'Kendi yarattığım ve bana korku veren bu sürekli sarhoşluğa kendimi nasıl kaptırdığımı ben de bilmiyorum. Başıboş dolaşan bulutların arasında uçuyor, kim olduğumu öğrenmek gibi boş bir hayalle aynanın karşısında kendi kendimle konuşuyordum.'
Gabriel Garcia Marquez- Benim Hüzünlü Orospularım
Hayat benden her şeyimi almıştı. Ne yapacağımı neye güvenip neye sığınacağımı bilemiyordum artık. Yaşamak için tek amacım yoktu. O yoktu. Doğukan yoktu. Peki ya şimdi kim için ayakta duracak ve kimden destek alacaktım. Hayat; yaşamın en ağır yüklerini bana yüklemişti sanki. Ve bundan sonra ayaklarım olmadan yürümeye çalışacaktım.
Gözlerimi açtığımda bir hastane odasındaydım. Beynim dün yaşadıklarımı hafızama kazımıştı. Dün, ya da kaç gün önce bilmiyorum. Kaç gündür bu hastanedeydim en ufak bir fikrim bile yoktu.
Ormandayken caddeye yakın bir yerde dayıma yakalanmıştık. Beni ağaca bağlamışlardı ve en son Doğukan da yakalanmıştı. Onu ne zaman yakaladılar ne zaman dövdüler ve ne zaman yanıma getirdiler tahmin edemiyordum.
Sonuç mu? Dayım Doğukan'ı vurmuştu.
Bu olanları hatırlayınca gözümden yaşlar akmıştı. Kafamı yavaşça kaldırdığımda etrafta kimse yoktu. Olanları sindiremiyordum çünkü. Duvarlar üstüme üstüme gelmeye başladı ve birden bağırmaya başladım. Aynı ormanda bağırdığım gibi. Serumları, iğneleri kollarımdan çıkarıp atıyor ve Doğukan diye bağırıp çağırıyordum. O ölmedi. Doğukan ölmedi, ölemezdi, beni bırakıp gidemezdi.
İçeriye Miray ve Cem koşarak girip beni tutmaya çalışmışlardı fakat durmuyordum. Bağırıyordum bana Doğukan'ı getirin diye. Sonuç olarak sakinleştirici iğneler, haplar, ilaçlar ve tekrardan derin bir uyku. Gözlerimdeki yaşlar daha kurumadan uyuyakalmıştım.
Kabullendim ve bu kez, gerçekten yapayalnız kalmıştım.
İkinciye uyandığımda aradan kaç saat geçmişti bilmiyordum bile. Artık zaman kavramı yoktu benim için. Uyanıp etrafıma baktım. Yine aynı hastane odasındaydım. Kalkmaya çalıştım ama ayakta duracak halim bile yoktu. Önce koluma bağlı olan iğne ve serumları çıkarıp yatağın kenarlarına tutunarak ayağa kalkmaya çalıştım. Bir iki adım attığımda odaya biri geldi ve kafam kaldırıp bakayım derken çoktan kendimi yerde bulmuştum.
Ben kalkmaya çalışırken hemen gelip yardım etti. Bu adamı tanımıyordum. 'Siz kimsiniz? Ne işiniz var benim odamda?' diye bir soru yönelttim. Fakat cevap vermeden bana bakıyordu. Önce kalkmama yardım etti ama ben cevap bekliyordum.
Çok geçmeden odaya Cem ve Miray girdi. Genç adam da hemen toparlanıp 'ben yanlış odaya geldim galiba' dedikten sonra çıktı odadan. Ayakta duracak halim yoktu bunu fark eden Cem ve Miray beni yatağa doğru götürdüler. Onlar bana bakıyordu ben onlara ve sorduğum ilk soru 'Doğukan?' oldu. Miray eliyle ağzını kapatıp hemen çıktı odadan. Cem ise arkasına dönüp pencereye doğru ilerledi. Bu davranışları genelde filimlerde görürdüm. Kötü bir haberin olduğu belirtisiydi. Ama hayat film falan değildi. Sadece benim halime acımışlardı ki kendi halime ben bile acıyordum.
'Cem, bana bir şey söyleyin. Doğukan nerede? Beni onun odasına götürün onu görmek istiyorum o iyi mi Cem? Bir şey söyle Doğukan iyimi odası nerede...'
Konuşmaya devam ediyordum ve ayağa kalkmak için çaba sarf ediyordum. Gözümden çoktan yaşlar akmaya başlamıştı bile. Birden Cem gelip kollarımdan tuttu ve beni hasta yatağıma yatırıp bana bağırmaya ve sarsmaya başladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Siyahın Dostu
Misterio / SuspensoSırlar, yalanlar.. Her şey simsiyah. Siyah. Hayatımda gördüğüm en güzel renk. Bütün kusurları örten bir mucize. Hiçbir insan siyah olamaz. Onun kadar mükemmel olamaz. Peki ben? Ben siyah falan değilim onun dostuyum; onun kadar mükemmel değilim ama...