(Bilgilendirme Notu;Haggis; kuzunun karaciğer,kalp,akciğer gibi iç organlarıyla yapılan bir İskoç yemeği)
Kanı donmuş gibiydi Briana’nın. Adımlarını düşüncesizce atıyor,her adımda biraz daha fazla yalpalayarak ilerliyordu. Ne kadar zamandır yürüdüğünü bilmiyordu bile…Gözlerini açtığında geniş bir vadinin ortasında bulmuştu kendini…Rastgele bir yön seçip yürümeye başladığından beri buraya nasıl geldiğini düşünüyordu ama mantıklı hiçbir cevabı yoktu bu soruya…
Gecenin zifiri karanlığında uzaktan gelen kurt ulumaları zaten varolan korkularını had safhaya çıkarıyor,nerede olduğunu bilmemek daha fazla dehşete kapılmasına neden oluyordu…
Geniş vadi yerini sık ağaçlıklara ve yüksek dağlara bıraktığı halde işe yarar hiçbirşey görememişti. Kore’de bu kadar fazla geniş alan var mı ? diye düşünüyordu,emin olamasada saatlerdir yürüdüğü ayaklarındaki sızıdan belli oluyordu…Buna rağmen tek bir ev bile yoktu etrafında…
Yürümeye daha fazla dayanamayarak büyük bir ağacın dibine çöktü,dizlerini karnına çekip başını ona yasladığında korkusunun dondurduğu gözyaşları yavaş yavaş yanaklarından süzülmeye başlamıştı…
“Annecim” diye hıçkırdı genç kız,öğrendiği dehşet verici habere üzülememişti bile. Babası bir katildi ve kurbanı iki ay öncesine kadar aynı yastığa baş koyduğu eşiydi yani onun annesi. Artık bir annesi yoktu ve hiç bilmediği bir yerdeydi, kaybolmuştu…
Hıçkırıkları gittikçe şiddetlenirken arka tarafında duyduğu sesle ellerini ağzına kapattı…Sesinin çıkmasını ancak bu şekilde engelleyebilmişti. Korkuyla açılan gözleri yine gözyaşlarını kurutmuş,kalp atışları hızlanmıştı.
Ağacın gövdesinin arkasına saklanıp sesin neyden geldiğini anlamaya çalıştı,eğer vahşi bir hayvansa ses çıkarmamak en iyisi olacaktı…Bir insansa daha kötüydü,gecenin bir vakti ormanın içinde genç bir kıza ne olacağını az çok tahmin edebiliyordu…
Sesler gittikçe arttı biraz sonra ve ağaçların seyrekleştiği yerden hızla bir at geçti…Atın üzerindekinin bir adam olduğunu görebilmişti sadece,rüzgardan bile daha hızlıydı at…
At uzaklaşınca saklandığı yerden çıktı Briana,yakınlarda bir çiftlik olmalı diye düşündü…Belki de dizi çekimi vardı,Kore’nin tarihine değer verdiğini ve onları dizilerle anlattığını biliyordu…
Saklanırken kolundan düşen çantasını alıp atın gittiği tarafa doğru yürümeye başladı,yardım isteyebileceği birilerini bulabilirdi belki…En azından nerde olduğunu öğrenebilirdi…
Gözden kaybolan atın arkasında bıraktığı toz bulutu ilerdeki tepenin arkasına gittiğini işaret ediyordu…Tüm gücünü toplayıp yürümeye devam etti,hava oldukça soğuktu ve ara sıra yağmur damlaları düşüyordu suratına…Karanlık havayı daha da karartan yağmur yüklü bulutlar çıkacak fırtınanın haberini verir gibi homurdanmaya başlamıştı…
Üzerindeki ceketin yakalarını yukarı kaldırıp soğuğun gelmesini birazda olsa engelleyerek yürümeye devam etti,ayakkabıları ayaklarını acıtmaya başlamıştı ve bir çalılığın yanından geçerken eteği oraya takılıp yırtılmış bacağıda çizilmişti…
“Kahretsin” diye söyledi,acıkmıştı,yorgundu ve canı yanıyordu….Buna rağmen yardım isteyebileceği hiç kimse yoktu ortalıkta.Daha kötü ne olabilir diye düşünürken birden bardaktan boşalırcasına yağmur yağmaya başladı…
Damlalar vücuduna değdikçe canını yakıyor,yürümesini engelliyordu…Atın gittiği taraftaki tepeye güçlükle gelebildi,üstü başı perişan bir halde birilerini görmeyi umarak etrafına bakınırken gördüğü şeyler omuzlarının daha da çökmesine neden olmuştu…
Yedi sekiz evden oluşan küçük bir mahalleyi andırıyordu burası,evlerin arasındaki mesafe oldukça fazlaydı ve hepside neredeyse yıkılmak üzereydi…
Büyük ihtimalle hiç kimse yaşamıyordu burada,terk edilmiş bir kasabadan farksızdı çünkü…Yinede en azından yağmurdan korunabilirim düşüncesiyle evlerden birine doğru yürüdü…Ayakta durabilmek için son gücünü harcıyordu…
Evin kapısına yaslanıp kalan son gücüyle yumrukladı kapıyı,içerden ses gelmiyordu ama yan taraftaki küçük pencereden hafif bir ışığın sızdığını görebiliyordu…Gözleri karardı birden genç kızın,elleriyle kapının sövesinden destek almaya çalışıyordu ama bu bile ayakta durmasına yardımcı olmuyordu…
Birden kapının aralandığını fark etti,tahta kapı cızırdayarak geri açılırken hafif bir ışık doldurmuştu bulunduğu yeri…Kapıyı açanı görebilmek için kendini zorladı Briana ama vücudu bu yorgunluğa daha fazla dayanamamış ve olduğu yere yığılmıştı…
***
Burnuna gelen keskin kokuyla yüzünü buruşturdu genç kız,bu kokuyu biliyordu…Küçükken büyükannesini ziyarete gittiklerinde aynı kokuyla uyanırdı ve bundan hiçbir zaman hoşlanmamıştı. Ağır İskoç yemeklerinin yağlı ve yanık kokusu her zaman midesini bulandırırdı…
Gözlerini açıp yattığı yerde doğruldu,üzerinden kamyon geçmiş gibi tüm kemikleri ağrıyordu. Kollarını iki yana açarak gerneşmeye çalışırken bulunduğu yeri fark edince küçük bir çığlık attı…
Yataktan fırlarken bu küçük çığlığı daha büyük bir tanesi takip etmişti,üzerindeki uzun kirli beyaz geceliği ne zaman giymişti ? Ve daha önemlisi neredeydi ?
Kalın basma bir kumaşla örtülü pencereye yaklaşıp dışarı baktı,nerede olduğunu anlamaya çalışıyordu ama gördüğü tek şey eski bir ev ve arka taraftaki ormandı…
Pencereden uzaklaşıp odaya göz attı,kenarda oldukça eski olduğu belli olan bir dolap,üzerinden kalktığı tahta karyola ve diğer köşede atılmış gibi duran kırık sandalye haricinde hiçbirşey yoktu. Sandalyenin üzerinde çantasını ve eteği parçalanmış elbisesi duruyordu…
Üzerindeki geceliğin eteğini yukarı sıyırıp bacağına baktı,çalıların çizdiği yer eski bir bez parçasıyla sarılmıştı. Üzerini değiştiren herkimse bacağına da ilkyardım uygulamıştı…Tabi eski ve kirli bir bezle.
Neler olduğunu hatırlamaya çalıştı,telefon konuşmasını duyduktan sonra babasından kaçmıştı. Sonra nasıl olduğunu anlamadan bir vadinin ortasında bulmuştu kendini. Sonra bir atlı görmüş onu takip etmiş ve sonunda da bir evin kapısını çalmıştı…Kapının açıldığını hatırlıyordu –ki şuan bir evde olduğuna göre bu kesindi ama kimin açtığını görememişti…
Evini ve yatağını verdiğine, fazla önemli olmadığı halde yarasını sardığına göre iyi biri olmalıydı kapıyı kendisine açan…Üstelik kendi ülkesinden bile değilken…
Kendi ülkesi ? Aklına gelen şeyle tekrar odayı inceledi Briana,Kore hakkında pek bilgisi yoktu ama bu evler sanki onlardan çok kendi ülkesine ait gibiydi…Pencereye yaklaşıp dışarıya baktı,ilerdeki evde eski olmasına rağmen batı tarzındaydı..Kore’nin eski evlerinin bilindik Uzakdoğu yapıları olduğunu düşünüyordu ama şimdi bulunduğu ev ve içindeki eşyalar Kore’ye aitmiş gibi durmuyordu…
Ellerini başının iki yanına bastırıp neler olduğunu anlamaya çalışırken “Uyandın mı ?” diye seslendi biri arkasından…Briana korkuyla yerinden sıçrarken eli pencerenin pervazına çarpmış ve kırık tahtanın ucu eline batmıştı…Acıyla elini ağzına götürüp kıymık batan yeri ısırdı…O eliyle uğraşırken kendisine seslenen kadında ileri doğru gelmişti…
“Korkmana gerek yok” dedi yumuşak bir sesle ve elini uzatıp Briana’nın elini tuttu…Onun kendisine korkuyla baktığını fark etmiş,bu yüzden batan kıymığı çıkardıktan sonra tekrar geri çekilmişti…
“Neredeyse iki gündür uyuyordun” diyerek konuşmaya başladı kadın “Biraz daha uyanmasaydın doktor çağıracaktım”
Briana iki gündür uyuduğuna mı şaşırsın yoksa kadının İngiliz olduğuna mı karar verememişti…60 yaşlarında gösteren kadının üzerinde tuhaf bir kıyafet vardı,beyazlamış saçları ensesinden sıkıca toplanmıştı…Yüzü solgun ve kırmızıydı,sanki ağlamış gibi duran gözlerinde hala kızıllık duruyordu..Uzun elbisesinin üzerindeki önlüğün eteğiyle ellerini kuruladığı belli oluyordu…
“Nerdeyim ben ?” diye sordu Briana incelemesini bitirince,kadından zarar gelmeyeceğine emin olmuştu ama yinede korkuyordu…Kadın dudaklarının çevresini kırıştıran bir gülümsemeyle “Yağmurdan sonra sıcak bir yatak bulduğun bir evdesin” dedi ve “Hadi gel önce bir şeyler yiyelim,acıkmış olmalısın” diyerek kapıya yöneldi. Briana onu takip edip etmemekte kararsızdı ama acıktığıda doğruydu. İki gündür uyuduğu da hesaba katılınca gerçekten uzun süredir yemek yememişti.
Kadının peşinden odadan çıkıp onu takip ederek daha büyük bir odaya geçti. Aynı anda uyanırken duyduğu o keskin koku tüm genzini doldurmuştu. Büyükannesinin evinde olsa bu koku için bağırıp çağırırdı ama şimdi kendisine evini açan misafirperver bir kadına karşı bunu yapmak son derece utanmazca olurdu. Bu yüzden zor olsada yüzünü bile buruşturmamaya özen gösteriyordu.
“Gel otur” diyerek kadının gösterdiği eski sandalyeye otururken bir yandan da evi incelemeye başladı Briana,aynı uyandığı oda gibi burasıda tamamen batı tarzına sahipti. Ama kendi bildiği tarza değil filmlerde gördüğü eski zaman tarzına.
Kadının önüne koyduğu tabağa bakarken öğürmemek için zor tuttu kendini,kokusu benzediği gibi görüntüsü de benziyordu büyükannesinin yemeklerine. Anlaşılan bu kadında İskoç’tu ve her İskoç gibi Haggis yemeğini yapıyordu.
Tabağı teşekkür ederek biraz geri iterken “Tam olarak neresi burası ?” diye sordu. Aç olsada bu yemeği yemeyecekti,büyükannesi para karşılığında zorla yedirmeye çalışırdı haggis yemeğini şimdi beleşe asla yemezdi.
Kadın yemekten rahatsız olduğunu anlayınca tabağı geri çekti. “İngilizsin öyle değil mi ?” diye sordu ve cevap beklemeden eski meşe ağacından yapılmış terekteki küçük kavanozu masanın üzerine koydu ve “Reçel ve ekmek var,onlarla karnını doyurabilirsin” dedi.
Briana mahçup bir ifadeyle teşekkür ederken sorusunu yineledi,nerede olduğunu gerçekten öğrenmek istiyordu. Kore’nin göbeğinde fimlerden fırlamış gibi duran bir İskoç evinin ne aradığını merak ediyordu.
“Kız kardeşimin evindesin” diye cevap verdi kadın…Almak istediği cevap çok daha geniş kapsamlıydı Briana’nın ve bu cevap hiç tatmin edici değildi…
“Yer olarak söylerseniz memnun olurum,sanırım kayboldum ben” diyerek açıklama yaptı Briana,kaybolduğunu söylemesi doğru olurmuydu bilmiyordu ama bu kadının kendisine zarar vermeyeceğinden emin olmuştu…
“Keswick’in doğusundayız” dedi kadın gayet rahat bir şekilde.. “Keswick mi ?” diye sordu Briana hayretle,yanlış duymuş olmalıydı. Keswick’te olması imkansızdı,daha iki gün önce Kore sokaklarında koşarken şimdi İskoçya’da olmasının mümkünatı yoktu. Tabi uyuduğu iki gün içinde getirilmediyse,ama bu da olmazdı çünkü pasaportu babasındaydı ve babasıda ortalıkta görünmüyordu. Üstelik bu eve kendisinin geldiğinide gayet iyi hatırlıyordu.
“Evet Keswick” diyerek onu onayladı kadın “Şu sıralar Keswick hiç kimsenin dikkatini çekmiyor. Galler prensi geldiğinde bile insanlar umursamamıştı”
Galler mi ? Briana başını ellerinin arasına alıp bir süre düşündü,neler olduğunu aklı almıyordu.
Ellerini kafasından çekip kadının ellerini avuçladı.
“Lütfen biraz daha açık konuşun,tam olarak nerde olduğumu anlamam gerek. İskoçya’da olmam imkansız” derken umutsuzca yalvarıyordu kadına.
“Tam olarak Keswick’in doğusunda ki Raugton kasabasındayız...Sen nereden geliyordun peki ? Üzerindeki kıyafetler pek buralara ait değiller gibiydi,İngiltere’de de rastlamadım hiç böyle bir kıyafete. Son moda falan değil sanırım,öyle olsaydı Lady Broung’un üzerinde mutlaka görürdüm. Sen tam olarak nerelisin ?”
“Ben Cardiff doğumluyum ama iki gün öncesine kadar---“
Briana tam açıklama yapacakken duyduğu şeyi yeni idrak edince sustu..Lady Broung demişti kadın. Ne leydisinden bahsediyordu böyle. Tamam evin yapısı ve eşyaları tarihi olabilirdi ama şimdiki zamanda leydi mi kalmıştı ?
Kendi kendine bunun saçma olduğunu düşünsede “Bugünün tarihi ne ?” diye sormaktan kendini alamadı.
Kadın normal bir şeyden bahsediyormuş gibi “Ekim ayının ilk haftasındayız”diye cevap verince şaşkınlığı bir kat daha artmıştı.
Hayır bu mümkün değil diye geçirdi içinden. Okulların kapanmasına bir ay gibi bir süre vardı Kore’ye geldiklerinde. Yani en fazla Haziran’da olmalıydılar. Ekim ayında olmaları imkansızdı. Birden geceyi düşündü,yağmur ve soğuk sanki sonbahar gibi hissetmesine neden olmuştu o zamanda.
“Peki hangi yıldayız ?” diye sordu tereddütle ama alacağı cevaptan korkuyordu. Nedense birden içinden geçmişte olduğuna dair bir his uyanmıştı ama bu saçmaydı ve dahası imkansızdı. Ama kadının cevabı bu imkansızı mümkün kılacak cinstendi.
“Ne demek hangi yıldayız tabiî ki 1839’da”
Briana çığlık atmamak için elini ağzına kapattı,bu imkansızdı. İnsanlar göz açıp kapayana kadar geçmişe gidemezlerdi.
“Ben rüyadayım öyle değil mi ?” dedi masadan kalkarken,histerik bir gülümseme oluşmuştu yüzünde. Rüyada olduğunu tekrar tekrar dile getirirken buna kendisini inandırmaya çalışıyordu.
“Tabi ki rüyadayım” dedi başını ellerinin arasına alarak odanın içinde ileri geri yürümeye başlarken “Belki de kaçarken bir kaza geçirdim ve yoğun bakımdayım şuan. Bilinç altımda bana böyle bir oyun oynuyor. Büyükannemin iğrenç yemeklerinden hep nefret ettim ve şimdi masada onlardan var. Sende belki de büyükannemin gençliğisindir. Üzerimdeki bu saçma geceliğin bir benzeri onda da vardı. Evet kesinlikle rüyadayım şuan”
Kadın anlamadığı şeyler söyleyen kıza bakarken endişeli görünüyordu. Ona sakin olmasını söyledi ama Briana sesini daha fazla yükseltmiş ve uyanmak istediğini söylemeye başlamıştı.
Sonra birden yere yığıldı. Beyni bu kadar düşünceyi kaldıramamış ve vücudu da kendini bırakmıştı…
***
“Kendine geliyor işte”
Kulağının dibinde cıvılayan ses tüm beyninde yankılanırken gözlerini yavaşça açtı Briana. Etrafını çevreleyen birçok göz merakla kendisine bakıyordu.
Yattığı yerden doğrulup üzerindeki yorganı çenesine kadar çekti,tanımadığı acayip giyinişli insanların arasında duruyor olmak kormasına neden olmuştu. Nerde olduğunu tahmin etmesine gerek yoktu,ilk uyandığında yattığı yatakta yatıyordu yine ama bu sefer etrafında çok daha fazla insan vardı. Ve o kadın da yoktu.
Rüya değil miydi yani ? diye geçirdi içinden,hala aynı yerde olduğuna göre rüya değildi. Ama gerçekte olmazdı,geçmişe gitmek imkansızdı ne de olsa.
Yatağın başucunda duran küçük bir erkek çocuğunun dikkatle kendisine baktığını fark edince düşüncelerinden sıyrılıp ona döndü. Gerçek olup olmadığını anlamak için eliyle çocuğun saçlarını okşadı. Çocuk onun ilgisini üzerine çektiğini anlayınca kulaklarına kadar kızarmıştı.
“Uyandın mı ?” diyerek odaya dalan tanıdık kadını görünce yataktan fırlayıp onun yanına gitti. Odada ki diğer insanlardan çıkmalarını isteyerek kadını kolundna tutup yatağın üzerine oturttu. Kadın bu isteğini yerine getirmeleri için odadakileri ikaz edince istemeden de olsa çıkmak zorunda kalmışlardı. En son küçük çocukta çıkınca kapıyı sıkıca kapatıp kadının yanına gelerek oturdu Briana.
O konuşmaya başlamadan önce “Kusura bakma” diyerek araya girdi kadın “Bir yabancıya pek rastlanmaz buralarda,o yüzden seni merak etmişler…Engel olamadım”
“Sorun değil. Siz bana ne zamanda olduğumuzu tekrar söyleyin lütfen. 1839 dediniz öyle değil mi ? Yanlış duymadım yani”
Kadın evet diyerek başını salladı ve o günün tam tarihini bir kez daha tekrarladı. Derin bir nefes alarak ellerini yüzüne kapattı Briana,geçmişte olduğunu kabul etmekten başka çaresi yoktu ve görünen de oydu zaten. Nasıl olduğunu,buraya nasıl geldiğini bilmiyordu. Bildiği tek şey babasından olabildiğince uzakta olmak istemesiydi ama uzak derken bu kadar uzaklığı kastetmemişti. Yüzyıllar öncesine gelmek farklı bir uzaklıktı.
Kafasını kaldırıp kadına baktı,bayılmadan önce söyledikleri yüzünden kadın onun kafayı üşüttüğünü düşünüyor olmalıydı. Öncelikle sakin olup dikkat çekmemeliyim diye düşündü. Bu zamanda da deli hastanesi vardı nede olsa ve kapatılmak istediğini zannetmiyordu.
Zorla gülümsemeye çalışarak “Adınız ne ?” diye sordu birden,kadın bu ani değişikliğe anlam veremesede “Bertha Scootlein” diyerek cevapladı onu.
“Memnun oldum Bertha,bende Briana Ashley Leighton” diyerek elini uzattı Briana ama eline acayip acayip bakan kadını fark edince hemen geri çekti. Tokalaşmak henüz moda olmamıştı anlaşılan. Geri dönmenin bir yolunu bulmalıydı ama onun öncesinde nasıl geldiğini anlamak zorundaydı. Bunun içinde zamana ihtiyacı vardı kuşkusuz. Hiç bilmediği bir yer ve zamanda güvenebileceği tek insan karşısında tuhaf bakışlarla kendisini izleyen Bertha’ydı.
“Bu evin kız kardeşinin evi olduğunu söylemiştin,peki o nerde ?” diye sordu,sohbet etmek için konu açmaya çalışıyordu ama kadının değişen yüz ifadesi yanlış bir konu açtığını gösteriyordu. Gözleri dolan kadın elinin tersiyle onların akmasını engellerken “Çok daha iyi bir yerde” dedi.
Çok daha iyi bir yer ? Bu tabirin ne için kullanıldığını çok iyi biliyordu Briana,büyükannesi öldüğü zaman babası da aynı bu şekilde söylemişti.
“Üzüldüm” diyerek acısını paylaştığını belirtti,adından bahsedilir bahsedilmez gözyaşları akabildiğine göre daha yeni olmalıydı bu ölüm. Kendisi annesinin ölümüne üzülmeye bile fırsat bulamamıştı henüz.
Burnunun direği sızlamaya başlayınca konuyu değiştirmek için “Peki sen nerde yaşıyorsun ?” diye sordu…Bertha sildiği gözlerine inatla gülümsemeye çalışırken “GreenWood Malikanesinde” diyerek cevap verdi…
Malikane mi ? Briana aldığı cevabın karşısında inanmayan gözlerle ona bakarken kadın yanlış anladığını fark edip açıklama yaptı.
“Yıllardır Winston Dükü’nün yanında çalıyorum,neredeyse tüm hayatım o malikanede geçti. Kız kardeşim çok hasta olduğu için onu gelip ziyaret etmeme izin verdi Lord,o gerçekten çok anlayışlı bir insan. Diğer lordlar çalışanların dertlerine asla kafa yormazlar. Ama Lord Crawford onlar gibi değildir”
Briana kendini tutamayıp gülümsedi,kadının efendisinden övgüyle bahsetmesi aklına Aşk Ve Gurur romanındaki adamı getirmişti. O da koruyucusu hakkında hep güzel ve mübalağalı şeyler söylerdi,onları taşımıyor olsa bile.
“Aslına bakarsan çoktan geri dönüş yoluna çıkmam gerekirdi” diye ilave etti Bertha,kız kardeşi öleli üç gün oluyordu ve eğer Briana o gece gelmemiş olsaydı sabahına yola çıkmış olacaktı. Kendisi yüzünden planların aksadığını anlayınca mahcup olmuştu Briana.
“Sanırım size ben engel oldum,özür dilerim” dedi. Bertha sorun olmadığını söyleyip işvereninin anlayış göstereceğini birkez daha belirtti. Ama daha fazla gecikmesi de doğru olmayacaktı…
“Senin evin nerde ?” diye sordu Briana’ya,onu güvenle evine gönderdikten sonra kendiside işine dönebilirdi. Ama bu soru genç kızın yüzünün renginin atmasına neden olmuştu.
“Benim evim yok” diyebildi sadece Briana,yalanda sayılmazdı bu. Gerçekten de gidecek ne bir ailesi ne de bir evi vardı. Eğer Bertha’da giderse hiç kimsesi kalmayacaktı.
“Peki ailen ?” diye sordu tekrar Bertha ama Briana’nın verdiği cevap soğuk ve hissiz olmuştu.
“Hiçkimsem yok ikisi de öldü,gidecek bir yerim ya da akrabam da yok”
“Anlıyorum” diyerek başını salladı kadın,gece vakti üstü başı perişan halde kimsenin geçmediği bu kasabada olduğuna göre gerçekten de hiç kimsesi olmamalıydı…Ya da bir şeyler saklıyordu ama onun gibi tatlı bir kızın kötü bir şey yapmış olmadığından da emindi.
Ani bir kararla “Benimle gelmek ister misin ?” diye sordu,artık yaşlanmıştı ve son zamanlarda sağlık problemleri vardı. Malikanede birçok hizmetçi vardı ama onun özel olarak ilgilenmesi gereken işlerde kendisine yardım edebilirdi belki. Lord Crawford’un ne söyleyeceğini bilmiyordu ama denemeye değerdi.
Briana hiç düşünmeden kabul etti bu teklifi,koskoca malikanede hizmetçi olmak tanımadığı insanların arasında kimsesiz olmaktan daha cazipti ne de olsa.
Bertha pekala deyip ayağa kalktı ve akşama doğru yola çıkabileceklerini söyledi. Zaten onun tüm hazırlığı tamamdı ve Briana’nın da hazırlığa ihtiyacı yoktu. Tek bir sorun vardı o da Briana’ya giyecek bir şeyler bulunmalıydı. Kendi elbisesi hem tuhaf hemde yırtıktı,onunla lordun karşısına asla çıkamazdı,çıkmamalıydı.
Kadın kendisini beklemesini söyleyerek dışarı çıkınca Briana’da salona geçti. Biraz önceki kalabalık dağılmıştı ama o küçük çocuk hala duruyordu.
Briana’nın kendisine baktığını fark edince o da hızla dışarı koştu,yüzü yine kızarmıştı…
***
“Hala gelmedik mi ?” diye mızmızlandı Briana,günlerdir yollardaydılar ve artık buna dayanamıyordu. Oturmaktan her tarafı uyuşmuş,yoldaki çukurlara girip çıkarken sarsılan eski at arabası içini dışına çıkarmıştı…
“Çok az kaldı,biraz sonra Winston Dükü’nün topraklarına girmiş olacağız” diye cevap verdi Bertha. Bu yolculuk onu da yormuştu ama Briana gibi söylenmiyordu o. Göz ucuyla karşısında oturmuş oflanıp puflanan genç kıza baktı,üzerinde komşusundan ödünç aldığı eski bir elbise olmasına rağmen güzelliği gün gibi aşikardı. Ve bu da onu korkutuyordu. Kendisiyle gelmesini o teklif etmişti etmesine ama o an aklından çıkan bir konu vardı.
Kış geliyordu ve her kış olduğu gibi bu senede Lord Crawford’un kuzeni kışı geçirmek için GreenWood’a gelecekti. O adamın efendisiyle nasıl aynı kanı taşıdığını anlayamıyordu. Efendisi herkesin korktuğu,sert yapılı biri olsa da merhametliydi,ama o adam insanlara zarar vermekten zevk alırdı adeta. Briana’nın güzelliğinin onun dikkatini çekmemesi için elinden geleni yapmak zorundaydı.
At arabası sarsılarak durunca etrafına baktı Bertha,gelmişlerdi işte. Arabacı inmelerine yardım ederek hızla uzaklaşırken malikanenin içinden koşarak gelen bir uşak kadının elindeki küçük çantayı almıştı…
“Lord hazretleri gelir gelmez yanına gitmeni istemişti” dedi uşak ve geldiği gibi aynı hızla malikanenin içine daldı. Briana göz alıcı malikaneye nefesini tutmuş bir halde bakıyordu,muhteşem bir manzaraydı karşısındaki. Daha yakından görmek için ileri doğru adım atınca Bertha kolundan tutup durdurdu onu;
“Konuştuğumuz gibi senin ölen kız kardeşimin kızı olduğunu söyleyeceğim.Kimsen kalmadığı için benim yanımda geldin. Çok fazla konuşma,ben senin yerine açıklama yaparım,hadi şimdi içeri girelim”
Briana cevap olarak sadece başını salladı,bu konuşma nedense tüylerini ürpetmişti. Gelişinin Bertha’nın rahatını bozacağından endişe etmeye başlamıştı artık. Birlikte malikanenin içine girip giriş katındaki büyük oymalı bir kapıya yaklaştılar. Bertha kapıyı birkaç kez çaldıktan sonra açınca içerden tüm evi inleten bir gürleme duyuldu. Aslan kükremesine benzeyen bu sesin Lord’a ait olmaması için dua etmeye başlamıştı Briana,aynı tahmin ettiği gibi efendisi bu kadının övdüğü gibi biri değildi…