4. Bölüm

238 37 4
                                    

ÖHÖÖÖ!

Sigara içmenin bu kadar zor olabileceğini düşünmemiştim. Eve giden patika yolda kaç kere volta attım bilmiyorum. Sigarayı tutmayı bile beceremiyordum. Elime yakışmadığını biliyordum. Ama kokusu güzeldi. Ve beni yalnız bırakmıyordu.

Annemi kaybedeli 1 sene bile olmamıştı henüz. Kan kanseriyle 1.5 yıl mücadele ettikten sonra yorgun düşmüştü bedeni. Kasım. 7 Kasım. 19 yıllık hayatımın en uğursuz günü. Yağmur yağıyordu. Ve benim üstümde incecik bir hırka vardı sadece. Üşümemiştim. Kasım'ın 7'sinde ben üşümemiştim. Üşümekten daha önemli şeyler vardı o anlarda.

Asla asla dememek gerektiği öğretilmişti bana. Bir insanın başına herşey gelebilir, istemediği şeyler yapabilir yahut ondan hiç beklenmedik davranışlarda bulunabilirdi. Doğanın kanunlarından biriydi belki de bu. Gel gelelim ki ben asla asla dememeyi başaramadım. Annem hastanedeyken sigara içmek isterdi, ne kadar kavga etsek de onu o keçi inadından vazgeçiremez ve hastane kapısının önünde elimde serum direğiyle bulurdum kendimi. Her zaman kafasına koyduğunu yapan bir kadındı ve sigara içmek istediyse mutlaka o sigarayı içecekti. Bense yemin vermiştim o gün, kaç yaşında olursam olayım sigaraya ağzımı sürmeyecektim. Ama o gece kendime yenildim, belki de anneme benzemeye başlamıştım bilemiyorum. Çok net hatırladığım birşey varsa o da o Parliament pakedini seve seve almış olmamdı. Stresle başa çıkmamın en iyi yolu bu diye düşündüm.

Eve girdiğimde saat gece yarısını geçiyordu, patikada kaç defa gidip geldiğimi veya kaç tane sigara içtiğimi -içmeye çalıştığımı- bilmiyordum. Üstüm başım sigara kokuyor olmalıydı ama bu pek de umrumda değildi açıkçası. Babam televizyonun karşısında sallanan sandalyesinde uyuyakalmıştı. Bu kadar genç bir adamın bu vaziyette olması bazen haksızlık gibi geliyordu bana. Antrenin ışığını açıp babamı hafifçe dürttüm. Yorgun gözleri kıpkırmızıydı, tek kelime etmeden odasına doğru yalpalayarak yürüdü. Ben de onun hemen sağındaki odama girdim. Abim barda çalıştığı için sabaha karşı geliyordu. Onu beklememe gerek yoktu o yüzden. Yorgun olmama rağmen yarım saat kadar bacaklarımı çalıştırdım. Böyle olmayacaktı.

En yakın arkadaşım Laurie'yi aradım. Onunla istediğim şeyi konuşabiliyordum, boş vaktim varsa da mutlaka onunla geçiriyordum. Telefonu açıncaya kadar 4 kere çaldı.

-Umarım iyi bir sebebin vardır çünkü rüyamda Kevin'la sevişiyordum!
+Laurie, o siyah kıçını buraya getir ve beni dinle. Bana yardım etmek zorundasın.
-Ne oldu? Heyyyy yoksa yeni biri mi var hayatında? VE BENİM BUNDAN HABERİM YOK MU?
+Sakin ol, hayatımda tabiki biri yok. Ama.. Biri var. Bir adam. Ne hissettiğimi bilmiyorum ama hep onu düşünüyorum.
-10 dakika sonra kapıyı aç, deyip telefonu yüzüme kapadı. Gerçekten de 10 dakika sonra merdivenlerdeydi. Kırmızı bisikletini bağlama gereği duymadan koşa koşa merdivenlerden çıktı. Yatağıma zıplayıp sarıldık bir süre. Gecenin bu saati bisiklet sürmenin verdiği yorgunluğu atmasını bekledim. Kaç saat konuştuk bilmiyorum ama anlattığım herşey Laurie'nin içine sinmişti. Ve harekete geçmek istiyordu. Sabaha kadar planlar yaptı, ama hiçbirini uygulamayacağımı biliyordu. Saat sabah 5'e gelirken beraber bir sigara daha içtik.

Ertesi gün öğle molama çıkarken John kolumdan tuttu. "Nereye gidiyorsun?" dedi. "Şu pastacıya gideyim diyorum, siz?" dedim, şaşırarak. "Orda bekle beni,ben de geliyorum" dedi. Sadece başımı tamam dermişçesine sallayıp mağazadan en hızlı çıkışımı yaptım. Her zaman oturduğum siyah masaya geçip iki çikolatalı donut sipariş ettim. İvedi Laurie'yi aradım. "O. GELECEK. BENİMLE. YEMEK YEMEYE. BURAYA. BAŞBAŞA OLACAĞIZ. LAURIE. BENİ DUYUYOR MUSUN? O GELECEK!"

Laurie heyecanımı yatıştırmak için olası senaryolar kuruyordu fakat işe yaramıyordu. Kalp atışımı her yerimde hissediyordum, kelebekler değil ejderhalar uçuyordu midemde. Yaklaşık 40 dakika sonra şu dünyada sadece Bay John'a özel adımlarla yaklaştı oturduğum yere. Gülümsedi. Gamzelerinde uyumak için tüm varlığımı verebilir, tüm benliğimden vazgeçebilirdim.

Gözlerinin ta içine bakıyordum, belki orda kendimi bulurum diye. Konuşuyordu, birşeyler anlatıyordu. Ne kadarını tam olarak dinleyebildim bilmiyorum. Ev dekorasyonundan konuştuk. Yatağının kraliyet zamanlarındaki gibi yüksek, büyük ve demirden olmasını istiyordu. Bense minimal, alçak ve ahşap. O şarap mahzeni açmak istiyordu, bense Hawaii temalı bir bar. O pembe şarap seviyordu -ki ben daha hiç tatmadım- bense viski. Ortak noktamız var mı diye düşünürken gamzelerini daha da çukurlaştırarak bana baktı. "Sen burdaki herkesten farklısın. Olgunsun. Onlar gibi düşünmüyorsun" dedi. "Nasıl emin olabiliyorsunuz?" dedim şaşırarak. "Emin olmasaydım bu masada seninle oturmazdım. Farklısın. Çok."

Av KapanıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin