9. Bölüm

185 23 2
                                    

John masanın altından ayaklarını ayaklarıma sürterken nefes almak bir penguenin uçması kadar zordu. Teni tenime değiyordu, sanki sadece bana değmesi için bu kadar yumuşaktı.

"Neden burdasın?" diye sordu. "Burda olmak istediğim için" dedim hiç düşünmeden. Birkaç saniye düşünseydim daha makul bir cevap verirdim. Anın pişmanlığı geçtikten sonra John konuyu dağıttı. Benim de tek isteğim buydu zaten. Heyecanımın dinmesi için türlü şeyler denedim. Nerede doğduğunu sordum, kaç kardeşi olduğunu, daha önce nerelerde çalıştığını... Kısacası o akşam sormam gereksiz olan ne varsa sordum. Onun da hoşuna mı gitti nedir, anlattı da anlattı! Hoş, çoğu kısmını unuttum. Adını sanını bilmediğim birkaç lounge tarzı şarkılar çalıyordu arkaplanda. Heyecanımı yenmek için zaman kazanmaya çalışıyordum fakat ay ışığı onun gamzesini çukurlaştırdıkça bu daha da güçleşiyordu.

- Bu pembe şarap... Dediğin gibi lezzetliymiş.
- Beğeneceğini biliyordum. Ne de olsa alkolik bir babanın oğluyum, bırak da az biraz bilgim olsun değil mi?
- Benim babam alkol kullanmaz. Abim barda çalışıyor, ben de ne biliyorsam ondan biliyorum.
- Mahzen açacağım birgün. Şöyle yerin altında, karanlık... 4-5 masası olacak sadece. Her öyle elini kolunu sallayan da giremeyecek. İnsanlar rezervasyon sırası bekleyecek aylarca. Şık bir mekan olması lazım. Dünyayı gezip en eski en lezzetli şarapları toplayacağım. Hong Kong'a gideceğiz mesela, senle ben. Bir haftasonu hem de! Her yere gideceğiz.
- Hoşuma gider tabiki bu. Yani... Kimin gitmez ki? Evrensel olman güzel birşey. Fransızca biliyorsun fakat şarap denince direk Fransa demiyorsun. Bu da klişelerden uzak duruyorsun demektir. Evin de yerin altında. Söylesene neden? Çok sıkıcı değil mi?
- Karanlığı seviyorum. Manzarayla çok da işim olmaz. Her zaman dışardayız, her an güzel şeyler görüyoruz. Bazen de dikkatimizi dağıtacak şeyler. Sen şu an benden başka birşey görüyor musun?
- Hayır. Seni bile zor görüyorum.
- Ama sadece beni düşünüyor ve beni dinliyorsun değil mi? Ben de aynı şekilde sadece seni? Pencereden baktığında sadece ayı görüyorsun. Ay ışığı ve sadece sen. Ay ışığı ve sadece ben. Sence de manzara çok gerekli mi? İhtiyacımız olan herşey hemen karşımızdayken?
- Ben hiç bu açıdan düşünmemiştim. Beni şaşırtıyorsun.
- Ah... Daha o kadar çok şaşıracaksın ki! Küçücüksün. Benden kaç yaş küçü...
- Senden çok çok yaş küçüğüm evet, o kısmı zaten çoktan anladık. Ama şu an karşında oturuyorum, senin davetinle. Demek ki büyük de bir problem değilmiş?
- Hahah... Tamam tamam. Haklısın. Sence de çok uzak değil misin benden? Hem de sürekli arkana yaslanıp oturuyorsun. Uzaklaşma. Gel bakalım şu koltuğa oturalım. Sana sarılmak istiyorum.

John oldukça zekiydi. Attığım her adımın nedenini zaten biliyordu. Ve yine savaşı kazanmak istiyordu. 1.5 saatlik sohbet esnasında ellerimin titrediğini görmemesi için kollarımı kavuşturup oturdum. Ona yakın olmak öyle farklı bir heyecan veriyordu ki ondan olabildiğince uzak olmak için arkama yaslanmak zorundaydım. Fakat bu kaçışı daha fazla uzatamadım ve ne yazık ki kalkıp turuncu ikili koltuğa oturduk. İki elimi de uslu bir köpek gibi önüme koyup sadece karşıya baktım. Sonra John sol koluyla beni kendine doğru çekip başımı göğsüne koydu. Kokusunu ilk defa bu kadar yakından duyuyordum, kalp atışıyla kalp atışım önceden anlaşmışlar gibi senkronize hızda yerlerinden çıkacakmışçasına çarpıyorlardı. Onun da bu kadar heyecanlı oluşu beni bir nebze de olsa rahatlattı. Asla birşey düşünemiyordum. Mağazadayken veya yemek molasına çıktığımız zamanlardaki heyecanımla şimdiki kıyaslanamazdı bile. Dilim mühürlenmişti, asla tek kelime edemiyor sadece nefes almaya çalışıyordum.

"Seni çok bekledim" dedi. Bir yandan saçlarımı okşuyor, ara sıra da alnımdan öpüyordu. Dudak faslına ne zaman geçeceğiz diye düşündüğümden yine cevap veremedim. Adam büyük ihtimalle benim duygudan yoksun biri olduğumu düşünüyordu. Ben daha önce doğru düzgün öpüşmemiştim bile bir erkekle! Ne yapılırdı ki böyle bir durumda?

Derken, öptü.

Sanki onu öpmek için doğmuşum gibi bir tutkuyla karşılık verdim. Öpüşmeyi bilmemek ne kelime, öpüşmenin kitabını yazmışım gibi hissediyordum! 2 aydan fazla bir süredir bu anı bekliyormuşum da farkında değilmiş gibiydim. Köse denebilecek kadar az sakallı suratı, koyu renkli dolgun dudaklarıyla öyle güzel görünüyordu ki tek istediğim şey dudaklarının dudaklarımda kilitli kalmasıydı.

Bir çırpıda beni kucağına aldı. Sertleşmiş organının baskısını hissediyordum ve bu bana korku vermeye başlamıştı. Kaçacak hiçbir yerim yoktu, saat gece yarısı olmuştu ve eve asla dönemezdim. Nerede olduğumu bile bilmiyordum, geçtiğimiz yollarda bir tek taksi bile görmemiştim. Asla hazır değildim bir sonraki adıma. Ailem beni erkek çocuğu gibi yetiştirdi, daima pantolon giydim ve ergenliğimde asla makyaj yapmadım. Oje dahi sürmedim. Odamda pembeye dair tek birşey yoktu. Başımda bir abi, kadın ruhundan anlamayan bir baba ve asla kadın olduğu hissettirilmemiş bir anne vardı. 2 senedir de annemden ayrı olduğum düşünülürse... Hip-hop dinleyen, erkek kıyafetleri giymeyi seven ve kısacık saçlı bir kızdım. Ve ben bu halimle -ne haddimse- benden yaklaşık 10 yaş büyük bir adamın kucağındaydım.

Ellerini kalçama koyduğunda neye uğradığımı şaşırdım. Şu yaşıma dek hep rahatsız edici bir his olacağını düşünmüştüm fakat bu yeni hissi epey sevmiştim. Bazen öpüşmeye ara verip gülümseyerek yüzüme bakıyordu. Ellerimin durmaksızın titrediğini gördü ve kolumdan nazikçe tuttu. Bir yabancının dokunuşu ne kadar yumuşak olabilirdi ki? Nabzım normal düzenine dönmeye başladı. Sadece bir dokunuşla. Vücudumda henüz benim bile bilmediğim gizli bir düğmeye basmıştı sanki. Mekanizmam yeniden olağan düzeninde çalışıyordu. Gerginliğimin yerini salt bir huzur almıştı. Tüm bedenim iki kadeh tek buzlu Jack Daniel's içmişim gibi yavaş yavaş uyuşuyor, bense asla korkmuyordum.

Tişörtümü çıkardı, sonra da annemin yadigârı siyah sütyenimi. Önceden hazırlıklı gibiydim hiç tecrübe etmediğim bir deneyime ama aslında sadece denk gelmişti. Bir şekilde doğru zaman bu oluvermişti ve aksilik hiçbir şey yoktu. Tüylerimi zaten yeni almıştım, hiç dokunulmamış yerlerim bile tertemizdi. Farkında olmadan bedenimi John için hazırlamıştım. Ve bu beni gevşetmeye yetmişti.

Göğüslerim tam gözlerinin önündeydi. Göğüs uçlarımı ilk defa bu kadar dik görüyordum, böyle anlarda oluyor demekki diye düşündüm. Rahattım rahat olmasına ama yine de ellerimle göğüslerimi kapatma ihtiyacı duyuyordum. Pantolonum halâ altımdaydı evet ama yine de karşısında çırılçıplak ve savunmasız bir şekilde duruyormuş gibi hissediyordum. Benim elim neden armut topluyor diye içimden kendime kızıp ben de onun beyaz tişörtünü çıkardım. Gördüğüm manzara karşısında istemsiz bir şekilde dudaklarımı ısırdım. Filmlerdeki gibi -aslında porno filmlerdeki gibi- pürüzsüz bir göğsü vardı. Üstelik epey kaslı! Bacaklarımda duran ellerimi alıp göğsüne koydu, dokundum. Parmak uçlarımda tat alma duyusu varmış gibiydi, teninin lezzetini sadece dokunarak bile tadabiliyordum. Kas ve yağ oranı öyle dengeliydi ki hiçbir şey yapmasa da ben ona öylece dokunsam bile yeterliydi!

"Boynuma tutun" diyerek ayağa kalktı. Elleriyle kalçamdan sıkıca tutuyordu, ben de tüm gücümü boynuna asılarak harcadım bir süre. Ayakta, onun kucağında öpüşmeye devam ettik. Birkaç dakika sonra usulca beni yere indirdi. Göğüslerim onun göğsünün biraz altına değiyordu. Bu kadar yakından boy farkımız öyle ortaya çıkıyordu ki daha fazla eğilmemesi için daima ayak parmaklarımın üstünde durmak zorundaydım. Göğüslerimi öptü, ıslattı ve boynuma doğru yollar çizdi. Sonra zarif elleriyle okşadı, ikisini de eşit sürelerde. Saçlarımı kokladı bol bol, ciğerlerini oksijenle değil saçlarımın kokusuyla doldurdu bir süre. Gözlerini asla benden ayırmıyor ve o kahrolası gamzelerini durmaksızın gösteriyordu. Boğazımda bir düğüm hissettim, nerden geldiğini bilmediğim.

Geldim, dedi John. "Ben geldim. Tamamen hazırsın. Korkma, sakın korkma. Tek istediğim bu. Şu an seninle aynı hisleri paylaşıyorum. Bak ben de çok heyecanlıyım! Seni çok uzun süre bekledim. Benden şüphe etme. Gerçeğim ve karşındayım. Azcık pembe şarap içtik, hafif çakırkeyfiz sadece o kadar. Sorgulamayı bırak. Geldim işte, senin olmaya geldim."

Av KapanıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin