11. Bölüm

174 18 5
                                    

Gece boyunca uyumadan John'ı izlemiş ve uyanmasın diye dokunmamıştım. Herşey olup bitmişti ve tek duyduğum şey hafif hırıltılı nefes alış verişiydi. Heyecanım asla dinmemiş ve bu yüzden de gözüme uyku girmemişti. Sabah 7'yi biraz geçe Laurie'nin aramasıyla uyandım, o sırada telefonum çekiyor olmalıydı. John yüksek zil sesiyle birden uykusundan sıçradı. "Arayan Laurie'ydi" diyerek saçlarını okşadım. "Manyak herhalde sabahın köründe arıyor seni" deyip arkasını döndü. Gece boyunca bir kere bile sarılmamıştı ve belki de bu huzursuzluk yüzünden halâ uyuyamıyordum. Belki de uykusundan birden uyandı diye bu aksiliği diye düşündüm. Sonuçta her insan sabahları neşe saçmak zorunda değildi.

Dün gece olanların tamamı rüya gibi geliyordu şimdiden. John hemen yanı başımda derin uykusundaydı, ikimiz de halâ çıplaktık fakat bir türlü inanasım gelmiyordu işte. Yattığım yerde bazen bunları düşünüp gülümsüyor bazen de neler olacağının belirsizliği karşısında yüzümü buruşturuyordum. John sonunda sol tarafına dönüp bana sarıldı. Kalp atışı hemen sırtımdaydı ve teninin sıcaklığıyla öyle ısınmıştım ki çarşafı bir hışımla üstümden attım. John bundan cesaret almış olmalıydı ki penisini kalçama sürtmeye başladı. Bir kere daha seviştik. Canım düne kıyasla biraz daha az yanıyordu. Pencereden giren güneş ışığı karşısında bedenime olan güvenim sıfıra indi. Sanki vücudumdaki tüm kan çekilmişti, bir vampir kadar beyazdım. Ve herşey şimdi çok daha gerçekçiydi. Büyük ihtimalle makyajım dağılmıştı, saçlarım da birbirine karışmış olmalıydı. Fakat yine de John gülümseyerek bakıyordu bana -izliyordu desem daha doğru olur.

O sırt üstü uzanmaya devam ederken ben bir şey demeden yataktan kalķıp duşa girdim. Filmlerdeki kadınlar öyle yapıyor sonuçta, işin bir kuralı diye düşündüm. Kan var mı diye hiç bakmadım, söz konusu sadece bir zar sonuçta. Ne kadar önemli olabilirdi ki? John'la duş jellerimizin aynı olması beni gülümsetti. Zihnim berraklaşana kadar sıcak suyun altında kaldım. Çok da uzakta olmayan lacivert havluyu alıp sarındım. Havlu John kokuyordu. Saçlarımı kurutmadan hafif bir makyaj yaptım. Pudra, şeftali tonu bir allık ve rimel. Kıyafetlerimi yanıma almıştım, giyindim ve tamamen hazır bir şekilde banyodan çıktım. John salondaki kanepede üzerinde çarşafla uzanıyordu, boyu uzun olduğu için ayaklarını sarkıtmıştı. Yanına gidip oturdum. "Gel bakalım" deyip boynumdan öptü, ben de yanına uzandım. Uyuyakalırım diye gözlerimi kapamadım. Ensemde nefesiyle geçirdiğim birkaç dakika huzur vericiydi. Aslında bu kelimeyi kullanmam çok da doğru olmaz. O dakikalar tamamlayıcıydı. Ruhumu besleyen türden, hem de tıka basa.

"Biraz daha durursam geç kalacağım" deyip ayağa kalktım. Herşeyimi alıp almadığımı kontrol ettikten sonra merdivenlere yöneldim. John da çarşafı omuzlarına alıp beni takip etti. "Çok güzel vakit geçirdim, bunu tekrar yapalım" dedi merdivenleri çıkarken. Arkama dönüp gülümseyerek evet anlamında başımı salladım. Üst kata geldiğimizde ayakkabılarımı giyip sarılmak için teklif bekliyor gibi gözlerine baktım. Kollarını açıp beni çarşafın içine aldı. İşte o an tam anlamıyla huzur vericiydi.

"Pekiii nasıl gideceğim? Yani taksi bulabilir miyim?" diye sordum. Halâ şehrin neresinde olduğuma dair bir fikrim yoktu. John gözlerini kısarak güldü ve "Akşamları tek bir insan bile olmuyor sokakta biliyorum, kasabadan biraz uzaktayız. Eh sokaklar bazen tehlikeli olabiliyor. Ama gündüz vakti bu cadde epey kalabalık oluyor, dışarı çıktığında inanamayacaksın büyük ihtimalle. Caddenin karşısına geçmeden hemen bir araç bulabilirsin" dedi.

Tekrar sıkıca sarıldık, John ıslak saçlarımı koklayıp öptü. Ben de arkama bakmadan kapıdan çıktım. John haklıydı, arabalar vızır vızır geçiyordu. Hatta yer yer trafik var bile diyebilirdiniz. Yoldan geçen ilk taksiye atlayıp Beerish merkezine gitmesini söyledim. Suratımdaki aptal aşık sırıtışından bir türlü kurtulamıyordum ve şoförün dikiz aynasından bakıp neden gülümsediğimi anladığını tahmin ediyordum.

Av KapanıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin