Kovuk'u ve bahçesinin tamamını bembeyaz kar bürümüştü. Eskiden ıslak yeşil tonda olan çimler, şimdi yarım metre karın altında kalmış, ortalığa da sadece beyaz bir sessizlik hâkim olmuştu. Ağaç dalları artık tek tük kuşlarla doluydu, onlar da tüylerini kabartıp, arada bir şöyle bir silkinip ısınmaya çalışıyorlardı. Küçük kar taneleri ise derme çatma bir çiftlik evini andıran Kovuk'un üstüne tane tane yağarken o gece evde hummalı bir koşuşturmaca vardı Ginny oğullarını kapıda, paltolarının altında kardan adam gibi gördüğünde hemen onların üzerine doğru atılıp, onları sıkı sıkı kucaklamış, saçının ve yüzünün her bir yanı taze kar birikintileriyle dolarken, çocuklarının orada kapının önünde belirmesi, sanki dünyada gördüğü en mükemmel şeymiş gibi onları uzun bir süre bırakmamıştı. Ginny'nin saçları hâlâ kıpkızıldı ve artık gözlerine düşmekteydiler. Boyu Harry'den kısa olmasına rağmen duruşunda, boy farkını hemen kapatan, kendine güven duyan bir duruş vardı. Nihayet çocukların babası Harry, "Hadi, Gin, çocuklar soğuktan donmuş, içeri almazsan, onları artık şöminenin üzerinde biblo olarak kullanmak zorunda kalacaksın." dediğinde Albus'un da içi sonunda rahat etmiş, Ginny, Albus'la James'i; ardından da Rose'la Jimmy'i içeri alırken çocuklarının kulağına, "Bu gece tahmin bile edemeyeceğiniz bir misafirimiz var." demişti. Babası Harry'nin ise saçları tıpkı kendisininki kadar uzun ve kuzgun karasıydılar. Baba oğul, ne kadar onları taramak, ya da şekil vermek için uğraşsa da iki saniyede eski hallerine dönüyorlardı. Harry'nin boyu ise nerdeyse Ron kadar vardı ve ikisi de, sanki her sene bacaklarının daha da bir uzaması yetmezmiş gibi saçları da uzuyordu ve bu her ne kadar Ginny'le Hermione'nin hoşlarına gitmese de kısa süre sonra bunu umursamıyorlardı. Hemen Ginny'nin ardından fırlayan Hermione, herkesi bir kenara iterek doğruca kızı Rose'a sarıldı, kendisinden beklenmeyecek bir çeviklikle. Kalın kabanının altında boğulmaktan son anda kurtulan Rose da Slytherin'li Jimmy'i annesiyle tanıştırdığında ise Ron'un yüzünde daha önce görmediği bir tiksini ifadesi oluşmasına yol açtı. Belli ki o sırada yemek masasını düzenlemekle uğraşan Mrs. Molly'nin sesi geldi grubun arkasından, "Çocuklar, siz yukarı çıkıp üstünüzü değişebilirsiniz. Lilly'le Hugo da sizi yukarıda bekliyor. Size sürprizleri varmış, ama onlara herkesle beraber hediyelerini vermeleri gerektiğini söyleyince bir hayli bozuldular. O yüzden-" Daha cümlesini tamamlayamadan Albus'la James, eski ahşap merdivenlerden koşturarak çıkmaya başladılar. Albus, babasının Ron'a, "Biz de zamanında onlar gibiydik, değil mi?" dediğini aşağıdan gelen, masaya düzenle yerleştirilen tabak, çatal, bıçak, kaşık seslerinin arasında az da olsa duyabiliyordu. Albus'la James ilk merdiveni tırmandıklarında karşılarında iki oda buldular. Kapılarının birinin üstünde ikilinin babasıyla annesinin bir büyücü düğününde evlendikleri resmi varken, diğerinde ise iki resim birden vardı ve ikisi de düğünlere aittiler önceki resim gibi. İki resim arasındaki tek fark, birisinin Cadı-Büyücü evliliğiyken diğerinin Muggle-Muggle evliliği gibi gözükmesindeydi ve tablolara bakan ikili bu farkı, -birinin hareketli bir resim olması dışında- sadece bir resimde asaların bulunduğundan anlamışlardı. Daha resim hakkında konuşamadan, bir üst kattan Lily'nin tanıdık, sadece çocuklara ait olabilecek ince sesi duyuldu. İkili üst kata çıkarken Albus'un tek düşündüğü sürpriz ya da az önce baktıkları resimler değildi, uzun zamandır kardeşi Lily'i görmediği için onu çok özlemişti. Annesinin tam bir kopyası olan kızıl saçlar omuzlarının arkasına düşerken kendine gülümseyip, "Abi." deyişini hatırlaması bile yüreğinin daha hızlı çarpmasına sebep oluyordu; ki Albus, aynı şeyi James'in de hissettiğini, son merdiven basamağına bastıklarında yüzüne bir anlığına da olsa baktığı için biliyordu. O yüzden, üst kata ulaştıklarında önlerindeki eski, çürümüş kapının arkasından kardeşlerinin, "Biz burada yokuz!" sesini duyduklarında ikisi de önlerindeki kapıyı adeta kırarcasına açarken, birbirlerini boğazlarcasına mücadele edip kardeşleri Lily'i ilk kucaklayan olmaya çalıştılar. Ginny'nin küçük kopyası, iki ağabeyinin arasında sıkışıp kaldığında, eğer Hugo, kuzenini korumak için araya girmese küçük Lily, iki ağabeyinin de onu kucaklamaya çalışmasından Balkabağı Suyu'na dönebilirdi. "Sizi çok özledim, abilerim." dedi Lily rahat bir nefes alıp kendi küçük yatağının başucuna otururken. "Keşke ben de sizin gibi okula başlasam, ama önümde daha uzun iki yıl var." Küçük dudaklarını büzüp başını aşağı eğdi. Ama onu yatıştırma görevi ağabeyi Albus'a düşmüştü. "Emin ol." dedi Albus, "Hogwarts, hayatın boyunca görebileceğin-" araya James girdi "-en büyük işkence olacak." Lilly korkuyla gözlerini James'e dikti. Sonra da açıklama bekler bir şekilde gözleri Albus'a döndü. "Sen ona aldırma, Lily." dedi Albus. "Seninle kafa buluyor. Orası hayatın boyunca görüp görebileceğin en muhteşem yer. Öğretmenleri gerçi biraz sıkıcı -hele Sihir Tarihi- ama derslerden sonra okul arazisinde dolaşmak gerçekten çok zevkli oluyor-" "Testrallerden bahsetmeyi unutma." James, Hugo'yla sürprizin ne olduğu hakkında konuşurken bir anda başı Albus'la Lily'e dönmüştü. "James, kes sesini." dedi Albus alayla gülerek. "Beni de kandırmıştı-" "Kimseyi ölürken görmediğin için şanslısın aslında." Bu sefer odadaki herkesi güldürmeyi başarmıştı. "Ee, sürpriziniz neymiş bakalım?" dedi sonra Hugo'ya dönerek. Hugo, babasını andıran kızıl saçlı, çilli yüzünün rengi giderek sararırken, telaşla Lily'e döndü. "Olmaz." dedi sonunda Lily. Büyükanne Molly çok kızarmış, yemekten sonrasını beklemeliymişiz. Bir de bu gece gelecek olan misafiri biliyor musun? Adı-" "ÇOCUKLAR ÇABUK AŞAĞIYA İNİN ARTIK, MİSAFİRLER GELMEK ÜZERE!" Ginny'nin soğuktan çatlamış sesiydi bu. Alt katta büyükçe bir şömine olsa da Kovuk'un duvarlarındaki çatlaklardan hâlâ içeri soğuk girebiliyordu ve bu yüzden de çocuklar, kimisinin bazı yerleri çürümüş olan merdivenlerden inerken üstlerinde, önceden giymeleri için bırakılmış ve aynı zamanda da Büyükanne Molly'nin onlara Noel hediyesi olarak verdiği, üzerlerinde her birinin adının baş harfleri bulunan kazakları giymekten hiç mi hiç şikayetçi değildiler. Ama Albus yemek masasına kısaca bir göz attığında orada, daha önce tanışmadığı, kömür karası pelerinli, geniş omuzlu ve beyaz-sarı saçlı bir büyücü gördüğünde oldukça şaşırdı. Rose'la Jimmy üstlerini değiştirmek için az önce boşalan odaya giderlerken, Albus, yeni gördüğü bu büyücüyle tanışma isteği duyarak masaya, tam da Draco Malfoy'un önüne oturduğunda küçük dilinin, artık eski yerinde olduğuna emin değildi. Malfoy'un hareketleri oldukça doğaldı. Yemek tabağını alırken Molly'e teşekkür etmesi, Albus'u bir hayli şaşırtmıştı. Okulda tanıştığı Scorpius'un babası bu olamazdı. Ve Albus, Scopius'a babasının beş para etmez biri olduğunu ve şu anda hâlâ sandalyesinde şok içinde oturmasına sebep olan şeyi, Draco Malfoy'un korkunç biri olduğunu söylediğini, düşünürken araya babası Harry'nin girmesiyle yeniden gerçek hayata geri döndü. "Mr. Malfoy'a hoş geldin demeyecek misin, Al?" Albus tereddütle elini masanın diğer bir ucunda uzanan adama doğrulttu. Mr. Malfoy gülümseyerek ve bir yandan da kendisine uzatılan eli sıkarak, "Hoş bulduk." dedi. "Oğlum biraz çekingendir." dedi Ginny, Harry'nin tabağına Cadı Kazanı Çorbası doldururken. "Siz onun kusuruna bakmayın." Ve yapmacık bir şekilde gülümsedi. "Önemli değil, ne olacak." derken, Mr. Malfoy kesinlikle yapmacık değil, gerçekten de doğal bir şekilde gülümsüyordu. Albus telaşla babasına döndü ve başıyla yan odaya geçmelerini, kendisine diyecek bir şeyi olduğunu işaret etti. Harry, "Affedersiniz." deyip masadan oğluyla aynı anda kalkarken, Ginny'nin kendisine sorduğu şeye gülümseyerek -kesinlikle Albus'un duyamayacağı bir şekilde- cevap verdi. Malfoy'dan yeteri kadar uzaklaştığına karar veren Albus, yanlarındaki duvarın köşesine yerleştirilmiş küçük Noel ağacına bakarken, masaya oturduğundan beri merak ettiği soruyu sordu: "Burada neler dönüyor baba?" Harry bir kez daha masaya gülümseyerek baktıktan sonra, "Malfoy'u kastediyorsun, değil mi?" dedi kimsenin duyamayacağı bir ses tonuyla. "Aslına bakarsan ben de anlamadım. Oğlunu trene bindirirken başımla bir selam vermiştim alt tarafı. Ama şimdi, sanırım, onun hayatını kurtardığım için kendini bana borçlu hissediyor. Bana öyle bakma, onu ben davet etmedim, kendisi gelmek istedi!" dedi Albus'un şaşkın bakışlarından sonra da. "Neyse, şimdi yemeğe dönelim, yoksa bir şeyler döndüğünü anlayabilir." Ginny, bu sefer de Rose'la Jimmy'nin yemeğe gelmesi için bağırdı. Ama Albus yeniden masaya oturduğunda masada bulunmayan iki kişi ancak on dakika kadar sonra, yukarıya çıkan merdivenlerin başında göründüler ve Rose'la Jimmy masaya gelirken, Hermione'nin kızına sinirli bir bakışla, Ron'un da Jimmy'e öfkeli bir ifadeyle bakmasına pek de aldırmadı. Herkes yemeğe oturduğunda da amcası Ron'un babası Arthur Weasley yemekle ilgili kısa bir konuşma yaptıktan sonra, babası dışında masadaki herkes tabaklarındaki yemeği hızla yemeye koyuldu. Albus, babasının şu anda boş bir koltuğa baktığında, babasının kendine sürekli bahsettiği, bir zamanlar büyükbabasının da içinde bulunduğu bir grup olan Çapulcular'ı hatırladığını düşündü. Ama Çapulcu'ların hepsi ölmüştü. Babasının bahsettiğine göre Sirius, Sihir Bakanlığı'ndaki çarpışmada, Harry'nin içinden garip sesler geldiğini duyduğu garip bir Tül'ün ötesine geçmiş ve ölmüştü. Ayrıca çoğu büyücü ve cadının da zaten bildiği üzere, büyükbabası James de oğlunu Voldemort'dan korumak amacıyla kendini feda ederken ölmüştü, sonra 'Kılkuyruk' Peter Pettigrew, Voldemort'un bizzat kendisine bahşettiği gümüş bir elle, bir anlık tereddütü yüzünden kendini boğarak öldürmüştü; çünkü o anda babasının da sandığı üzere Harry hakkında bir iyilik düşündüğü için Voldemort'un 'Eli' Kılkuyruk'u cezalandırmıştı. Daha sonra ise bir de Remus Lupin vardı, bir Kurtadam'ın ısırığı yüzünden hayatının yarısını kendini ısıran yaratık gibi geçirmek zorunda kalmış ve bu sebeple de Çapulcuların kendilerini, Lupin'e yardım etmek için Animagus'a dönüştürmelerine sebep olmuştu. Ama o da sonuçta on dokuz yıl önce, Voldemort ve müritlerine karşı verilen çetin savaşta hayatını, sevdiği kadınla, Nymphadora'yla birlikte kaybetmişti. Daldığı hüzünlü düşüncelerden onu, Mrs. Weasley uyandırdı. "Hadi, tatlım, yemeğini yemeyecek misin? Herkes kızarmış tavuk yemeye başladı bile." Albus, babasının da az önce aynı şeyi mi düşündüğünü merak ederken hızla yemeğini yemeye koyuldu. Herkes tatlıya geçtiğinde artık sohbet vakti gelmişti ve sohbeti ilk başlatan Ron oldu. Sinirden mosmor olmuş yüzüyle konuşurken Jimmy'e bakıyordu. "Ee, delikanlı, söyle bakalım derslerin nasıl?-" "Ron!" "Affedersin 'Bayan Çok Bilmiş' ama burada kızımızın 'erkek' arkadaşını tanıyoruz." dedi Ron yüzü Hermione'ye dönük. "Saçmalama, Ron." dedi Ginny, "Onlar daha birinci sınıf, ne 'erkek' arkadaşından bahsediyorsun? Senin yüzünden çocuklara da Rose'u kollamaları için mektup yolladık zaten." "Allah aşkına, Ron, ne kollaması bu?" dedi Hermione bu sefer yanındaki sandalyede oturan Ron'un giderek kızıl bir top halini alan yüzüne bakarak. "Bana bundan bahsetmemiştin. Hem onlar daha çocuk." Albus, Rose'un annesinin az önce kendisine söylediği şeye alındı mı, diye bir saniyeliğine kuzenine baktı ama onun yüzünde daha çok, bu tür tartışmaları daha önce evde de yaşadığını belirten bir umursamazlık ve kavgayı mutlu bi şekilde seyreden birinin ifadesi vardı. Kavga devam ederken Albus'un yüzü bu sefer de Malfoy'a döndü. Ve onu bir kez daha şaşırtan bir şekilde, Malfoy bu sefer de kavgaya karıştı, "Bence üzerlerine bu kadar gitmemelisin Ron-" "Sen kapa çeneni, Malfoy." Ron, tamamen dumura uğramış Malfoy'u umursamayarak ve tükürükler saçarak, tekrar Ginny'le Hermione'ye döndü. Yemek bitip de sıra hediyeleri açmaya geldiğinde, Ron'la Ginny hâlâ kavga ediyorlardı. Ama Rose ya da Jimmy bu tartışmayı önemsiyormuş gibi durmuyordu. Belli ki Rose, Jimmy'e daha önceden böyle bir şey olabilecek, diye uyarmıştı. "Hiç değişmediler." dediğini duydu o sırada Albus, babasının. "Eskiden de kavga ederlerdi." Baba oğul gülüştüler fakat birkaç saniye sonra hepsi birden, duydukları ince, narin ama bir o kadar da kızgın ses yüzünden sessiz kaldılar. "KAVGANIZ BİTTİ Mİ? ARTIK HEDİYEMİ VEREBİLİR MİYİM?!" Lily avazı çıktığınca bağırmıştı. Tüm başlar küçük kıza döndü. "Oh be!" diye iç geçirdikten sonra, Lily, hediyesini vermek için odasına çıktı. Albus hediyenin ne olduğunu merak ederek annesine baktığında onun gülümsediğini görebiliyordu. Nihayet Lily döndüğünde, elinde küçücük bir paket vardı. Albus, keşke herkes bana bakmasa, diye düşünürken kendine verilen küçücük paketi açtı ve içinden sadece küçük bir parşömen çıktığındaysa gördüğü şeye ilk başta şaşırdı ama bunu kardeşine belli etmemeyi isteyerek, ona sıkıca sarılıp aldığı hediye için teşekkür etti. Kağıdın üzerinde, her biri farklı renkteki harflerle şunlar yazılıydı: Abime, onun en çok hoşlanacağı hediyeyiseçtiğim için kendimle gurur duyuyorum! Nice Noel'lere! Ve mektubun her yerine de dağılmış çeşit çeşit gülümseyen renkli şekiller... Ama Albus, kardeşinin sinirli ve bir o kadar da kurnaz yüzüne baktığında bunun içinde bir iş olduğunu biliyordu. O nedenle de kardeşi Lily, "Kağıdın arkasını çevir." deyince buna hiç şaşırmadı. Arkada ise Albus'u çok şaşırtan bir yazı vardı.Quidditch seçmelerine hak kazandığın için,babama 2016 model Ateşoku'nu kim aldırdı sanıyorsun? Bu sefer Albus, yüzünde kocaman bir gülümsemeyle kardeşine gerçekten de sıkı sıkı sarıldı. Demek Ateşoku'nu babasına aldırtan, oydu. Bu, bugüne kadar kendisine verilmiş en güzel hediyeydi. Albus küçük kardeşini yanağından sıkıca öptükten sonra sıra diğer aile üyelerine geldi. Hermione tüm çocuklara gösterişli ve ders saatlerini gösteren bir büyücü saati almıştı -"Tam da sana yakışacak bir hediye, Hermione" demişti Ron, biraz da az önceki siniri garip bir şekilde birden dinerek. Sonra, Ginny de Albus'a Quaffle'ın küçük bir minyatürü olan, Tinyffle'lardan; James'e de sürekli oraya buraya uçan, aşırı hareketli, adeta yerinde duramayan bir Snitch minyatürü Tinytch almıştı -James hediyeyi alırken, "Herhalde, bunları satan dükkanın adı da Tinyditch'tir." diye fısıldadı Albus'a. Oda şöminenin ateşi ve giderek koyulaşan sohbetlerle artık daha da sıcaktı. Albus, kardeşi James'le odalarına çekilirken -üçüncü katta, Lily'le Hugo'nun odasının hemen yanındaydı- bir daha bu kadar mutlu ve sıcak bir Noel yaşayabilecek mi, diye düşünüyordu. Soğuk odaya girdiklerinde üzerlerine giydikleri kazaklar onları ısıtmak için yetmeyince çabucak kendilerini yataklarına atıp, battaniyelerini de üzerlerine çekip, geç saatlere kadar konuştular. James, elindeki küçük Tinytch'in, sürekli elinden kaçmasına izin verip, küçük altın şey daha ne olduğunu anlayamadan yeniden James'in eliyle buluşurken, "Ne gece ama, değil mi?" dedi kardeşine. Bir yandan da soğuktan dişleri hâlâ takırdıyordu. Ama Albus, James'e cevap veremedi. Üzerine örttüğü battaniye ve taze kar birikmiş pencereye vuran rüzgarın sakin uğultusu, göz kapaklarını ağır ağır düşürürken hiçbir şey düşünemiyordu artık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Albus Severus Potter ve Bellatrix'in İntikamı
AdventureSihir dünyası Voldemort'un ölümüyle, sonunda rahat bir nefes almıştır. Ama kimsenin bilmediği yeni bir kötülük doğmuştur ve her geçen gün kendini intikam ve nefretle beslemiştir. Duyduğu intikam bizzat öz annesi Bellatrix Lestrange'i öldüren kişiyed...