Küçük bir kahve dükkanında tek elimde köpüklü bir kahve varken, diğer elimle de rastgele gözüme çarpan bir şiir kitabı tutuyordum. Yabancı bir şair tarafından yazılmış birçok şiiri içeriyordu ve oldukça ilgi çekici görünüyordu. Böyle yağmurlu bir günde benim gibi biri için yapılabilecek en güzel aktivite, önüne gelen ilk kahve dükkanına girip benliğini dinlemek olurdu. Uzunca bir süre sonra benliğimin gürültüsü beni rahatsız ettiği için, dükkandaki bir masanın üzerine bırakılmış bu şiir kitabına bir göz atmaya karar vermiştim.
Elimdeki fincanı önümdeki masaya bırakıp bacak bacak üstüne attım ve şiir kitabının sayfalarından rastgele bir sayfada durdum.
"[...]
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın
Unutma, yağmurun yağdığı kadar ıslaksın!
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
Kendini yalnız hissettiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü [...]"Etkileyici mısralarda çoktan kaybolmuşken tutkuyla yazılan her hece kalbime işliyor, işliyor -tekrar işliyor- ve oradan çıkmamak üzere orada kalıyor gibiydi. "Ca-n Yu..." Kaşlarım buruşukken her ne kadar yabancı şairin ismini düzgün telaffuz edememiş olsam da tek başıma olduğum için şanslıydım. Şairin ismini okumayı bırakıp sakin bir şekilde önümdeki masaya geri bıraktım kitabı.
Şair haklıydı.
İnsanların ölçülerini belirleyenler, yine kendileriydi. Çoğu zaman insanlar başlarına gelen herhangi bir olay için suçlayabilecekleri bir kişi illa ki bulurlardı. Fakat o kişi, asla kendileri olmazdı. Bir kadın ağladığında, ağlatan erkeği suçlardı, bir erkek aldattığında bastıramadığı hormonlarını suçlardı, bir çocuk takılıp düştüğünde canını yakan önündeki taşı suçlardı. Fakat o kadın, o adam ve o çocuk, asla kendini suçlamak gibi bir hata yapmazdı.
Bunların yanında bir şiirden çıkarılabilecek onlarca anlam vardı. Bunun ölçüsü de yine insanlara bağlıydı. Ve ben, parmağımın ucundan sıyrılan sert kağıt parçasına dalmışken -belki de- ilk defa okuduğum bu şiirden birçok anlam çıkarabiliyordum.
Bir insan güldüğü kadar mutluydu ve ağladığı kadar da üzgün. "Ah, sanırım mutlu değilim" Bir süreliğine önümdeki masaya bıraktığım kahve fincanını tekrar dudaklarıma götürüp kahve köpüğünün dudağımın üstüne bulaşmasına izin verdim. Ellerim hâlâ sıcak olan kahve fincanını sarmalamışken gözlerimi bir süreliğine kapatıp sağımdaki dev pencereden yağan yağmuru dinlemeye başladım. Şiddetini arttırıyordu ve zaman zaman gök gürültüsü kendini gösteriyordu. Sakince yağan bir yağmurdan daha güzeli varsa, o da sakince yağan bir yağmurun altında dolaşmak olmalıydı.
Yine de şairin de dediği gibi, yalnız hissettiğim kadar yalnızdım ve sanırım şu an çok yalnızdım. Böylesine güzel bir ânı tek başıma yaşarsam bencillik etmiş olurdum. En azından hızlanan yağmuru içeriden izlerken düşüncelerim bu yöndeydi.
Yağan yağmur, elimdeki kahve fincanı ve önümdeki şiir kitabı bir yana, buraya gelmemin sebebi yağmurlu bir günü değerlendirmek değildi. Ben her zaman evde durur, çoğu zaman evimin perdeleri sonuna kadar çekili olduğu için yağmurun yağdığından bile bi'haber olurdum. Sıradan (!) hayatımda birkaç değişiklik meydana gelmişken bunu sürdürmek istemiştim. Bir de aklımdaki soru işaretleri başımı ağrıtmaya başladığı için belki temiz havanın zihnime iyi geleceği düşüncesiyle burada oturuyordum. Günün sonunda gideceğim yer yine perdeleri sonuna kadar kapalı, duvarlarına sessizlik sinmiş evim olacaktı. Bu yüzden kulağa saçma da gelse, tekrar gireceğim evden çıkma zahmetine girmezdim. Sonuçta tekrar girecektim, değil mi?
Aklımda dolanan düşüncelerin bulunduğum duruma tamamen zıt düştüğünü fark etmemle fincanda kalan son yudumu da acele bir şekilde bitirip hesabı ödedikten sonra hızlanan yağmuru umursamadan dışarı çıktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
remember | chanbaek
Short StoryByun Baekhyun, dün gördüğü yüzü bugün hatırlayamaz hâle geldiğinde, henüz 23 yaşındaydı. Bu hikâye bolca koyu mavi lens içerir.