15. Bölüm

85 3 0
                                    

"Mağazaya ne zaman dönüyorsun?" diye bi mesaj attım John'a. O geceden beri 2 haftadan fazla zaman geçmişti ve zaten arasam da telefonunu açmayacaktı. Saatlerce bekledikten sonra mapus soğukluğunda bir cevap geldi. "Artık buradayım, zaten sizin mağazaya desteğe gelmiştim ve destek sürem bitmiş."

Beyninden vurulmuşa dönmek denemezdi buna. Sanki biri tetiği çekmiş, mermi tam kalbime isabet etmiş, ama sırtımı delip de çıkmayı başaramamış gibiydi. Göğsüme kocaman bir şey oturmuştu, kalkmayı düşünür gibi de görünmüyordu. John'la ilgili herhangi bir olayda duygularımı olabildiğince bastırmaya çalışıyordum. Hatta ona karşı bir şeyler beslemek -bu sadece tutku olsa bile, bana delice geliyordu. Kullanılıp atılan kadınlardan biri olmak istemedim hiçbir zaman. Çünkü ya kadınlar aptaldır ya da erkekler kurnaz ve acımasızdır diye düşünüyordum. Ne kendime aptal sıfatını kondurabiliyordum ne de John'a acımasız. Ama bu da neyin nesiydi şimdi? Normal bir ilişkimiz olmayacağını ben de biliyordum fakat yine de arkadaş olabilirdik değil mi? Müdür - çalışandan ziyade iki arkadaş? Kendi kendime cevabı bulmuştum bile. Hem ben aptaldım hem de John acımasız.

Ben onu avlamamış mıydım? Yoksa o sırf ben onu kaptım sanayım diye oyun mu oynamıştı? Asla bu soruları soracak cesaretim yoktu, şayet sorsaydım da büyük ihtimalle alttan girip üstten çıkarak kendimi suçlu hissetmemi sağlayacaktı. Kasabada büyümüş, küçüklü büyüklü bir sürü problemi olan bir genç kızdım sonuçta;  dünyanın en kolay avıydım yani. Kendimi hiçbir zaman böyle görmemiştim çünkü kimse yanıma yanaşamazdı, asla buna zemin oluşturacak bir hareket yapmazdım. Her ne kadar babam bir sürü erkekle fingirdeştiğimi düşünse de bu böyleydi. Tek yaptığım Laurie'yle birlikte bara gidip bir iki bira içip hunharca gülmekti. Bu bar da genelde Bearish olurdu, kelime oyunu yapmışlar işte.

Halbuki beraber tatile gitmek istediğini söylemişti John. Bir haftasonu havalimanına koşup Hong Kong'a uçacaktık mesela, iki gün kalıp geri dönecektik. Oyunun bir parçası mıydı hepsi? Belki de bir daha mağazaya dönmeyeceğini en başından beri biliyordu! Risk almamak için son çalışma gününü seçmişti. Ben onu değil, o beni avlamıştı. Ne lezzetli bir av ama!

Cevap dahi veremedim. Zaten söylenecek çok da bir şey kalmamıştı. Bana düşen tek görev bu olayı en az hasarla atlatmaktı. Fakat bunu yapabileceğime dair inancım yüzde on civarındaydı. Yanıma kâr da kalmamıştı hiçbir şey; bir de sigara içmeye başlamıştım o herif yüzünden. En azından birkaç ayımı heyecanla geçirmeme yetti. Ne babamın ilgisizliği beni etkileyebilmişti ne de annemin yokluğu. Sahiden de özellikle annem aklıma bile gelmiyordu. Evine giderken arabada "Annen hakkında birkaç bir şey duydum ama tam olarak bilmiyorum" demişti. "Kan kanserinden öldü" diye cevap vermiştim en soğuk sesimle. "Huzur içinde yatsın" cümlesi çıkmıştı onun ağzından da. Ya duygularını çok iyi saklayan biriydi ya da annemin ölümü onun umurunda olmayan bir şeydi. Duygusuz birine tüm duygularını gardırobunda bir yerde bırakarak yaklaşmak en sağlıklı iletişimdi zannımca. John'da da hep böyle yaptığımı düşünüyordum fakat tüm düşüncelerimin bir sanrıdan ibaret olduğunu görmem biraz uzun sürdü. Onu yine de yanımda istiyordum, çünkü onunlayken fazla güçlüydüm. O beni güçlü yapıyordu veya bana destek veriyordu demiyorum ama tam da olmak istediğim kişiye dönüşüyordum. Soğukkanlı, kendi ayaklarının üstünde duran ve net bir insan. Belki de bu yüzden kendi yaralarımı göstermedim ona. Onu etkileyen de bu olmuştur belki de, bilemiyorum. Onunla hayal kurmak da çok güzeldi. Şarap mahzenini açmasına yardım bile edebilirdim hem. Ben yapamasam da John hayallerini gerçekleştirebilmeliydi. En azından gamzeleri bunu hakkediyordu.

O hafta ne yaptığımı tam olarak hatırlamıyorum açıkçası. Her izin günümü geçirdiğim Laurie bile bana yaklaşamıyordu, çünkü bir şekilde bahane uydurup tek başıma zaman geçirmeye çalışıyordum. İstemeden de olsa matem içindeydim ama tabiki de tek bir görevim vardı: Hiçbir şeyi hiç kimseye belli etmemek. Babam ve abim bir günlüğüne büyükannemin yanına gittiğinde bir şişe pembe şarap aldım kendime. Laurie'ye göre bana John'ı hatırlatan hiçbir şey yapmamalıydım. Olanları unutmak benim için en iyisiydi. Fakat onu dinlemedim ve verandaya oturup tek başıma bir şişe blush içtim. Bir tabağa da yeşil elma dilimledim, ama John'ın yaptığı gibi kusursuz değildi benimkiler!

Ağustos'un ikinci haftasında -bir pazartesi günüydü- işten çıktıktan sonra Laurie'ye gitmek üzere ikinci otobüse binecektim. Otobüsün ilk durağıydı, sigaramı söndürdükten sonra da geçip oturdum. Kalkmamıza birkaç dakika kala telefonum çaldı: John.

"Beni özlememişsin" dedi. "Beni özledin mi?" diye sorsaydı hayır cevabını verebilirdim. Ama kelimelerle öyle güzel oynuyordu ki, bir şekilde kendimi suçlu hissediyordum. "Özledim" dedim. Gerçekten de özlemiştim, 3 haftadan fazla olmuştu onu görmeyeli. Ama bunu bilmesine tabiki gerek yoktu. Elimde olmayan bir şekilde dilimin kontrolü benden çıkmıştı. Beynimi asla dinlemiyor, kalbimden geçenleri söylüyordu. "Nerdesin? Seni görmek istiyorum" dedi. "Otobüsteyim, Laurie'ye gidecektim" diye cevap verdim. "İn otobüsten, ben seni Beerish meydanından alırım" dedi. Ve otobüsten indim.

Vardığımda John çoktan gelmişti ve arabasının içinde bekliyordu. Spor giyinmişti, onu ilk defa ev haliyle görüyordum. Tatildeyken epey yüzmüş ve güneşlenmiş olmalıydı zira esmer teni daha da koyulaşmıştı. Pek bir şey söylemedim ona, onun da çok konuşası yoktu zaten. Yolun nasıl geçtiğini anlamadan onun evine vardık. Halbuki ben kahve içeriz diye düşünüyordum.

Kapıdan içeri girer girmez alt kata indi. Ben oraya vardığımda da dudağıma yapıştı. Seviştik. Bu sefer canım yanmadı. Ona soracak sorularım vardı. Cevaplanması saatler alacak sorularım varken o benimle yarım saat sevişmeyi seçti. Bittiğinde de "Eve geç kalma" dedi ve alelacele evden çıktık. Beni Beerish meydanına bıraktı. Eve kadar bırakmasını da istemezdim zaten, ama yine de kendimi kiralık bisiklet gibi hissettirmeyebilirdi. Teslim almış, işini bitirmiş ve tekrar aynı yere teslim etmişti. John'a bakarken hiç gülümsemedim. Her şeyi normalleştirme çabasında türlü espriler yapıyordu, fakat John ve onun gibiler bizim tebessümümüzü görmeyi hakkeden insanlar değillerdi. Biz aptallığımızı yenebilirdik, ama onun sınıfındakiler sonsuza dek acımasız olarak sıfatlandırılacaklardı.

Av KapanıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin