"Hasta"

2.2K 137 0
                                    

"Şimdi bir masaldan bir peri sessizce dinlesin beni,

Alsın yorgun başımı alsın cümlemi

Usulca kalbine koysun.

Benim cümle taşıyacak halim yok."

Yavaşça gözlerini araladığında nerde olduğunu çözemedi genç kadın, burnu hastane kokusu olarak adlandırılan o B12 vitamini kokusunu aldığında yüzünü buruşturdu. Dün gece girdiği öksürük krizi geldi gözlerinin önüne. Ciğerlerini parçalarcasına gelen öksürük nefesini keserken aramıştı Faik'i.

"İyi değilim Faik." demişti telefonda kısık sesiyle. Sonrası Faik'in gelişi, onu hastaneye getirişi... Serumlar, iğneler, ilaçlar... Ne zaman bitecekti tüm bunlar? Hayat, bu yüzünü daha ne kadar gösterecekti Leyla'ya?

"Uyandın mı?" dedi Faik üzerinde beyaz önlüğüyle odaya girerken.

"Keşke hala uyuyor olsaydım, ancak o zaman diniyor acılarım." dedi kadın kısılan sesiyle.

"Hastalığın ilerlemesini ilaç ve kimyasal tedavi ile durdurmaya çalışıyoruz Leyla, ama tamamıyla iyileşmen bu şartlar altında mümkün değil biliyorsun değil mi?"

"Hep böyle canım yanacak mı? Benim olduğu halde bana acı veren bedenim daha ne kadar çekecek yaşamanın ceremesini? Anlamıyorum Faik, bedenim bile bana karşıyken ben daha neye direneyim? Ne anlamı var? Bak sesimi de kaybettim." dedi kadın her şeyden vazgeçmişçesine. Kaybedeceği ne kalmıştı? O, hayattan alacaklıydı sadece ama hayat borcuna sadık olmayacak kadar acımasızdı.

"Seni ilk gördüğüm günü hatırlıyorum, bebek gibi bakan mavilerini denizin koyu mavisine ortak etmiş ve Ege'yi seyre dalmıştın. Sonra bir şarkı dökülmüştü dudaklarından: "Sensiz neyleyim dalda çiçek, günler yıllara oldu da denk." Kimse dağıtmıyordu dikkatini, kimse giremiyordu denizle arana? Onun mavisinde kimi görüyordun merak ediyordum. Ama soracak cesaretim yoktu, beni tanımıyordun senden bir tokat yiyip Ege'ye rezil olabilirdim. Bunun için dinlemeye devam ettim seni. Sessizce..."

"O gün hiç fark etmemiştim seni."

"Biliyorum." dedi adam, kadının şimdi bile fark etmeyişine içerlercesine.

"İstanbul'dan geldiğimde pili bitmiş bir oyuncak gibiydim, hala da öyleyim ya..."

"Sana bahsettiğim doktorla konuştum, İstanbul'a gitmeni bekliyor kalacağın hastane hazır." dedi adam kadının vereceği tepkinin tek bir anını bile kaçırmamayı istercesine dikkatle yüzüne bakarak.

"Bunu senden kim istedi? Ben sana son sözümü söyledim, gitmeyeceğim, eğer iyileşme ihtimalim varsa burada elinden geleni yapabilirsin; ama oraya gidemem anla beni."

"Anlamıyorum, neden bu kadar inat ettiğini anlamıyorum Leyla, bu hastalık şimdi akciğerlerini bitirmek üzere, yarın ne olacak biliyor musun? Ben söyleyeyim tüm vücudunu saracak, sonra beyne yerleşecek ve bir hastane köşesinde en acılı, en ağrılı günlerini yaşarak ömrünü tüketeceksin. Ne uğruna feda ediyorsun yaşamını? Bir inat uğruna." dedi adam elini sinirle saçlarında gezdirirken.

"Çıkmak istiyorum buradan, evime gitmek istiyorum."

"Haber veririm götürürler seni." dedi adam sinirle odadan çıkarken.

Faik'in çıkışının ardından onun dediklerini düşündü kadın. Yıllar önce terk ettiği şehre gitmek... Keşke her şey Faik'in dediği gibi kuru bir inat uğruna olsaydı. Keşke inadının kurbanı olan bir kimlikle yatıyor olsaydı şu beyaz çarşaflı hastane yatağında. Değildi hiçbir şey göründüğü gibi değildi. Bu inadının kaynağı eski bir hikâye olarak nitelendirilebilecek kadar basit bir olgu değildi. Söz vermişti Altan'a, o gece ondan ayrılırken o gece mavisi gözlerine bakarak söz vermişti.

Nergis HatırasıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin