeyecektim. " Hadi anlat, biraz rahatlarsın, " dedim. Derin bir nefes aldı ağlamayı kesti ve titrek, içten gelen bir sesle " Annem ve babam dünden önceki gece çok büyük kavga etmiş. Ben dışarıdaydım. Kardeşim anlattı. Ama sonunda ayrılmaya karar vermişler. Ayrıca bilmediğim bir nedenden dolayı da Ömer benden ayrıldı, " diyebildi sonunda. Ona sarıldım ve göz yaşlarının t-shirt ümü ıslatmasına izin verdim. Benden ayrıldıktan iki ay sonra Ömer onunla çıkmaya başlamıştı. Başta çok gıcık olsam da bir süre sonra alıştım ve normal bir durum olduğunu algıladım. Beş dakika gibi bir süre sonra başını kaldırdı ve tekrar omzuma yasladı. Geri çekilip başını yukarı kaldırdım. Ömer'i gerçekten sevdiğini biliyordum ve Ömer de onu seviyordu. Ayrılmasının sebebini idrak edememiştim. Tam neden ayrıldıklarını düşünürken kapı çaldı.
Kapıyı açtığımda karşımda Begüm'ü gördüm. Derin de görmüş olacak ki boğuk bir sesle
" Ben yukarı çıkıyorum. " dedi ve merdivenleri teker teker çıkmaya başladı, odamın kapısını açıp içeri girdi. Umursamadım. Odama sık sık girip çıkardı. Benim odam onun odası demekti. Tam o sırada Begüm içeri daldı. Sinirli görünüyordu. Sinirinin, dün gece Zeynep'in verdiği bilgiyle ilgili olup olmadığını merak ediyordum. Salona doğru yürümeye başladığında kapıyı kapatıp onu takip ettim. Hışımla tekli koltuğa oturdu ve bana bakmaya başladı. Sanki gözlerinden ateş fışkırtıyormuş, o ateşinde beni yakmasını istiyormuş gibi bakıyordu. Bir şey söylemek istiyordum ama ne söyleyeceğimi bilemiyordum. Ona hak veriyordum. Sonuçta hatrı sayılır bir süredir beraber olduğunu sevgilinin senden başka bir kızdan hoşlandığı için ayrılması haksızca bir şeydi. Ama bunda benim bir suçum yoktu. Sonuçta ben Berk'i ayartmaya çalışmamış ya da onunla bir birliktelik yaşamamıştım. Fakat o, şuanda bunu anlayamayacak kadar kızgındı. En sonunda konuşmaya karar verdim. Biraz içten biraz da korkak çıkan bir sesle " Eee. Neden geldin? " diye sordum. Bu sorumun üstüne biraz daha normal bakmaya başladı. Sanki o beni yakmasını istediği ateş az da olsa sönmüş gibiydi. Bana döndü ve " Biraz tuhaf baktığımın farkındayım. Senin suçun değil sadece, Berk. Benden ayrıldı. Senden hoşlandığını duydum ama o senden sırf sen olduğun için hoşlanmaz. Üzgünüm ama gerçek böyle. Tek söylemek istediğim; eminim başka bir amacı vardır. O yüzden dikkatli ol! " Bunları söyledi ve ayaklandı. ( Ona göre kimsenin bilmediği ) hamileliğinden dolayı karnı biraz şişmişti ve hareketleri normal bir insanınkinden daha yavaştı ( tabii o insan yaşlı bir nine değilse ).
Begüm gittikten sonra odama, Derin'in yanına çıktım. Sandalyeye oturmuş güneş panelini seyrediyordu. Bu yarattığım sistemden faydalanmam gerektiğini düşünüp yeni bir bitmiş pil takmıştım. Tek sorun güneşin kocaman gri bir kütlenin arkasında, benim ihtiyacım olan güneş ışınlarını gri kütlelerin ortasında harcıyor olmasıydı.
Sanırım güneş paneliyle o kadar meşguldü ki beni takmamıştı. Yüzüme bakmadan, güneş panelini izlemeye devam edereke " Niye gelmiş? " diye sordu. Yüzümü buruşturarak " Berk'le ayrılmışlar. Benden hoşlandığını duyup beni uyarmaya gelmiş. " dedim. En sonunda dediklerim ilgisini çekmiş olmalı ki arkasını dönüp " Ne için uyarıyor? Sevgilisinden uzak durman için falan mı? " diye sordu. Gözlerimi devirerek " Hayır." Dedim. " Sadece Berk'in benden ben olduğum için hoşlanabileceğini düşünmüyor. Kesin bir çıkarı vardır dikkatli ol falan dedi. Ya da 2. ihtimal kıskanıyor. " dedim. Ben bunları söylerken tekrar arkasına dönmüştü ki konuşmayı bitirince geri bana dönüp " 2. Seçenek, " dedi. Onaylarcasına başımı sallasam da ona inanmıyordum. Begüm kıskanmazdı. Kıskanmak için nedeni yoktu ki. İstese Berk'i geri alabilir ya da daha iyisini bulabilirdi. Ama o bunları yapmak yerine gelip beni uyarıyordu.
Beş dakika daha Derin'in güneş paneliyle ilgilenmesine izin verdikten sonra resim çizdiğim kağıttan başımı kaldırıp " Hadi bir şeyler yapalım! " dedim. Bana dönüp
" Hiç istemiyorum. " dese de itiraz etmesine izin vermedim ve kolundan tutup " Önündeki elli yıl boyunca burada oturup Ömer senden ayrıldı diye üzülüp annen ve babanın boşanmalarına ağlayamazsın. Evimde kalıp bir yıl boyunca tüketeceğin çikolata stoğunu bir günde tüketip elli tane kedi beslemene izin vermiyorum. " dedim. Tamam. Biraz abartmış olabilirdim. Ama evimde kalmaması kısmı dışında ( evimde istediği kadar ve istediği uzunlukta kalabilirdi ) her şey gerçekti.
Kolunu çekerek onu, ilk başta odadan sonra evden çıkardım. Anahtarı, telefonumu ve cüzdanımı ( onun da telefonunu ve cüzdanını ) almıştım. Fakat nereye gideceğimizi bende bilmiyordum.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
İsimsiz Aşk
Literatura Feminina" Git! " diye bağırdım karşımdaki çocuğa. Bağırmaya çalıştım belki de. Sesim o kadar güçsüz çıkmıştı ki, daha çok ölüyor gibiydim. Gözlerine son bir defa baktım. Beni kandıran, yalan söyleyen gözlere. Kendi zindanında yaşarken, benim hayatımı da hat...