Potter'lar, sonunda, seçmeleri kazanıp Quidditch takımına girmeye hak kazanmışlardı. Ama Albus, kendisini o kadar çalıştıran, bir o kadar da yetenekli Lenny'nin takıma girmemesine, daha doğrusu girmemeyi istemesine bayağı bir şaşırmıştı. Kendisine sorduğundaysa aldığı yanıt, "..."tı, sadece bir sessizlik. O da yine Lenny'nin geçmişindeki, hatırlamak istemediği anıları düşününce bir kez daha en iyi arkadaşının üzerine gitmek istememişti. Aralığın ilk haftalarına girdiklerinde, artık Quidditch takımıyla çalışmanın verdiği yorgunlukla, Ortak Salon'a eskisinden daha da bitkin geliyor ve gece yarısına kadar Lenny'le ödevlerini yapmaya çalışırlarken de -aslında ders çalışmıyorlar, geç saatlere kadar laflıyorlardı- Rose, gecenin belli belirsiz saatlerinde, kuzeninin ödevlerine yardım için aşağıya iniyordu ve her seferinde de gözlerini Lenny'den kaçırıyordu. Ama Albus'la Lenny, artık ders saatlerinde birbirleriyle konuşmuyorlardı. Sadece öğretmenlerinin verdiği derslere odaklanıyorlardı; çünkü her gece dörtte ya da beşte yatmak, özellikle de Sınıf Başkanları'na gözükmemek çok zor ve yorucu oluyordu. Aralık'ın ilk haftasında, daha Noel tatili için kayıtlar başlamadan, Albus'u epey şaşırtan, bizzat annesi Ginny tarafından yazılmış bir mektup gelmişti. Küçük parşömenin üzerinde şunlar yazılıydı.Biricik Oğullarım Al ve James, Biliyorsunuz, birkaç gün sonra Noel tatili başlıyor. O yüzden de, tatil için önceden kayıt yaptırmayı unutmayın. Ayrıca, gözünüz kuzeniniz Rose'un üzerinde olsun. Çünkü Noel'de yemeğe bir arkadaşını davet etmeyi planlıyormuş ve bize sadece sürpriz olduğunu söyledi. Bu yüzden, kuzeninizin etarfındaki arkadaşlarına, kız ya da erkek olsun, dikkat edin. Bir de unutmadan, Rose, ikinizin de Quidditch takımına seçildiğinizi söyledi. Bu, benim ve şimdi yanımda böbürlene böbürlene dolaşan babanla dayın Ron için gerçekten çok gurur verici bir olay. Oğullarımız olduğunuz için sizlerle çok büyük gurur duyuyoruz! Tekrar ediyorum, sakın ama sakın, Noel tatili için kaydınızı yaptırmayı unutmayın! Sizleri öpüyor ve tatilde yanımızda görmek için sabırsızlanıyoruz... Sizi her şeyden çok seven anneniz, Ginny... Albus, mektubu ağabeyine vermeden önce üç kez baştan aşağı tekrar okudu. "Gözünüz kuzeniniz Rose'un üstünde olsun." lafına takılıyordu gözü her seferinde. O da bu yüzden derslerde ve hatta şans bulabilirse ders aralarında bile, gözünü Rose'dan ayırmamaya, kendi kendine söz vermişti. Bu sebeple de, iki saat Bitkibilim dersi boyunca gözlerini kuzeninden ayırmamış, o yüzden de kendini, Rose'dan gözünü ve kulağını ayırmadığından dolayı dersi dinlemediği için adını bilmediği yavru bir bitkinin sümüğü içinde yapış yapış bulmuş ve buna oldukça sinirlenmesine karşın dersten çıkmayı kabul etmemiş ve Rose'un artık sürekli kendi yapmaktan usandığı temizleme büyüsünü mecbur da olsa öğrendiği için, üzerindeki bebek bitki pisliğini temizleyip, gözü hâlâ Rose'da derse devam etmişti. Karanlık Sanatlara Karşı Savunma'da da gözlerini Rose'dan ayırmamıştı. Ders boyunca yaşlı Profesör Twinkle'ın yaptığı esprilerle gülermiş gibi yaparken, Lenny'i de dinlemiyordu, sanki o orada yokmuş gibi. O anda tek düşündüğü, annesinin ondan istediği şeydi, Rose'a göz kulak olmak. Ama Rose bir tek arkadaşla içli dışlı değildi sanki. Her ders başka kız öğrencilerle oturuyor ve hepsiyle de aynı derecede muhatap oluyordu. Son ders olan Sihir Tarihi'ne girdiklerindeyse, görevinden dolayı aşırı bitkin olan Albus, çenesini masanın üzerinde birleştirdiği kollarına dayar dayamaz uykuya dalmıştı. Ders bittiğinde çalan zili duymuyordu bile. Yaklaşık yarım saat orada uyuduktan sonra, uyandığında sırasının hemen yanında Lenny'i bulmayı beklemiyordu. "Sen hiç başkalarıyla da takılmaz mısın?" dedi Albus, yarı uykulu, gözleri mayışmış bir halde. Lenny'se gülüyordu. "Hayır." dedi sadece. "İyi, o zaman." dedi Albus da cevap olarak, "Hiç değilse, kuzenime göz kulak- Rose!" Adrenalin vücuduna aniden yayıldığından, bir an için olduğu yere çökmesine rağmen, hızla, peşinde Lenny, Rose'un o saatte bulunabileceği tek yer olan kütüphaneye kadar koşturdular. Ama sessiz kütüphaneye girdiklerinde içeride Madam Pince hariç kimse yoktu. O zaman bulunabileceği bir yer daha kalıyordu: Ortak Salon. Ama Rose, orada da yoktu. İkili bitkin bir halde şöminenin yanındaki boş kultuklara çökerlerken Albus, kızın başka nerede bulunabileceğini düşündü. Okulu didik didik aramasına gerek yoktu çünkü Rose'un takılacağı başka yerler olmazdı. Bu nedenle de kısa bir süre dinlendikten sonra daha önce aradıkları ve akıllarına gelen yeni yerlere bakmaya karar verdiler: Kütüphane, Büyük Salon, herhangi bir profesörün yanı ya da... "Hagrid!" dedi Albus, o sırada ikili Quidditch sahasına doğru yol almaktaydılar; çünkü son umutları, bir orası kalmıştı. "Olabilir." dedi Lenny, düşünceli bir ses tonuyla ve ikili yollarını Hagrid'in kulübesine doğru çevirdiler. Albus'la Lenny geniş, çamurlu patikayı inerlerken yüzlerine serin kış rüzgarı vurmaktaydı artık. Aralık geldiğinden, yağmur da sulu kara dönmüştü ve yüzlerini koruyan kaşkollarını elleriyle burunlarının üstünde tutmaya çalışırlarken kulakları da gittikçe tipiye çeviren havadan yavaş yavaş ağrımaya başlamıştı. Nihayet, sıcak, dar kulübenin kapısına geldiklerinde, içlerinde sıcağa çabucak kavuşma heyecanıyla, kapının tokmağını sert ve hızlı hızlı defalarca vurdular. "Kim, o?" Temkinli ses, yaşlı Hagrid'den geliyordu. "Biziz!" diye bağırdı Albus. "Lenny'le ben!" "Lenny mi?" Kapıya doğru yaklaşan dev adımların gürültülü sesi geldi ve kulübenin kapısı gıcırdayarak açılırken, gümüş beyazı saçlı yarı-dev Hagrid kapının hemen ardında belirdi. Albus'u görünce yüzünü ani bir gülümseme kapladı ve Albus'u, "Küçük Potter, hoş geldin!" diye sarılarak sıkı sıkı göğsüne bastırdı. Kemikleri kırıldı kırılacak gibi hisseden Albus zar zor, "Hoş bulduk." diyebildi. Kocaman kollardan kurtulduğunda üstünü başını düzeltemeden yanındaki arkadaşı Lenny'i gösterdi ve Hagrid, uzunca bir süre Lenny'e baktı, sonra da sessizce, "Sen de hoş geldin." deyip ikiliyi sıcak kulübeye buyur etti. Hagrid içerde belli ki, koca bir çaydanlıkta -bu olsa olsa kazandır, diye fısıldadı Lenny, Albus'a- kendine çay kaynatıyordu ve odanın başka bir köşesinde, tepesi kulübenin tavanına dayanmış büyükçe bir dolaptan, küçük kese kağıdından yapılmış bir kutu, içinden de bolca kurabiye çıkarıp, mutfağı olması gereken yerden iki tane tertemiz tabağı masanın üzerine yerleştirerek ikiliye ikramda bulundu. Albus, Hagrid kapıyı açıp onları içeriye aldığında Rose'u içerde görememişti ve taş gibi kurabiyeleri ağzına atarken, aklını kurcalayan soruyu Hagrid'e sordu. "Hayır." dedi Hagrid, saçı gibi gümüş beyazı kaşlarını çatarak. "Onun da beni ziyaret etmesini isterdim, ama gelmedi, di mi?" dedi. Hemen ardından da yüzü bir çocuğunkini andıran bir şekilde ağlayacakmış gibi büzülüp gözünden iki küçük göz yaşı damlasının düşmesine izin verdi. Kendini toparladıktan sonra da, tam Albus'un bedenine uyabilecek, eski püskü bir giysiyi kendine mendil gibi kullanıp, göz yaşlarını sildi. "Yaşlılık çok zor." diyordu Hagrid, artık ikiliyi şaşırtan bir şekilde ağlamaya başlayarak. "Rose daha önce de geldiydi aslında, ama..." hıçkırdı "...ama bugün de geleceğini söylediydi bana... şeyden önce... bilirsiniz... Noel tatili için okuldan ayrılmadan önce bana veda edecekti... ama olsun..." tekrar hıçkırdı "...siz de bana veda etmek için geldiniz, di mi..." kendi önüne koyduğu çaydanlığın içine akıtıyordu artık göz yaşlarını "...Rose'un eminim önemli bir işi vardır... dersleri... sizi o gönderdi, di mi... veda için..." Ve Albus bir yandan ne yapacağını bilemez bir halde Lenny'le otururken, bir yandan da cama vuran fırtınayı dinlerken kulübenin kapısı bir kez daha çalındı. Küçük, ince bir tık sesiydi bu. İçerdeki üçlü, bir anlığına da olsa, sessiz kaldılar. Sonra Hagrid, kapıyı çalan tokmak sesini duyduğunda ağır ama eskisinden daha gürültü adımlarla kapıya yaklaştı. Yüzünde öfke vardı artık. Kapıyı çalan her kimse, onu da benim gibi ezip, belki de daha da sıkarak kemiklerini parça parça edecek, diye düşündü Albus. Ve Hagrid, kulübenin kapısını ardına kadar sinirle açtı. Albus, Hagrid'in cüssesinden dolayı orada ne yaptığını göremese de, kocaman yaşlı adamın bir nedenden dolayı sevindiğini hissedebiliyordu. Yarı-dev kapıdan çekildiğinde Albus, kapının hemen dış tarafında, tüm vücudunu kaplayan kaban ve kaşkol bolluğuna rağmen Rose'u tanıdı ve yanında da uzun boylu bir öğrenci daha duruyordu. Hagrid, onları da, artık gitgide küçülen kulübesine alırken Rose, "Bu arkadaşım Jimmy." dedi. "Jimmy, bu da, Profesör Hagrid, ki zaten biliyorsundur.". Gülümsedi. Albus'un içini büyük ve ani bir şaşkınlık hissi doldururken, "Bu olamaz." diye geçirdi içinden. "Bir Gryffindor daha Slytherin'le arkadaşlık kuramaz-" "Bu Slytherin'in burada ne işi var?" dedi Albus, bir taraftan kuzeni Rose'u kollama içgüdüsü, bir taraftan da yaşadığı şaşkınlıktan dolayı içerdekilerin anlam veremediği bir ifadeyle. Rose'un yüzü bir anda buruştu. "Asırlık tarihi geçmişe gömebiliriz, sanırım." dedi Jimmy'e gülümsedikten sonra. "O da derslerde en az benim kadar iyi, biliyorsun. Ve bana derslerimde hep yardım ediyor. Her gün Hagrid'in kulübesine gelip burada ders çalışıyoruz. İstersen Hagrid'e sor." dedi biraz daha sinirli bir ifadeyle. Hagrid, az önceki ağlamaklı ifadeden tamamen kurtulmuş, şimdi de çocuk gibi gülümsüyordu. "Evet." dedi mutlulukla Albus'a bile bakmadan. Sonra Rose'a, Albus'un tabağındaki son sert kurabiyeyi vererek, "Biliyordum." dedi. "Bana veda edeceğini biliyordum." "Bu bir veda değil ki." dedi Rose, bir yanındaki Jimmy'e, bir Hagrid'e bakarak. "Evet, değil." dedi Jimmy. "Noel'den sonra yine okula döneceğiz. Yoksa, nasıl sınıf birincileri oluruz, değil mi?" Albus'la Lenny dışında herkes güldü. Ama gülmeleri kapının tekrar vurulmasından sonra kesildi. "Kim, o?" dedi Hagrid, bu sefer eğlendiğini belli eden bir gülümsemeyle. "Benim, James." dedi dışardaki ses. Hagrid kapıyı açtığında, Albus'a yaptığının aynını James'e yaparak, onun da birkaç kemiğinin incinmesine istemeden de olsa sebep olarak içeri buyur etti. Hagrid dolaptan birkaç kurabiye daha çıkarırken, "Yine de mutlu." diye geçirdi içinden Albus. "Hagrid, yaşadığı her şeye rağmen, yine de mutlu."* Noel tatili için Hogwarts Ekpresi'ne binecekleri o gün, Albus, eskisinden daha rahattı artık, ama en iyi arkadaşı Lenny'i de Kovuk'a davet ettiğinde, gelmek istemediğini duyunca Albus bir hayli şaşırmıştı. "Niye." dediğinde de, ailesinin kendisini daha önce çağırdığını ve onlara söz verdiğini bu yüzden de Albus'la gelemeyeceğini söylemişti veya Lenny'nin yüzündeki ifadeden ya da onu çok iyi tanıdığından Albus, bunu önceden tahmin etmişti. Albus o gün trene binerleken, yine de gözünü kuzeninden ayırmadı ama bir Slytherin'le bir Gryffindor'un aynı kompartımanda bulunamayacağını ileri sürerek hiç değilse bir dertten uzak durmayı başardı. O, James, Rose ve Nena yine aynı kompartımanda, her zamanki gibi buluştuklarında -içeride, yine sadece Nena oturuyordu- Nena artık eskisi kadar sıkıntılı bir ifadeyle oturmuyordu. James'in hemen yanına geçerek sohbet etmeye başladıklarında ise Albus, artık iyiden iyiye kafayı yemiş olabileceğini düşünüyordu: Bir Slytherin'le iki Gryffindor dost ve hepsinden de önemlisi -ya da daha önemsizi, diye içinden geçirdi Albus- Nena, James'in yaptığı her espriye gülüyor; Albus, kompartımanda keşke Lenny de yanımda olsaydı diye düşünürken, orada öyle tek başına oturarak, sadece bir an önce Kovuk'ta olmalarını dileyebiliyordu artık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Albus Severus Potter ve Bellatrix'in İntikamı
AdventureSihir dünyası Voldemort'un ölümüyle, sonunda rahat bir nefes almıştır. Ama kimsenin bilmediği yeni bir kötülük doğmuştur ve her geçen gün kendini intikam ve nefretle beslemiştir. Duyduğu intikam bizzat öz annesi Bellatrix Lestrange'i öldüren kişiyed...