Yarım saat öncesine kadar kendimi nasıl eve attığımı dahi bilmiyorum. Evin içine girer girmez bavulumu daha koridorda bırakıp mutfağa gittim. Normal olarak işime yarayacak pek de bir şey yoktu burada. Evin bütün odalarını teker teker gezmek istemiştim. Ne kadar kötü anılarım olsa da iyi anılarım da vardı bu evde. Doğukan'la büyüdüğümüz ev.
Kendimi oturma odasında buldum. Kanepede uzanıp saatlerce düşünmeye başladım. Güveneceğim tek bir kişi olsa hiç sorgulamadan gözlerimi kapatır güvenirim. Dostum dediğim insanlar beni bırakmıştı ve tek dayanağım da ölmüştü. Ben aslında cehennem denilen şeyi sevdiklerimin beni bırakıp gitmesinden öğrendim. Buydu cehennem. Eğer sizi seven kimse yoksa ve sevdiğiniz herkes gitmiş kimse kalmamışsa Cehenneme hoş geldiniz diyebilirim. Çünkü o zaman yaşam sizin için bir zindandan farksızdır. Peki şimdi ne mi yapacağım? Bilmiyordum ve bu durum çaresizlikten başka bir şey değildi.
Herkesin nefret ettiği sınıflarda bulunan o kara tahta gibi hissediyorum artık. Önüne gelen hiç sormadan defalarca karalıyor, yazıyor çiziyordu ve her seferinde de silip silip kirletiyordu. Ruhum mu kirli aklım mı bilemiyordum ama artık beyaz tebeşirle beni yaralayanların ardından ne üzerimdeki kiri atabiliyordum ne de çizikleri. Sadece kuruyup uçmasını düşmesini bekliyordum ama bu benim canımı daha fazla yakmaktan başka bir işe yaramıyordu.
Sanırım yaşamam için sebep yoktu. İntihar çözümdü belki ama neyime güveniyordum. Öldükten sonraki hayatımı sırf burada kimsem yok diye mi mahvedecektim. Şimdi alsam bir bardak, kırsam ve bileğime soksam o cam parçasını. Evet kesinlikle ölürdüm. Peki ya sonra ne olacaktı. Sanırım cehennemi boylayacaktım. Yaşamak bizim isteğimizle olmuyorsa ölüm neden bizim isteğimizle olsun ki? Evet, intihar çözümden çok kendi kendini yakmak ya da boğmaktı.
Dayıma gitmeyi düşünmedim de değil aslında. Belki o zaman intihar etmiş olmayacağım ama en azından öleceğim. Hayır bu da çözüm değildi. Ve bu da intihar sayılırdı. Sanırım geriye kalan tek şey ölmek için dua etmekti ya da buralardan kaçmak. Evet evet daha uzağa gitmeliydim.
Kanepede kafamı koyduğum yastıkta kaç saattir uyuduğumu bilmiyordum. Kafamı kaldırdığımda ise ağır bir boyun ağrısıyla karşı karşıya kalmıştım. Banyoya gidip elimi yüzümü yıkayıp kendime çeki düzen verdim. Üzerimdeki kıyafetlerle uyuyakalmıştım ve hemen bunları değiştirdim. Kısa bir hazırlanıştan sonra markete gitmek için çıktım evden.
Eski yaşadığım şehirde bu kez tek başımaydım. Farklı hissettiriyordu, çok farklı. Burdan nasıl gittiğimiz geldi aklıma, ilk gelen şey Hazal ile olan kavgalarımızdı. Beni hayattan soğutan o yıllar olmuştu. Bir daha da ne eskisi kadar mutlu olabilmiştim. Çünkü beni annem yok diye dışlamışlardı, almamışlardı aralarına. Saçlarım sarı diye farklı görmüşlerdi ya da kıskanmışlardı. Bunları düşündükçe gözlerim doluyordu açıkçası. Hiç unutamayacağım(!) bir çocukluk geçirmiştim.
Biraz daha ilerledikten sonra çarşıya geldiğimi fark ettim. Yıllar önce babalar gününde bu çarşıdan babama gümüş bir kutu almıştım. Sonra da kızıp bağırmıştı bana. Aklıma geldiğinde yüzümde saçma sapan gülümseme oluştuğu doğrudur. Küçüklüğümden beri farklı biri olduğum belliymiş meğer.
Ve şimdi ise o kutuyu aldığım yaşlı amcanın dükkânının önünden geçiyordum. Dükkanın camının önünden durup amcayı seyrettim. Beyazlamış saçlarıyla gözlük takmış taşları inceliyordu. Sabrıma karşılık verdiği o kutu neredeydi bilmiyordum bile, Simge abla atmış da olabilirdi. Biraz daha inceledikten sonra yanımda birinin sesini duydum.
'Gümüş kutu nerededir sence Derin?'
Kulağıma yakın birinin sesini duyduğumda hemen arkama döndüm. Karşımda Ateşi görmeyi hiç beklememiştim. Benim hakkımda bu kadar çok şey bildiğini de. Aramızdaki yakınlıktan rahatsızlık duyarak birkaç adım geri çekildim.
'Senin ne işin var burada?'
'Konuşmamız lazım.'
'Git buradan lütfen. Artık kimseye güvenmek istemiyorum. Git lütfen, rahat bırak beni.'
'Bilmediğin şeyleri anlatacağım sadece izin ver Derin.'
'Yalanları mı?'
Verdiğim cevap onu da rahatsız etmiş olacak ki konuşmadan önce yüzüme uzun süre baktı. Ben bir an önce buradan gidebilmeyi hayal ederken birinin Derin, diye bağırıp boynuma atlamasıyla umutlarım dahi suya düşmüştü. Benden ayrıldığında sarılan kişinin Hazal olduğuna fark ettim. Şaşkınlıkla kızın suratına bakarken konuşmaya ilk o başladı. (ilk bölümde bahsedilen Derinle sürekli kavga eden kızdı ve üvey annesi ilk kez derini bu yüzden dövmüştü.)
'Derin tanımadın mı? Ben Hazal. Buraya geldiğini bilmiyordum keşke haber verseydin.' Bu ne samimiyet(!)
'Aa ben, evet evet tanıdım Hazal. Habersiz tek geldim ve çok kalmadan gideceğim için pek gerek duymadım.'
'Doğukan da geldi mi?' buna verecek cevabım yoktu. Susup yüzüne baktığımda başımı öne eğdim ve kaldırıp başka tarafa bakmayı tercih ettim.
'Hayır gelmedi.' Verecek cevap buydu. Evet buydu. Gelmemişti öyle değil mi?
Hazal nihayet yüzünü benden ayırıp Ateş'e döndüğünde kızı incelemeye başladım. Gerçekten daha da güzelleşmişti.
'Ateş? Siz Derin'le tanışıyor muydunuz? Yoksa beraber mi geldiniz?' Hazal'ın Ateşi nerden tanıdığını bilmiyordum ve sanırım kafamdaki soru işaretleri azalmayacak daha da artacaktı. Durumdan faydalanarak yanlarından kaçarak koşmaya başladım.
Etrafta çarptığım insanlara aldırmadan deli gibi koşmaya başladım.
Koşuyordum. İçimdeki kurtulma umuduyla koşuyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Siyahın Dostu
Mystery / ThrillerSırlar, yalanlar.. Her şey simsiyah. Siyah. Hayatımda gördüğüm en güzel renk. Bütün kusurları örten bir mucize. Hiçbir insan siyah olamaz. Onun kadar mükemmel olamaz. Peki ben? Ben siyah falan değilim onun dostuyum; onun kadar mükemmel değilim ama...