İlk Gün

70 2 0
                                    


Ertesi gün, Eylül'ün sert rüzgarının camları dövmesi ve hafif çiseleyen yağmur damlalarıyla başladı. Potter'ların Hogwarts'ta okuyan en küçük çocuğu Albus, yatakhanede ilk uyanan oldu. Aslına bakılırsa gece boyunca da hiç uyumamıştı; ertesi gün, onun ilk günü olacaktı ve okuldaki ilk gününün nasıl geçeceğini oldukça merak ediyordu. Türlü türlü, eğlenceli büyü dersleri düşündü: havada uçurma büyüleri, dönüştürme büyüleri ve dahası... Gece bir o yana bir bu yana dönerek bir türlü de uyuyamamıştı. Arada bir daldığı iki-üç dakikalık rüyaları da, sanki uyku sersemiymiş gibi tam olarak hatırlayamıyordu. Ama tüm bunlara rağmen, sabah yataktan kalkıp etrafa şöyle bir göz attıktan sonra, Gryffindor yatakhanesinde ilk uyanan çocuğun kendisi olduğunu fark etti. Rüzgar cama hâlâ sert sert vururken, tüm öğrenciler kimisi yüksek sesle -misal James- kimileri de hafif mırıltılarla uyuyarak geceyi geçirmişler, sabahın ilk ışıklarıyla hâlâ da geçirmeye devam ediyorlardı.

Albus'tan sonra ilk uyanan da James oldu. "Günaydın küçük kardeş," dedi geniş geniş esneyerek ve daha Albus, başını dayadığı camdan çeviremeden, yemek için Büyük Salon'a doğru koşarak yol aldı.

Yaklaşık yarım saat sonra tüm Gryffindor'lar sessiz, uyuşuk seslerle uyanmışlardı ve beş dakika sonra serin yatakhanenin içi duvarlara çarpıp geri yansıyan, bu sayede birbirinin içinde karışan konuşmalarla doldu. Buz gibi burnunu dayadığı pencereden çeken Albus da derin bir nefes aldıktan sonra Sol'la Frazer'a günaydın deyip ağabeyinin peşinden, uzun merdivenlerden inip Büyük Salon'a doğru yol aldı.

Albus, ancak, Portre Deliği'ne rastladığında anladı okulu hiç bilmediğini. O da utana çekile Şişman Hanım'a sordu Büyük Salon'u nasıl bulacağını. Belli ki Şişman Hanım da yeni uyanmıştı; iç içe geçmiş saçlarını düzelttikten sonra karşısındaki ürkek birinci sınıf öğrencisine gür bir sesle, adeta bağırarak gitmesi gereken yeri nasıl bulacağını söyledi. Albus da, sabahın bu saatinde ilk utanç verici olayını yaşadığından dolayı yüzü kıpkırmızı bir halde, Büyük Salon'a doğru yol almıştı.

Büyük Salon'dan içeri girdiğinde gözüne ilk çarpan, babasının anlattığı kadarıyla, bir zamanlar birbirlerine düşman olan, ama sonra babası, onun hayatını kurtardıktan ve Karanlık Büyücü de öldükten sonra dost olan Draco Jacob Malfoy'un oğlu küçük Scorpius oldu. Sivri çeneler, aynı babasının gibi geriye yatmış, bembeyaz, yapış yapış saçlar, kendini beğenmiş bir tavır...

Gryffindor masasına yöneldiğinde Rose, Nena ve James'i kahvaltı ederken buldu. James nerdeyse patlayacak gibi görünmesine rağmen, hâlâ iştahla yemeğini yiyebiliyordu. Küçük Potter kubbeyi kaplayan bulutlu, koyu gri gökyüzüne baktıktan sonra arkadaşlarına, "Günaydın," deyip masaya oturdu.

"Nasıl oluyor da, bir türlü kilo almıyorsun?" dedi Nena, bir yandan füme balığını nazikçe ayıklar, bir yandan da sırıtırken.
"Eh, çok hareketli," dedi Albus gülümseyerek, Nena da gülüyordu, ama Rose, yine dün geceki gibi yemeğini yemiyor, artık iyice belli ederek Slytherin masasına doğru bakıp duruyordu.

"İğ'enç bür ösp'ü onlouşun var," dedi James, ağzıyla yarım kaşık bir patates püresini yutmaya çalışırken. Kimsenin ne dediğini anlamadığını görünce balkabağı suyundan bir yudum alarak, "İğrenç bir espri anlayışın var," dedi.

"En azından insanları kırmıyor!" Konuşan Rose'du. Sonunda siniri tepesine çıkmış gibi görünüyordu.

Bir kez daha ne olduğunu anlamayan James, içinden bir daha lüzumsuz yere espri yapmayacağına yemin ederek -yine de, elbet bir gün, gereksiz yere espri yapacağının bilincinde olarak- "Ö-özür dilerim," dedi, "Ben ki-kimseyi kırmak istemem."

Albus Severus Potter ve Bellatrix'in İntikamıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin