an old friend

2.7K 336 70
                                    

Çok küçükken benden yaşça büyük bir arkadaşım vardı.

Bir keresinde oyun oynamak için annemden zar zor izin koparıp parka gitmiştim ve zaman tıpkı bugün gibi oldukça hızlı geçmişti. Belki 8, belki 9 yaşındaydım. Havanın verdiği rahatlıktan mı bilinmez, çoktan boşalan parktaki yeşil çimenlere atmıştım küçük bedenimi. Gökyüzünde uçuşan birkaç gürültücü kargaları izlerken, hava gittikçe kararırken o gelmişti yanıma. O da benim gibi atmıştı bana göre daha yapılı duran bedenini çimenlere. Adını söyleme bile gereği duymadan konuştuğunu hatırlıyorum.

"Çok güzel, değil mi?"

O yaşta anlar mıydım, bilir miydim 'ânın büyüsü' denilen şeyi, bilinmez ama ben de ânın büyüsünü bozmamak adına merak ettiklerimi bir kenara bırakıp onaylamıştım onu. Kafamı ona doğru çevirdiğimde gökyüzünü izliyordu. Uzunca dalıp gitmiş, belki de benim varlığımı bile unutmuştu. Koca gökyüzünde sanki bir tek o varmış gibi içindeydi, bütünleşmişti gökyüzüyle sanki.

Ben de onun gibi çevirmiştim tekrar kafamı gökyüzüne. Koyu maviydi. Bulutların farklı bir hava kattığı gökyüzü, koyu maviydi. Yanımdaki çocuğun iri gözlerine yakıştırdığımı anımsıyorum koyu maviyi. İçimden geçirdiğimi hatırlıyorum. Çok kısa bir süre sonra da dillendirdiğimi.

Arkadaş demiştim, değil mi? Unutun. Onu ilk ve son kez o koyu mavi gökyüzünün altında gördüm.

Sadece çok çok önceleri hatırlamak da çoğu zaman bana bir eksiklik olarak geliyor, normal bir insan olarak doğup sonradan hayatımın altüst olması beni isyana sürüklüyordu günden güne. Yine de belki bir gün, silinen her şey zihnime geri yerleştirilir diye bekliyordum öylece.

En merak ettiğim şey ise; ümit bağlayarak boşa mı yaşıyorum yoksa yağmur dindiğinde gökkuşağını görebilecek miyim? Tıpkı yakın geçmişim gibi bu da koca bir karanlıktan ibaretti. Biliyordum ama bilmemezlikten geliyordum.

Üzerimdeki bedenin ağzından dökülen kelimelerle koyu mavi lenslerine dalıp gitmiş olmalıydım yine. Tek günde ikinci kez.

Gözlerimi zorlukla gözlerinden çektiğimde başımın altındaki yastığın ıslandığını hissediyorum. Yanaklarıma değen soğukluk hâlâ bir aptal gibi ağladığımın en büyük kanıtı olmalıydı. Tam olarak neye ağladığımdan emin değildim.

Korkudan? Ya da kendi doğum günümü bile hatırlayamamanın verdiği acizlikten miydi akan rahatsız edici ıslaklıklar?

Yanaklarımın yandığını hissederken iri beden üzerimden kalkmış yatağımın kenarına ayakları yere fazlasıyla değecek şekilde oturmuştu. Boyunun uzunluğunu yeni yeni fark ediyordum.

Bedenim sanki yatağa çakılmış gibiydi. Ayaklarımın ve kollarımın beni kaldıracak güce sahip olmadığı hissediliyordu. Yine de titreyen ellerimi umursamadan kalktım yataktan. Ben de onun gibi yatağımın ucuna oturdum. Ayaklarım yere değmiyordu bile.

Ona doğru döndüğümde kollarını avcuna serbest bıraktığını gördüm. Saatlerce ağlamış gibi bir hâli vardı. Ya da çok hastaymış gibi. Gözlerimi ondan çekip komodindeki saate gitti tekrar gözlerim.

00:00

"Doğum günüm bitti sanırım." Hafifçe kırgın bir gülümsemeyle söylediğimde o da aynı surat ifadesiyle bana doğru döndü. Oda karanlıktı fakat gözlerinin dolduğu fark ediliyordu. Muhtemelen o da benimkileri fark etmişti çoktan.

"Pastan nasıl olsun?" Sorduğu soruyla gözlerimi devirdim.

"Artık doğum günüm değil. Pastaya da gerek yok bu yüzden." Gözlerim yüzümdeki kırgın ifadeyle önümdeki ellerime döndüğünde ağzımdan birkaç anlamsız ses çıkmıştı. Daha çok hayallerim yıkılmış gibi bir ses. İyi anlatamadım ama insanın kendi doğum günü tarihinden bi'haber olması üzücü elbette. Bu yüzden hayal kırıklığım kendimeydi. Birazcık daha erken gelemeyen koyu mavi lenslerin sahibine değildi kesinlikle. O böyle bir sorumluluğa bile sahip değildi ki. Yine de bu evime giriş şeklinin ürkütücü olduğunu değiştirmiyor elbet.

remember | chanbaekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin