rainy day

3.1K 340 186
                                    

Hani bazen gerçekten mutlu olursunuz ya. Ne zaman ve niçin olduğunun bir önemi olmaz.

Belki o gün doğum gününüzdür. Belki anneniz size en sevdiğiniz pastadan yapmıştır. Belki de peşinden koştuğunuz hedefe sonunda ulaşmışsınızdır.

Ben mi?

Son 2 senedir bir şeyler hatırlayabildiğim için mutlu oluyorum. Sanki düzelebilecekmiş gibi kendimi umutlandırıyorum böylece. Sanki bir sabah uyandığımda dün yaşadıklarım tüm netliği ile beynime dolacakmış gibi.

Ne yazık ki insan görmek istediğini görür, duymak istediğini duyar, hissetmek istediğini hissederdi çoğu zaman. Ben de bir insan olmanın gerektiği şekilde sürdürüyordum nefes almayı.

Fazlası yok, eksiği çok.

Fakat hayatımda değişen bir şeyler olduğunu hissediyordum. Artık hatırlamanın yanında beni mutlu edecek birkaç şey daha olduğunun farkına varıyor gibiydim.

Sabah uyandığımda çoğu insan gibi huysuz ve suratsız olurdum fakat son 2 gündür nedensizce huysuzluktan arınmış bir şekilde uyanıyorum. Belki gülümsemiyordum fakat yine de gün içinde beni heyecanlandıracak bir şeyler olacakmış gibi hissediyordum.

Bu mutluluğumun sebebi şu an kapıya deli gibi vuran çocuk olmalıydı. Dünkü günlüğümü okumuştum ve günlükte yalnızca,

«Yarın da gelmek zorunda. Ona sen söyledin, yarın da kapıyı açmayı unutma.» yazıyordu.

Unutma? Peki.

'Bugün -de-' kısmı gözüme çarpmıştı okurken. İlk defa gelmiyordu evime, besbelli.

Fakat her ne kadar önceki günlerim hakkında hiçbir şey hatırlamıyor olsam da farklı hissediyordum bugün.

Kapının vurulmaktan aşındığını düşünmeye başlamıştım. Sosyal çevresi olmayan birinin son zamanlarda kapısının bu kadar çok çalınması elbette ki şüphe uyandırırdı. Belki de bugün ona artık başka bir yerde bir araya gelmemiz gerektiğini söylemeliydim. Neden hâlâ bir araya geldiğimizi de bilmiyorum elbet.

"Her zaman bu kadar sabırsız mısın?" Kapıyı aralarken buruşmuş kaş çevremle karşılamıştım onu. Yüzünde geniş bir gülümseme hakimdi.

Gözlerine dikkatlice baktığımda koyu mavi lenslerden taktığını fark ettim. Acaba hep mi takıyordu, yoksa sadece bugünlük falan mıydı?

Merakıma yenik düşüp sordum,

"Neden lens takıyorsun?" Ayakkabılarını çıkarmadan salonuma ilerlerken yüzündeki gülümseme suratına yapışmıştı adeta. Sanki gülümsemesini yüzünden atarsa yaşayamazmış gibi sırıtıyordu.

Samimi ya da değil, ona yakıştığı barizdi.

"Küçük bir çocuk gözlerime koyu maviyi çok yakıştırırdı." Yaptığı fazla ayrıntılı (!) açıklama sonra yalnızca dudaklarımı birbirlerine kenetleyip kafamı olumlu anlamda birkaç kez sallamıştım.

"Sırf küçük bir çocuk için gözlerinin aldığı (gerekli) nem ve havayı göz göre göre neredeyse yarıya düşürmen takdir edilesi falan değil. Delirmişsin." Gözlerimi devirdiğimde aynı umursamazlıkla yanıtladı, "Laf sokarken aynı zamanda zeki olduğunu belli etmen, cümleni ikna edici yapmıyor, Bay Penguenli Terlik. Bana sökmez yani"

Nedense cevabından sonra gözlerim ayaklarımı bulmuştu. Benim değerli penguenli terliklerimi bile biliyordu.

Üzerindeki montu bana vermeden kendi gidip astıktan sonra oturmak için salonumdaki koltuklara ilerlerken sanki bir şey unutmuş gibi tekrar bana dönmüştü.

remember | chanbaekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin