Bölüm 3

729 28 1
                                    

Şehre akşam çöküyordu, tek katlı müstakil evlerin ışıkları bir bir yanmaya başlamış, sararmış perdeler ev sahipleri tarafından teker teker örtülür olmuştu.

Soğuk kış geceleri, evlerdeki insanları birbirine yaklaştırıyor, bunun aksine sokaklarda yaşayanları da giderek yalnızlaştırıyordu.

Hava karardıkça dışarıda dolaşan insanların sayısı azalmaya başlıyor, sokaklara sıkıcı bir sessizlik çöküyordu.

İçimde büyüyen bu korkunun doğurduğu kalabalığa karışma isteğiyle adımlarımı hızlandırdım. Çünkü kendi iç dünyasında sorunları olan insanlar için sessizlik tahammül edilemez bir olgudur. Dışarıdaki sesler azaldıkça insanın iç dünyasında yankılanan çığlıkların melodisi daha net duyulur.

Nice zaman sonra merkeze ulaştım. Şehrin sefil kalabalığına karıştığımda hayli yorulduğumu anladım ve biraz dinlenmek adına üzerimdeki tüm ağırlığı yere bıraktım.

Yaşadığım bir anlık bilinç boşluğundan istifade ederek çöplükte arzuladığım o seyahat hayali yine zuhur etti. Bu defa beynimi kemirmeye başlamıştı.

Ardıma hiç bakmadan olabildiğince uzağa gitme arzusu beni öylesine cezbediyordu ki belki yeteri kadar hızlı koşabilsem yahut ansızın bu muhitten kaybolabilsem yaşamın tüm acıları izimi kaybedecekti.

Bu düşünceler içinde elimi cebime attım ve alev rengi bileti tekrar çıkardım. O esnada çelimsiz bir sokak köpeği kuyruğunu sallayarak yanı başıma geldi. Başını hafifçe okşayıp onu gönderdikten sonra yere çöktüm ve ihtişamlı trene uzun uzadıya bakmaya başladım.

Sonra bu biletin ne amaçla üretildiği takıldı aklıma. Bir tasarımcının sırf zevk uğruna tasarladığı bir şeye benziyordu. Zira biletin üzerinde ne bir resmî kurum adı ne de buna benzer ciddi bir yazı vardı.

Sağ üst köşesinde yedi haneli bir numara dizisi, onun tam aksi köşesindeyse bugünün tarihi yazılıydı. Bunların hemen altında da bir sefer saati mevcuttu. Yazılana göre tren bu akşam saat beşte hareket edecekti. Lakin ne gideceği yere dair bir bilgi vardı üzerinde ne de varacağı saate ilişkin bir şeyler...

Esasen bu durum çok hoşuma gitmişti. Esrarengiz bir yolculuk fikri ilgi çekiciydi. Belki de hâlâ şaka yapmaktan zevk alan birileri tarafından oyuna getiriliyordum. Kim bilir?

Her ne amaçla olursa olsun oyunu bozmaya niyetim yoktu. Olduğum yerden doğruldum, kartonları kuytu bir köşeye istifledim ve yolun karşısına atlayıp fırının buğulu camından saate baktım.

Saat on altı kırkı gösteriyordu. Biletin üzerinde yazan sefer saati ve zamanın böyle örtüşmesi bana birileri tarafından izlendiğimi düşündürmüştü.

Şöyle bir başımı çevirip etrafa bakındım. Uzaklarda beliren apartman dairelerine suratımdaki tebessümle göz attım. Birileri tarafından oyuna getiriliyordum. Mutlu olmuştum. Birileri hâlâ bu toplumun bir parçası olduğumu hatırlatmıştı bana.

Kim bilir belki de bir kamera şakasıyla yüz yüzeydim. Bunun olma ihtimaline karşılık istasyona doğru yürümeye başladım. Varlığım birilerine mutluluk verecekse bu şakaya razıydım. Neticede birilerini mutlu etmek de mutlu olmak için bir sebepti. Hem bunun için hem de içimde oluşan güçlü bir yolculuk arzusuyla yönelmiştim tren garına.

Esnafların sıra sıra dizildiği işlek caddeyi hızlıca geçiyordum. Yağmur dinmişti ve havada kuru bir kış ayazı kalmıştı. Karanlık, şehri yutmaya başlamış, cepleri paranın şefkatiyle korunan insanlar tüm sıcak yerleri kapmıştı.

Kimisi, tabelasında dev kahve fincanı olan bir pastanede şeker komasına giriyor, kimisi sıcak kalorifer peteğinin dibinden kuytu sokakları ve insanın içini titreten kış manzaralarını izliyor, kimisi de arabalarının ısıtıcılarına teslim olmuş kız arkadaşını bekliyordu.

Sokaklarda aldatılan kadınlardan ve çulsuzlardan başka kimse yoktu. Bir de pireleri donarak can vermiş sokak köpekleri...

Tüm bunları geride bırakıp hızla istasyona varmak istiyordum ki köşe başında duran esnaf lokantasının kapısı aralandı ve orta yaşlarda bir adam bana seslendi:

"Bakar mısın kardeş?"

İlk önce bu nidayı üstüme alınmak istemedim ve hafifçe boynumu çevirip etrafa baktım.

Uzakta, sokağın karanlık köşesinde bir kadın, topuklu ayakkabısının tıkırtıları eşliğinde giderek uzaklaşıyordu. Onun dışında da cadde üzerinde benden başka kimse yoktu.

Çağrıya tepkisiz kaldığım için adam bana bir kez daha seslenmek zorunda kaldı:

"Hey sen, kahverengi kabanlı, bir dakika bekler misin?"

Başımı çevirdim ve adama baktım. Üzerindeki ince hırkayla lokantadan fırlamış yanıma gelmişti. Titriyordu. Sağ eliyle kolumu şefkatle tuttu.

"Gel arkadaşım, sana güzel bir akşam yemeği ısmarlayayım. Bugün pek müşterim olmadı, yemeklerimin çoğu kaldı, dökülmesinler. Yoldaş ol bana da birlikte yiyelim."

Adamın karşı konulamaz teklifi üzerine ne diyeceğimi bilemedim. Saat beşe gelmek üzereydi ve içimde beni istasyona iten çok kuvvetli bir istek vardı. Ancak karşıma çıkan bu teklif her şeyi allak bullak etmişti.



Hayalet Tren(KİTAP OLDU)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin