"Al, kahve yaptım."
Elimdeki beyaz fincanı koltukta saçlarını az önce verdiğim havluyla kurulamaya çalışan gence uzattım. Islanmaktan üzerine yapışan kıyafetleri onu kesinlikle hasta edecekti fakat hasta olmayı isteyen o'ydu. Kim ona dakikalarca yağmurun altında şemsiyesiz bir şekilde dur demişti ki? Her şeyi geçtim, neden beni de kendiyle birlikte dışarı sürüklemek gibi bir aptallık yapmıştı sanırım asla anlayamayacaktım. Hasta olursam bütün sorumlusu o olacaktı ama ben bunun farkında olmayacaktım ne yazık ki.
Uzattığım fincanı almak için ayaklandığında ağzından birkaç mırıltı duymuştum. "Teşekkürler" Sessiz bir şekilde konuşup hafifçe öksürdükten sonra boynuna astığı havluyla tekrar koltuğa oturdu. Eve döndüğümüzden beri sessizleşmesi dikkatimi çekmişti. Gün boyu sürekli konuşmuştu ve hakkında yeni bir şey daha öğrenmiştim: Gerçekten çok konuşuyordu.
Gariptir ki bir süredir oldukça sessiz ve sakindi. Dengesiz bir psikopat olduğu düşüncesi gittikçe beynime oturuyor gibiydi. Çok benziyorduk. Korkutucu derecede çok benziyorduk.
O da benim gibi çok konuşuyordu. Yani en azından hastalığımdan önce çok daha sosyal ve cana yakın biriydim. Haliyle konuşmayı da severdim diye hatırlıyorum. Eskimeye yüz tutmuş bilgisayarımdan geçmişi karıştırırken bazen bulduğum videoları izlerdim. Eski videolarımdaki ben, gerçekten şu anki benden çok farklıydı. Şu an toplam bir haftada attığım kahkahalar, 2 sene önce tek günde attığım kahkahalara eş değerdi. Yani, neredeyse böyle.
İyice kararan bulutlu havaya sıkıntıyla nefes verip baktığımda karşımdaki koltukta kahvesini yudumlayan gencin verdiğim nefesle bana baktığını rahatlıkla hissedebiliyordum. Göz teması kurmayı seviyor gibiydi. Her ne kadar ben ona bakma zahmetinde bulunmasam da kişilik analizinde hiç fena değildim.
"Hava ruh halini yansıtıyor gibi." Tok ve kalın sesle önümde birleştirdiğim ellerimi ayırmadan gözlerimi pencereden çektim. Bitirdiği kahve fincanını masaya bırakırken, "Ne demek istiyorsun?" diye kalkık kaşlarımla birlikte sordum. Fincanı masaya bıraktıktan sonra arkasına yaslanıp bacak bacak üstüne attı. Bacaklarının uzunluğu daha da göze çarpıyordu artık. Onun yanında ciddi anlamda kısa kalıyordum ve kesinlikle anormal olan ben değildim, o'ydu.
"Her an ağlayacak gibisin." Yüzünde adlandıramadığım gülümsemesiyle beni yanıtladığında ben de onu taklit ederek bacak bacak üstüne attım. Yere zar zor değen ayaklarım belki de anormal olanın ben olabileceğime işaretti. Nihayetinde, ne o, ne de ben normal değildik.
Cevaplamak yerine hafifçe gülümseyip dudağımı ısırarak tekrar gözümü pencereye çevirdim. Salonumdaki tek pencere, bir kısmı ağaçlarla kapanmış, gökyüzüne açılıyor gibiydi. Havanın bulanıklığı ve lacivert tonları içimin kararması için kocaman bir sebepti ama bu tür havalar beni herkesin aksine mutlu ederdi. Belki de gerçekten ruh halimi yansıtıyordu ve ben de ruh halime aşık bir psikopattım?
"Yanıma gelsene" diye teklif ettiğinde ikinci bir kez kafamı pencereden çekip inanmaz gözlerle ve hafif kalkık kaşlarla ona döndüm. Yüzündeki belirsiz ifade yerini sevimli bir tebessüme bırakmıştı. Tek kaşımı kaldırıp, "Neden gelecekmişim senin yanına? Çok mu yakınız?" Alayla sorduğumda bacaklarını düz bir konuma getirip eliyle yanını pat patladı. Israrcı gibiydi. "Eğer gelirsen ikimizin ilişkisinden bahsedebilirim?" Sunduğu teklifle kahkaha attım. Elbette onun kim olduğunu bilmiyordum ve yine elbette biraz olsun onu merak ediyordum fakat bana ismini bile söylemekten kaçınan biri ikimizden mi bahsedecekti? Hem de basit bir teklifle? Sormak isteyip de yuttuğum o kadar çok şey vardı ki, tüm bunlar bir yemek olsa ve ben de tek seferde yutkunmaya çalışsam boğulup ölürdüm. Son 2 senede çok da fazla merak etmemeyi başarmıştım. Elbette bunu da unutabilirdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
remember | chanbaek
Short StoryByun Baekhyun, dün gördüğü yüzü bugün hatırlayamaz hâle geldiğinde, henüz 23 yaşındaydı. Bu hikâye bolca koyu mavi lens içerir.