Rüzgâr her zamanki gibi havada düzensizce savrulurken bir ay daha geçti. Ama aradaki süre ne kadar uzun olursa olsun, Gelecek Postası'nda Bellatrix Lestrange hakkında yayınlanan haber, ilk günkü tazeliğini koruyarak dilden dile dolaşmaya devam etti. Profesör McGonagall derslerde ve ders dışında, her zamankinden daha katı ve sert davranmaya başladı. Gittikçe sıcaklığı düşen hava nedeniyle Hogsmade gezileri iptal edildi ve atık nerdeyse dersler dışında okul bahçelerine çıkılmasına bile izin verilmiyordu. Bu fırsattan faydalanmak isteyen Albus'la Lenny de kendilerini tekrar, Rose'un başını bile kaldırmadığı ansiklopedilerinin yanında buldular. Albus masadaki tek boş sandalyeye istemeye istemeye otururken Lenny ayakta bekledi. Gezi iptali ve okul bahçesine çıkma yasağı nedeniyle tüm kütüphane birikmiş ödevlerini yapan öğrencilerle doluydu -tabii ki Rose dışında; onun birikmiş ödevi olmazdı, daha sonra verilecek ödevlerle ilgili araştırmalar yapardı Rose. Albus, Lenny'le kendi parşömenlerini masaya koyup bir tane de tüy kalem çıkardığında, sonunda ayakta durmaktan yorulmuş Lenny, Albus'a bir işinin olduğunu söyleyip arkasına bile bakmadan kütüphaneden çıktı. Albus artık Lenny'nin ne yaptığını önemsemiyordu, zaten çoktan dağ gibi birikmiş ödevlerine baktığında, en iyi arkadaşını merak edecek zamanı bile olmadığını düşünmüştü. "O-onosma B-bracase-." dedi Albus, tüy kalemini mürekkeple doldurduktan kısa bir süre sonra, Profesör Sprout'un kendilerine verdiği ödeve bakarak. "Onosma bracteosum." dedi Rose sanki "ayakkabı" der gibi rahat bir telaffuzla. "Yaprakları-mızraksı-veya-şeritsi,-kenarları-geriye-kıvrık;-taban-yaprakları-saplı,-gövdedekiler-sapsız,-çiçekleri-gövdenin-üst-kısmında-basit-veya-çatallı-dallar-üzerinde-bir-sıra-üzerinde-aynı-yönde-dizili,-on-beş--otuz-cm-boyunda,-sert,-batıcı-tüyleri-olan-çok-yıllık-otsu-bir -bitki." "Çok açıklayıcı oldu." dedi Albus mırıldanarak. Onu duymayan Rose, "Kısaca, Emzikotu." dedi. "Türkiye'de de yetişiyor, biliyor muydun? Geçen sene İstanbul'a yaptığımız tatilde, Formula 1 yarışlarının düzenlendiği alanın etrafında bunlardan çok fazla görmüştüm. Yazık hepsinin üstüne basıp geçiyorlar-" "O zaman da onların adını biliyor muydun?" dedi Albus şaşkınlıkla; bir taraftan da Rose'un az önce tekdüze söylediği bilgileri aklında kaldığınca kâğıda geçiriyordu. Rose tıpkı annesinin yaptığı gibi gözlerini devirerek, "Tabii ki, hayır." dedi. "Ama birkaç kez resim olarak görmüştüm. Yalnız onları fazla sıkınca, insanın gözlerini bir saat boyunca hiç durmadan yaşartan bir gaz püskürtüyor." "...bir saat boyunca..." diyerek bilgiyi geçirdi parşömenine. "Söyledikleri doğru olabilir aslında-" "Ne hakkında." dedi ödevinden başını kaldıran Albus. "Bellatrix'i diyorum, çocuğunun olduğu doğru olabilir; Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen'den..." "Sanmıyorum." dedi Albus. "Babam Voldemort'un kimseyi gerçekten sevmemiş olduğundan bahsetmişti bana. Değer verdiği kimse yokmuş-" "Nerden biliyorsun?" dedi Rose, masada biraz öne eğilerek. "Ya gerçekten sevdiği biri olmuşsa. Herkes kendisine değer verenleri sever-" "O, sevmez." diyerek sinirle konuyu kapattı Albus. Öfkesi hafiften yükselmeye başlamıştı yine. Başını; içindeki öfke duygusu giderek büyürken; sağına, okul arazisini gösteren pencereye doğru çevirdi. Ve çevirdiği anda Lenny'i, ağaçların pek sık olmadığı bir tarafta gördü. Albus'un yoğun kardan dolayı göremediği bir şeyin üzerine doğru eğilmiş, elindeki bir şeyi karın üstüne atıyordu. Ama Albus manzaraya daha fazla bakamadı, Rose'un sesini duydu. "Jimmy, sonunda gelebildin!" dedi Rose hafif sitemle. Albus yüzünü çocuğa dönerken, Jimmy, "Kusura bakma." dedi. "Şu, Scorpius, denen çocukla uğraşıyordum. Benim çok zeki biri olduğumu, beni kendi grubuna katmak istediğini söyledi-" "Sen ne dedin?" dedi Jimmy'nin sözünü kesen Rose. "Onlarla uğraşacak vaktim olmadığını, elbette. Yüzündeki ifadeyi görecektin, İfrit çarpmışa döndü." Rose'la Jimmy karşılıklı güldüler. Ödevine daha fazla devam edemeyeceğini söyleyen Albus, çantasını ani hareketlerle toplayıp, Rose'u, yüzünde tuhaf bir ifadeyle geride bırakıp ortak salona döndü. Kendini yeniden şömine ateşinin yanında bulduğunda içindeki ani öfke patlaması biraz olsun dinmişti, ama kafasını kurcalayan şeyler yüzünden yeniden alev almaya başlıyordu: Lenny, hademe Filch'e gözükmeden nasıl okul dışına çıkabilmişti? Okul bahçesinde neyi besliyordu ve neden sürekli ani duygular içinde buluyordu kendini? Düşünceleri başını giderek ağrıttı ama sert rüzgar nedeniyle hafif aralanmış olan pencereden giren uğultu, Albus'u yeniden sakinleştirmeyi başarabilmişti. Hatta o kadar sakinleştirmişi ki, ne zaman uykuya daldığını hatırlamıyordu bile.* Mart'ın yedisi Gryffindor'un ikinci Quidditch müsabakasının tarihiydi. Gücünde en ufak bir azalma bile gözlenmeyen rüzgar nedeniyle oldukça zorlu bir maç olacaktı. Bu yüzden Albus, kendini kahvaltı için Büyük Salon'a atıp da yemeğe başladığında sinirleri aşırı gerilmişti. Kubbedeki yoğun gri bulutların altında havada salınan mavi ve kırmızı-altın sarısı bina bayraklarına bakarken kendini konsantre olmaya zorladı. İkinci maçı kaybedemezlerdi. Albus yemeğini bitirdiğinde, sırtına dokunan eli ilk başta hissetmedi ama başını döndürdüğünde, onun Scorpius olduğunu görünce sinirleri yine tavan yapmaya doğru ilerledi. O sırada Rose'la Jimmy'i birlikte kütüphaneye ders çalışmaya giderlerken görmüyordu bile. "Ne var, Malfoy." dedi geçen sefer bir yanlış anlaşılma yüzünden çocuğa zarar verdiği için içinde hafif de olsa pişmanlık duyan Albus. Scorpius kısa bir süre Albus'a baktı ve, "Hiç." dedi sakinlikle. "Sadece sana şans dileyecektim." Sonra yüzünde hafif kıvrılan bir gülümsemeyle yeniden Slytherin masasına doğru yürüdü. Scorpius'un neyin peşinde olduğunu daha Albus sezemeden Gryffindor takım kaptanı Caroline Weasley geldi. "Bir hafta boyunca ne çalıştığımızı biliyorsun, plana sağlık kalacağız." dedi masaya oturur oturmaz, direkt konuya dalan Caroline. Albus bir hafta boynuca Profesör McGonagall'dan Quidditch nedeniyle kopardıkları izni ve buz gibi havada zorlukla yaptıkları antrenmanları düşündü. Caroline hepsine antrenman boyunca takabilecekleri, Albus'un daha önce Madam Hooch'ta gördüğü gözlüklerden vermişti ama bu hiçbir şeye yardımcı olmamıştı. Belki, Albus etrafı daha rahat görebiliyordu ama sonuçta, giderek daha da morarıp hissizleşen el ve ayaklarını ısıtmaya yaramadığı gibi, gözlerinin etrafına da aşırı baskı uygulayıp etraflarında mor halkalar oluşmasına yol açmıştı. "Plana sadık kalacağım, söz." dedi bıkkınlıkla Albus. Plandan kasıt, gözündeki gözlükleri ne pahasına olursa olsun çıkarmamaktı. Sahaya doğru yürüyen kalabalığın konuşarak ilerlediğini duyabiliyordu Albus. Takım kaptanı Caroline, herkese geçen seferki gibi moral verici bir konuşma yaparken Albus'un tek düşündüğü ve istediği bulundukları sıcak odayı bırakmamaktı ama herkes maç için ayağa kalktığında o da istemeden de olsa ayağa kalktı ve James'le birlikte odadan en son çıktılar. Quidditch sahasına girdiklerinde, rüzgâr ne kadar soğuk olursa olsun tezahüratlar yine de havayı deliyordu. Bir tarafta "ALBUS! ALBUS! ALBUS!" sesleri, diğer tarafta Ravenclaw'ların takımı için söylediği ama bağırış çağırış içinde anlaşılamayan şarkıları zorlukla da olsa duyuluyordu. Albus ayağını, sert karın kapladığı soğuk zemine vururken botlarının içine biraz kar girdi ve ayak parmaklarını soğuktan acıtmaya başladı. Daha yükselişe geçer geçmez soğuk hava yüzünü uyuşturdu. Ve Madam Hooch, düdüğünü çalarken bu kez Albus'un gözleri Lenny'i aramadı. Gryffindor tarafından Sol'un tanıdık sesi geliyordu. "Ve Gryffindor'un bu seneki ikinci Quidditch maçı da böylece başlamış oldu! Umarız, zevkli ve yine kazandığımız bir mücadele olur!" Profesör McGonagall her ne kadar Sol'u taraflı spikerlik yaptığı için dürtse de, kendisi de bir hayli mutlu görünüyordu. "Gryffindor'la atağımız geliyor- ama hayır topu kapan Ravenclaw Kovalayıcı'sı Teressa Hemingway- evet, atakları devam ediyor. Teressa'nın pası Neil'e- top şimdi Jessica'da-" ama sırtına sert bir Bludger yiyen Jessica daha ne olduğunu anlayamadan Quaffle'ı kaybetmişti. Rüzgâr şiddetini artırdıkça oyun daha da zorlaşıyordu. Öyle ki, Quaffle'ın kimde olduğu çoğu zaman gözükmüyordu bile. Gözlüğü yüzüne giderek baskı uygularken, zorlukla sahadaki takım arkadaşlarını seçmeye çalışan Albus umutla James'e baktı. James, o sırada sadece Snitch'in nerede olabileceğini düşünüyordu. Eli hissizleşmeye başladığında maç Ravenclaw'ın lehineydi ve durum 50-0 gidiyordu. "Bir sayı daha yedik sanırım sevgili seyirciler, bu havada nasıl maçın oynanmasına izin veriliyor, hâlâ anlamıyorum- özür dilerim profesör ama gerçek bu." dedi sonra Sol, Profesör McGonagall bir kez daha kendini dürttüğünde. Albus dikkatini tekrar oyuna vermeye çalışırken, yoğun yağıştan dolayı seçemediği arkadaşından pas istedi. Quaffle'ı alır almaz, rahatlıkla bir Ravenclaw'ı saf dışı bıraktı. İkinci Ravenclaw'ı geçtiğindeyse karşısında sadece tutucu vardı. Bir anlığına durdu ve, ya atışım girmezse, diye düşündü. Elini, ne olursa olsun, diyerek gerdi ve bileği, avuçlarının arasında bulunan Quaffle'ı daha serbest bırakamadan başka bir Bludger darbesiyle, havada acı verici bir çıtırtı sesiyle gerisingeri döndü ve koluna vurdu. Kırık kolunun acısını soğuktan dolayı anlayamayan Albus, takım arkadaşları yanına, bir şeyin var mı, diyerek gelirken, sesini soğukta arkadaşlarına duyurmak için bağırarak, "BİR ŞEYİM YOK! OYUNA DEVAM EDİN SADECE!" dedi. Az önce ne olduğunu, herhalde, göremeyen takım arkadaşları yeniden oyuna döndü. James ise dikkatini sadece Snitch'i yakalamaya verdiğinden kardeşine az önce olanları görememişti. Kocaman kar taneleri sihirli gözlüğüne yapışmadan, görünmez engele çarparak sağa sola savrulurken, havada toz gibi uçuşan karın arasından Snitch'i seçmeye çalıştı James. Ve onu gördüğünde, içinde inanılmaz bir heyecanla altın topun üzerine doğru atıldı. Durumun farkında olmayan Ravenclaw Arayıcısı'nın hemen başının üzerinde uçuşuyordu. Kırık eline rağmen oyunu sürdürmek çok zordu. Albus, Quaffle'ı sol eliyle yakalamak zorunda kalıyordu ve çoğu seferinde de başarısız olmuştu. Ravenclaw'ların kışkırtıcı bağırışlarına aldırmamaya çalışarak sonunda topu tutmayı başardı. Üç oyuncuyu ardı ardına gerisinde bırakırken oldukça rahattı ama kendini yeniden üç kale direğinin karşısında bulduğunda bu sefer kendine hiç de inanmayarak sol elindeki Quaffle'ı beceriksizce kale direklerine doğru gönderdi. Her şeye rağmen havada kavis alan top, tam da Albus'un beklediği gibi Ravenclaw Tutucu'sunun yaklaşık dört metre yanından geçerek Quidditch alanının dışına çıktı... James artık, "Albus!" diye haykıran insanların coşkulu sesini duyamıyordu. Bunun yerine yuhalamalar duyulmaya başlamıştı ve James, kardeşine baktığında, içi burkularak onun elinin düzensiz duruşunu fark etti. Kardeşinin kolu kırılmıştı ve buna rağmen de oynamaya çalışıyordu. Yanından hızla geçen Ravenclaw'a dikkat edemedi. Aklı başına geldiğindeyse çok geçti. "Ve Ravenclaw'ın Arayıcı'sı Snitch'i yakalamayı başarıyor..." Sol'un Ravenclaw'ların çığlıklarının arasından zar zor duyulan sesi geliyordu. "...skor 200-0... Bu bizim için çok çok büyük bir hezimetti. Maalesef, Albus'un ve ağabeyinin hataları bize pahalıya mâl oldu-" Ama James süpürgesiyle yeniden karlarla dolu Quidditch alanına inerken malubiyeti önemsemiyordu. Kardeşinin acı içinde sol elinin üzerinde tuttuğu bilekteydi aklı sadece. "Çabuk." dedi James, kardeşini omuzlamaya çalışırken. Bir yandan da havayı hâlâ Ravenclaw'ların çığlıkarı dolduruyordu. "Omuzlamana gerek yok." dedi Albus anlayış dolu bir sesle. Sağ bileğindeki acı artık daha belirgin bir hâle gelmişti ve arkadan duyulan haykırışlar sanki acıyı daha da şiddetlendiriyordu. "Seni Hastane Kanadı'na götürmemiz gerek." dedi James, kardeşine hâlâ destek olmaya çalışarak. O sırada da, şimdi tekrar okulun yolunu tutan, üzgün Gryffindor ve coşkulu Ravenclaw kalabalığının arasından Rose belirdi. Karın içinde bata çıka, heyecanla koşturuyordu. "Hastane Kanadı'na gitmemiz gerek." dedi koşuşturmacadan dolayı zorlukla nefes alarak. "Biz de gidiyorduk zaten." dedi James ve kalabalığın içinden ani bir şekilde beliren Lenny'le birlikte okula doğru ayakları karı delercesine koşturarak gittiler.* Albus için, koluna tersi neredeyse yapışmış gibi duran bileğini oynatmamaya çalışmak çok zordu ve en ufak sallantıda dayanılmaz bir acı veriyordu Albus'a. Hastane Kanadı'na kadar, arada bir -acısı şiddetlendiğinde- durarak gittiler. Tüm bunlar yetmezmiş gibi, merdivenler de bugün bir hayli hareketliydiler ve üstünde bulundukları merdiven, Hastane Kanadı'na giden beton yola yerleştiğinde Albus istemeyerek acı dolu haykırdı. Hayal meyal arkadaşlarının dediklerini anlayabiliyordu. "Çok kötü duruyor." diyordu James. "İyisin, değil mi kardeşim?" Ama Albus cevap vermek yerine bir kez daha haykırdı, telaşla Hastane Kanadı'ndan fırlayan bir birinci sınıf Albus'a ve diğer arkadaşlarına çarpmıştı. Çocuk hiç kimseden özür dilemeden merdivenlere doğru koşmaya devam etti. "Ne oldu acaba?" dedi düşünceli düşünceli Rose. Odaya girdiklerinde tüm yataklar bomboştu. Soğuktan etrafında çatlaklar oluşmuş pencerelerden yağan şiddetli kar gözüküyordu. Madam Pomfrey'nin telaşlı ses duyuldu. "Buraya gelin, hemen!" Albus, Lenny, Rose ve James Madam Pomfrey'in yanına gittiler, ama attığı her adım daha büyük bir acıydı Albus için. Acaba insan ne kadar acıya dayanabilirdi? Madam Pomfrey, yatağın çarşafını özenle kaldırıp, sakin olmaya çalışan bir ses tonuyla, "Buraya yatırın onu." dedi. Rose ve James'ten destek alan Albus bembeyaz yatağa uzandı ama bu sefer ağrı bileğinden aşağı akıyor gibiydi adeta. Parmak uçlarına kadar yayılan büyük bir acı hissederken bir kez daha haykırdı. "Nasıl durumu?" dedi endişeli James. "İyileşir, değil mi?" dedi Rose. Ama Madam Pomfrey, ikisini de yanıtlamadı. Yavaş hareketlerle çocuğun bileği kırık olan kolunu kaldırıp -daha sonra Albus'un da neden oraya yatırılmasının istendiğini anladığı- bunun gibi, kırık kol vakaları için ayarlanmış olan bir kol yerleştiricisine koydu. Kolunu koyar koymaz damarlarından geçen sıcak kanı hissetti ve bu da acının az da olsa dinmesini sağladı. Albus'un eli hafif hafif rahatlarken, Madam Pomfrey kendi odasına ilaç almaya gitti. O gözden kaybolur kaybolmaz hızlı adımlarla içeri Nena girdi. Omuzlarını biraz geçen, ucu kıvrık sapsarı saçlarının arasındaki yüzü günlerdir uykusuz kalmış gibi soluktu. "Nasıl, iyi mi?" dedi sesi çatallaşmış. "Albus'a sor." dedi Rose. "İyiyim." dedi tüm başlar kendisine döndüğünde Albus. "Sadece kırık bir kolum var- AAH!" Acı bir kez daha zonkladı. Beyaz önlükler içinde, kilolu, yaşlı Madam Pomfrey yeniden göründü; elinde, üstünde dumanları gri gri tüten bir cezve taşıyordu. Albus, kadının telaşla cezvede kaynattığı ilacı tabağa koyma gereği duymadığını anlamıştı. Madam Pomfrey cezveye kaşığı soktu ve Albus, iğrenç bir tadı olduğunu sadece hayal edebildiği çorbayı yutmak için ağzını açtı... Ve bir an için öyle kalakaldı. Daha sonra Albus, Madam Pomfrey'in ilacı, kendisinin içmesi için değil, yaraya dökülmesi için kullanacağını anladı. Madam Pomfrey, önce, kaşığı bileğinin tam burkulduğu kıvrıma sürdü ve Albus bir an için kolunu saran bir bileklik taktığını sandı; bileğini küçük bir kemer uyuşturarak sarıyordu. Sonra Madam Pomfrey, sağ elindeki cezveyi ürkütücü bir şekilde havaya kaldırdı ve kaynar ilacı Albus'un koluna dökmeden önce, "Normalde, böyle söylemenin acıyı sadece daha da artırdığını söylerler, ama ben yine de sana bunu söyleyeceğim: Bu biraz canını acıtacak." dedi ve cezveyi Albus'un tüm koluna yayarak boşalttı. Albus, bileği hariç tüm koluna yayılan inanılmaz acı karşısında tüm Hogwarts'ın rahatça duyabileceği bir şekilde haykırdı... "N-ne olduğunu a-anlayamıyorum..." Madam Pomfrey, ilk defa bu kadar korkmuş görünüyordu. "Onun koluna kaynar su döktünüz, işte bu yüzden canı yanıyor!" James bağırmamak için kendini zor tutuyordu. "Ha-hayır, hayır! Bu kadar acıtmaması gerekirdi-" "Belki de dediğin şey yüzündendir." dedi Lenny, Albus tam da aynı şeyi düşünürken, "Bu biraz canını acıtacak!" dedi kadının taklidini yaparak. Ama Albus daha fazla konuşulanları duyamadı. Acı artık dayanılmayacak derecede fazlaydı.. Kendi haykırışlarını duyamıyordu... Vücudu acı dışında bir hissi algılayamıyordu... Bayılmadan önce Lenny'nin, kulağına, "Acı sadece biz onu hissettiğimiz sürece vardır..." dediğini duyabildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Albus Severus Potter ve Bellatrix'in İntikamı
AdventureSihir dünyası Voldemort'un ölümüyle, sonunda rahat bir nefes almıştır. Ama kimsenin bilmediği yeni bir kötülük doğmuştur ve her geçen gün kendini intikam ve nefretle beslemiştir. Duyduğu intikam bizzat öz annesi Bellatrix Lestrange'i öldüren kişiyed...