BÖLÜM 13

167 11 8
                                    

'Kendimizin ne kadarı acaba kendimiz? Ne kadarını ise oynuyoruz?'

Ahmet Şerif İzgören

Arabalarına binen polisler buradan uzaklaşırken Başkomiser bana suçluymuşum gibi bir bakış atmadan gitmedi. Arabasına binene kadar arkasından baktım ve gittiğinden emin olduğumda hemen Shapka'ya girdim. Miray Shapka'dan kaçırılmamıştı. Kendi isteğiyle çıkmıştı burdan. Kendi isteğiyle değil zorlanmış olmalıydı. Çünkü benim tanıdığım Miray telefonunu ve çantasını almadan asla dışarı çıkmazdı.

Shapka'ya girip önce odaya gittim. Bomboştu burası. Etrafta Patronu ya da korumaları görmek umuduyla alt kata da indim fakat kimse yoktu. Daha fazla oyalanmadan Cemi arayıp buraya gelmesi gerektiğini söyledim. Miray bulunacaktı. Bundan eminim en azından umudum vardı.

Odadaki tek kişilik koltuğa oturup beklemeye başladım ya da düşünmeye.

Ya Miray'a bir şey olursa?

Eski anılarımızı düşünmeye başladım. Hepsi teker teker gözlerimin önünden geçerken eski günlerimizi özlemiştim. Ben, Doğukan, Cem, Miray... Ne kadar da güzeldi şimdi oturup düşününce.

Shapka'daki günleri özledim. Bana ve Miraya bakan erkekleri nasıl dövdüklerini. Her seferinde çıkardık burdan. Sahile doğru da koşmaya başlardık dördümüz. Gülerek.

Bize nasıl dövdüklerini anlatırlardı Cemle Doğukan. Bizde Mirayla gülerdik. Arada da dalga geçerdik. Doğukan manken olacağım yüzüme yazık deyip geçerdi.

Komik günlerdi. Eğlenceliydi. Evde bir ailem olmasa da dışarıda bir ailemin olduğunu biliyordum. Bana huzur veriyordu onların yanında olmak, beraber vakit geçirmek. Yalnızlığımı biraz da olsa onlarla unutabiliyordum. Özellikle de Doğukan. Benim için onun manevi değeri anlatılmaz.

Şimdi ise... Ne kalmıştı geriye benim eski hayatımdan. Dört dörtlük yaşamazdım ama mutluydum. Sevdiklerinin yanında olması sana mutluluk veriyordu. İçinde tarifi olmayan sonsuz bir mutluluk.

Peki geriye kim kalmıştı? Dayım Doğukan'ı öldürmüştü. Miray'ı kaçırmıştı ya da buna zorlamıştı. Sıra bendeydi. Beni öldürmeden pes etmeyecekti ki amacı da buydu. Cem ve ben kalmıştık. Ve yakında ben de gidecektim bundan eminim.

Korkmuyordum belki de ölmeyi istiyorum; bilmiyorum. Sayılı günler gibiydi. Ne zaman öleceğimi bilmiyordum. Her dakikanı, her anın birazdan ölecekmiş gibi yaşamak berbat bir şeydi. Ölmem herkes için iyi olacaktı. Dayım burayı terk edecekti ve mahalleye huzur gelecekti.

Evet, pes etmiştim.

Ölmeliyim.

Başkaları için kendimi feda etmenin zamanı gelmişti.

Gözlerimdeki yaşları sildim ve derin bir nefes aldım. Odada bunalmıştım, balkona çıktım. Bundan sonra ne olacak ben de bilmiyorum. Yaşayıp görecektim ya da ölüp göremeyecektim.

Balkondan dışarıyı seyrederken kapının açılma sesini duydum ve içeriye geçtim. Cem gelmişti koşup ona sarıldım hiç beklemeden.

'Çok özledim Cem. Çok özledim. Eski günleri, bizi..' ağzımdan küçük bir hıçkırık kaçmıştı. Ceme sarılmış omuzunda ağlıyordum.

'Şşşt. Tamam, bak ben buradayım. Geçecek hepsi. Sana söz veriyorum.' Sesi garipti. Sanki söylediğine kendisi bile inanmıyordu.

'Söz ver bana sen de gitmeyeceksin.' Onu da kaybetmekten korkuyordum. Cemden başka kimsem kalmamıştı. Yalnızlığa hapsolmaktan korkuyordum.

Siyahın DostuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin