...
Mutfağı bitirdiğimde kendi odama gittim. Hâlâ kapının önünde beni bekleyen bavulu aldım. Odam –eski odam- beni çokta yormamıştı. 10-15 dakikada temizleyip ufak tefek eşyalarımı yerleştirdikten sonra odayı incelemeye başladım. Küçükken duvara ve aynanın kenarlarına astığım resimleri gözüme çarptı. Halam, babam, ben ve Doğukan.
O fotoğrafları elime aldım ve bir an geçmişe dönmek istedim. Ama bu zamanı geri almak falan değil sadece mutlu olduğum anları tekrar yaşayabilmek içindi. Çünkü tekrar gelmeyecekti ne kişiler ne de anılar, biliyordum.
Sanırım muhtaç olduğum tek şey biraz mutluluk ve huzurdu. Acıları geçirecek şeyler beni mutlu edecek şeylerdi. Peki ya onlar neydi? Mutluluk ne demekti? Anlamını mı bilmiyordum yoksa hissetmeyi mi? Ya da hiçbirini bilmiyor muydum? Gözümden sessizce akan birkaç damla yaşı sildim. Ben güçlü bir kızdım ve öyle olmaya da devam edecektim. Zayıf olmak, yılmak yoktu artık. Kendimiz için güçlü olmalıydık her zaman. Gülümsemeliyiz en sıcağından kendimiz için. Bencil olmalıyız biraz da. Sanırım tek çare buydu.
Kalkıp fotoğrafları yerlerine koyduktan sonra çıktım odamdan. Kapıyı yavaşça kapatıp tam ilerleyecekken geride Doğukan'ın odasının olduğu aklıma geldi. Biraz olduğum yerde durdum. Arafta kalmış gibiydim o saniyeler. Sırtımın dönük olduğu kapıya yüzümü çevirdim ve yavaşça Doğukan'ın odasına doğru ilerledim.
Önce kapısında durdum biraz. Elimi kapının koluna götürdüm ama açmadım. Girmeye korktum aslında. Bütün anılar buradaydı çünkü. Geçmişteki tüm güzel şeyler bu kapının arkasındaydı belki de. Sonra elimi götürdüğüm kapı kolundan elimi çekerek birkaç adım geri attım. Özlemekten korktum. Tek başıma kaldıramıyordum bunları. Sanki dört duvar bilerek beni ortada bırakıp ezmeye çalışıyordu. Kendimi tek başıma çıkartamıyordum bu yokluktan, ya da hiçlikten.
Ağlamama izin vermeyecektim. Arkama dönüp hızla uzaklaştım oradan. sonra da oturma odasına geçtim. Kafamdaki saçma sapan düşünceler ne yaptığımı bilemez hale getirmişti beni. Odayı temizlemeye başladım. Eski anılarım attığım her adımda gözlerimin önünde canlanıp beni boğmaya başlamıştı.
Evin içinde dayanamayacak hale geldiğimde kendimi balkona attım. Çantamdan alığım sigarayı çıkardım ve o beni yavaş yavaş öldüren dumanı içime çektim. Beni iyileştirmiyordu ama en azından sakinleştiriyordu ya da beni yavaş yavaş öldürdüğü için ben öyle sanıyordum.
En sona mutfak ve babamın odası kalmıştı. Babamın odasını özellikle sona bırakmıştım. Odaya girip annemle ilgili her şeyi öğrenmek için. Mutfaktaki işimi bitirdikten sonra babamın verdiği ikinci anahtarı elime aldım. Bu kez babamın odasının kapısının önündeydim. Bütün sırlar buradaydı belki de. Ya da kafamdaki soruların bütün cevapları...
Sonunda kendimi hazır hissettiğimde kilidi çevirdim ve açtım kapıyı. İçeriye girip önce etrafı inceledim. Küçüklüğümde sadece birkaç kez girmiştim ve hatırlıyordum. Hiç değişmemişti. Babam annemden sonra hiçbir şeyi değiştirmemişti.
Odadan hala çıkmamış olan kokuyu içime çektim. Etraf tozdan geçilmeyecek derece kirliydi. Nereden başlayacağımı bilmiyordum. İşe karanlık olan odanın perdesini açmakla başladım. Odaya giren güneş ışığı odayı aydınlatmıştı. Camı açarak devam ettim, sonra da arkamı dönüp yatağın üstüne oturdum.
Hem etrafıma bakıyor hem de camdan gökyüzünü izliyordum. Her şey komik gelmeye başladığında kendi kendime gülmeye başladım. Bunu neden yaptığımı ben de bilmiyordum. İçimden sadece gülmek gelmişti. Aklıma birkaç ay önceki ve şimdiki yaşantım geldi. Aradaki farka baktım ve tekrar güldüm. Yaptığım şey ağlanacak halime gülüyor olmamdı.
Annemin dönüşü bütün hayatımı mahvetmişti.
Olmayan hayatımı elimden almıştı.
Yok etmişti beni.
Daha fazla zaman kaybetmeden oturduğum yerden kalktım. Gün içinde bu kadar duygusallık benim için fazlaydı. Odayı temizlemeyi bir kenara bırakıp karıştırmak benim için daha cazipti. Bir şeyler bulma umuduyla yatağın yanındaki komidinin çekmecelerine bakmaya başladım. En alttaki çekmeceyi il açtığımda evrak gibi kağıtlarla karşılaştım. Eski faturalar, hastane raporları kimlik fotokobisi vesaire vesaire.
Kağıtların arasından elimde sert bir şey çarptığında hemen onu oradan çıkarmayı denedim. Derin çekmecenin içine her türlü şey sığardı sanırım. O gereksiz kağıtları çıkartıp yere koyduğumda karşımda gördüğüm o kutu bana çoktan tanıdık gelmişti. Bu oydu. Babama hediye ettiğim gümüş kutuydu.
Kutuyu yerinden çıkarmak için uzandığımda telefonun sesi bunu bölmüştü. İkinci kez çalan telefona ikinci kez lanet ederek çöktüğüm zeminden kalktım. Salonun sehpasının üzerindeki telefonu aldığımda ekrandaki yazı beni yine şaşırtmıştı. Arayan babamdı. Telefon çalmaya devam ediyordu ben ise sövmeye. Bir insan babasından nasıl bu kadar nefret edebilirdi? Daha fazla aramaması için açtım bu kez telefonu.
'Efendim baba'
'Derin neden açmıyorsun telefonlarını?'
'Benle konuşabildiğine göre açmışım telefonu'
'Pekâlâ, anladım. Nasılsın?'
'Evden kovduğun kız iyi baba saol, çok düşüncelisin.'
'Derin bak ben de böyle olsun istemezdim...'
'Tamam baba bir sorun yok. Evdeyim şu an. Hatta az önce ne buldum biliyor musun? Küçükken sana aldığım gümüş kutuyu. Tam açacaktım ki sen aradın, ne tesadüf.'
'Derin...dikkatli ol ve...'
Babam daha konuşmasını bitirmeden telefonu kapatmıştı. Ne olduğunu anlamasam da çok da umursamadım. Artık babamla ilgili hiçbir şey nedense umurumda olmuyordu. Dikkatli ol derken ne demek istediğini ne kadar merak etsem de tekrar odaya gittim.
Çekmecenin önüne eğildim ve bu kez kapı çaldı. Sanırım bütün evren şu kutuyu açmamam için iş birliği yapıyordu. Bilmem kaçıncı kez söverek kalktım ve bu kez arkamdan kapıyı da kapatmıştım.
Kapının ısrarla ikinci kez çalması beni tedirgin etmişti. Halam İzmir'de olduğumu bilmiyordu ve beni tanıyan yoktu buralarda. Kim olabileceğini tahmin etmeye çalıştım ama yoktu. Dayım peşimi bırakmıştı o da olamazdı. Kapının dürbininden baktığımda kimseyi göremedim.
Üçüncü kez çalan kapıyı sinirle açtım fakat zararlı çıkan ben olmuştum. Ben daha kim olduğunu görmeden biri hızla üzerime gelip ağzımı kapatmıştı. Ellerimle hem çırpınıyor hem bağırmaya çalışıyordum. Beni evin içine ittirip arkasından kapıyı kapatan kişinin hırsız olduğunu fark etmem uzun sürmedi. Kar maskeli adam gözlerimin içine bakıyordu ama beni öldürmek için hiçbir girişimde bulunmuyordu.
Korkudan her saniye ayaklarımın titreyişi artıyordu. Bu nasıl hırsızdı Allah aşkına! Beni ne bayıltıyor ne öldürüyor nede bırakıyordu. Sadece bir eliyle ağzımı kapatmış beni duvara sıkıştırarak diğer eliyle de kolumu tutup hareket etmemi engelliyordu.
Bir süre evime gündüz vakitte giren hırsızla bakıştıktan sonra kolumu tutan elini bırakıp yüzüne götürdü. Sanki kurtulmaya çalışmayacağımı biliyormuş gibi hareket ediyordu ya da ne yapacağımı daha önceden kestirebilecek kadar dikkatli biriydi.
Kar maskesini çıkarttığında gördüğüm kişi korkumu daha fazla arttırması gerekirken beni sakinleştirmişti. Bu ne yapacağımı daha önceden kestirebilecek kadar dikkatli bir değil. Beni o kadar iyi tanıyan biriydi.
Evime giren hırsız değil, Ateş'ti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Siyahın Dostu
Mystery / ThrillerSırlar, yalanlar.. Her şey simsiyah. Siyah. Hayatımda gördüğüm en güzel renk. Bütün kusurları örten bir mucize. Hiçbir insan siyah olamaz. Onun kadar mükemmel olamaz. Peki ben? Ben siyah falan değilim onun dostuyum; onun kadar mükemmel değilim ama...