Bölüm 18

229 7 2
                                    

Adının Selim olduğunu öğrendiğim ve gerçek hayatta ressam olan adam, bir anlamda bu vagonun hikâyecisiydi. Ruhunu kuşatan sanat aşkı, gördüğü rüyalara da renk katmıştı. Zira bu naif ruhlu adam, diğer yolcuların hayallerine ilham veriyordu. Bu vagonun yolcuları, ondan duyduklarıyla kendi rüyalarını zenginleştirip güzelleştiriyordu. Selim'in tam da bu lafın üzerine gelmesi, kaçınılmaz olarak onu da konuya dâhil etmişti. Civardaki insanlar ondan bir rüya anlatmasını talep ediyordu. Fakat o, bu durumdan biraz sıkılmış gibiydi:

 "Şu an sırası değil." 

Bakışlarıyla da bu isteksizliğini açıkça belli ediyordu. Lakin baskılara bir süre dayanabildi. Ardından kendini bekleyenleri kırmayıp gördüğü eski bir rüyayı anlatmaya koyuldu:

 "Kahverengiye çalan bir sonbahar günüydü. Rüzgâr, gün batımının turuncuya boyadığı bulutları narin bir şekilde okşuyordu. Saçlarım her savrulduğunda gökyüzünün şekli tıpkı Van Gogh'un tablolarına benziyordu. Semadaki tüm sıcak renkler birbirine karışıyor ve bir uçtan diğer uca savruluyordu. Tüm bunların yanında havada öyle bir koku vardı ki sanki biri avuç avuç pudrayı durmaksızın şehrin üzerine serpiştiriyordu. Lakin insanlar ne bu muhteşem kokuyu hissediyor ne de kafalarını kaldırıp gökyüzüne bakıyordu. Her zamanki gibi hayat telaşında yaşayıp gidiyorlardı. Körüklü otobüslerin dumanını yutarak durakta bekleyenler, sıcak ekmek almak için fırın kuyruğuna girenler, sonbaharı bahane ederek birbirine sarılan âşıklar, belediye bankalarında istirahat eden ihtiyarlar... Bu manzarayla ruhum mest olurken ansızın kuvvetli bir rüzgâr esti ve beni olduğum yerden iki adım ileri sendeletti. Sonrasında bu sert esinti, ayaklarımın altında yatan şehre yayıldı. Rüzgârın hedefinde kentin yorgun ağaçları vardı. Kısa süre içinde rüzgâr her bir ağacın yapraklarını çalarak gökyüzüne savurdu ve dev bir yorgan misali şehrin üzerini örttü. Sarıdan kahverengiye uzanan bu yaprak topluluğu çok geçmeden şekil değiştirmeye başladı. Önce püsküllü bir kadın eteğine dönüştü, ardından devasa bir turna kuşu şeklini aldı ve en son yelkenli bir gemi olarak üzerime gelmeye başladı. Öyle heybetli ve gerçekçiydi ki... Geminin halatlarından tutun da dümenine kadar her ayrıntısı tamdı. Üzerime gelen bu gemi şeklindeki devasa yaprak topluluğu beni heyecanlandırmıştı. Korktuğumu hatırlıyorum. Ancak her şeye rağmen olduğum yerde bekledim. Gökyüzünde yüzen bu dev gemi, yanıma yaklaştığı sırada yönünü değiştirdi ve burun kısmını çevirip sanki bir limana yanaşır gibi bulunduğum tepeye yanaştı. Daha sonra yapraktan bir merdiven ayakucuma kadar uzandı. Başımı kaldırıp gemiyi şöyle bir süzdüm ve ardından adım adım merdivenleri tırmandım. Kalbim yerinden çıkacak gibiydi. Adımlarım yumuşak yaprak dokusuyla huzur bulurken manzaram daha da genişlemişti. Gemiye bindim ve gökyüzünde tatlı bir sefere çıktım. Koca şehir ayaklarımın altındaydı. Dağların ardına çekilen güneşten kalan tek hatıra, gökyüzünün bağrında parlayan kırmızı renklerdi. Böyle bir manzarada hava kararana kadar milyonlarca ağaç yaprağıyla semayı turladık ve nihayet akşam olduğunda seferimiz sona erdi. Tekrar liman görevi gören tepeye yaklaştık ve yavaşça gemiden indim. Ayağımı toprağa basar basmaz kuvvetli bir rüzgâr daha çıktı ve yapraklar havaya savrulup şehrin üzerine yağmaya başladı. Daha sonra ellerimi usulca ceketimin ceplerine soktum ve oradan uzaklaştım."


Hayalet Tren(KİTAP OLDU)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin