GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE

698 59 28
                                    

Kendimi kaybolmuş gibi hissediyordum. Ya da kaybolması gereken birisi olarak. Ne kaçabiliyordum ondan ne de tamamen onun olabiliyordum. Arada yaşadığım hayatın sonlarına yaklaşmış gibi hissediyordum kendimi. Birçok olay üst üste yığılarak son çıkış yolumu da kapamıştı. Elimden gelen hiçbir şey yoktu. Bir kaosun ortasında insanlar beni nereye sürüklüyorsa oraya gidiyordum. Söz hakkım yoktu sanki. Bana çarparak hareket etmemi sağlıyordu insanlar. Omzuma çarparak ya da itekleyerek sanki koca bir canavardan kaçıyorlardı beni. Oysaki ben o canavara daha çok yaklaştığımı düşünüyordum. Hatta o canavarın çoktan eline geçmiştim. Artık ondan ne kaça biliyordum ne de ona ayak uydurabiliyordum.

Bu canavar kim mi?

Klaus Mikaelson.

Tamimiyle beni ele geçirmeye çalışan bu canavar aynı zamanda âşık olduğum adam. Kendime dahi itiraf etmekte zorlanırken onun gözlerinin içine bakmak sanki bile isteye uçurumdan atlamak gibiydi. Kendini tamamen yok saymak, geleceğini unutmak, geçmişte kaybolmak gibiydi.

Klaus yanımdan kalkıp gideli 10 dk kadar bir süre olmuştu. Giderken ardından kapıyı da kilitlemişti. Sanki bu kâbustan kaçabilirmişim gibi.

Sanki uyanabilirmişim gibi.

Bana bıraktığı kan torbasına tekrar göz attım. Ondan gelen hiçbir şeyi artık bünyem kaldırmıyordu. Ne onu ne de merhametini...

Kan paketine elimle uttum ve ayağa kalktım. Dizlerimim titrediğini hissedebiliyordum. Mahzenini kapısına doğru yaklaştım ve üst taraftaki parmaklıkların içinden geçirerek kanı dışarı attım. Yaptığımın delilik olduğunu biliyordum ama yinede içimden geleni yapmak istemiştim.

DAMON

Stefan ile beraber Marcel'in mekânından içeri girdik. Kapıdaki görevliler biraz zorluk çıkarmış olsalar da öfkem karşısından kimsenin duramayacağını biliyordum. Geniş avlunun ortasına geldiğimde şiddetle bağırdım. "Kol" "Elma dersem çık armut dersem saklan." "... Ve bence çıkman senin yararına." Dedim. Bir kaç saniye sonra kapıdan geçerek bana doğru yürüyen Kol'u gördüm. Birkaç koca adımla Stefan ile beraber yanına geldik. Yüzünün ortasına attığım yumruğu kesinlikle beklemiyordu. Geriye doğru sendelerken burnunu tutuyordu. Etraftaki insanlar meraklı bakışlarla bakıyordu ama kimse bizi ayırmak için herhangi bir girişimde bulunmadı.

"Caroline nerde?" diye bağırdım. Hafifçe güldü ve "Sence sana bunu söyler miyim?" dedi. Öfkeyle ona bakıyordum. "ve emin olun daha önemli işlerim var." Dedi ve Stefan ile bana baktı.

"Bir şeyleri tekrarlamaktan hoşlanmam. Şimdi zorluk çıkarmadan bana Caroline'nin yerini söyle pisicik." Dedim elimden geldiğince sakin kalmaya çalışarak.

Sinirlendiği yüz hatlarının gerilmesinden belli oluyordu. Yinede beni sinirlendirmek için hafifçe gülümsedi.

"Sende köpekçiğini alıp gelmişsin." Dedi ve yanıma duran Stefan'a kısa bir bakış attı. Öfkeyle üzerine doğru atılacağım sırada Stefan her zamanki sakinliğiyle beni durdurdu. Ağzından tek kelime çıkmıyordu. Bende dahil kimse ne olduğunu anlayamadan yan taraftaki sandalyenin bacağını kırdı. Elinde tuttuğu odunu sertçe fırlattığında Kol'un karnına saplandı. Hızla Kol'a yaklaştım ve onu yere çiviledim. Her ne kadar bir köken olsa da Stefan ile benim karşımda hiç sansı yoktu. Ağzından çıkan hırlamalara aldırmadan karnına saplanan kazığı sağa sola çevirmeye başladım. O sırada Stefan'da yanımıza geldi. Etraftakiler hem merak hem de endişeyle bakıyorlardı ama kimsenin aklından karışmak geçmiyordu. Stefan benden kurtulmaya çalışan Kol'un ellerini başının üzerinden sıkıca kavradı. Kafasını Kol'un başının üzerine eğdi. "Eğer hemen konuşmaya başlamazsan konuşabileceğin bir dilin kalmayacak." Piç bir biçimde gülümsedi Kol. Yüzünün ortasına ikinci bir yumruğu daha indirdim. Yüzünü buruşturdu.

CAROLİNE PETROVA (klaroline)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin