"İstanbul"

1.6K 114 5
                                    


"Sevgilim seni bilmemenin kederli gölgesi altındayım.
Deniz "öylece" duruyor, orada, yazda.
Hayat öylesine caydırıcı ki, korkuyorum
Sevgilim... Bu dünyayı ben uydurdum
Desem, sonrasını diyemiyorum."

"Beni duyuyor musun?" dedi Faik hastane yatağına eğilirken.

"Yine mi buradayım? Hiçbir şey hatırlamıyorum." dedi kadın inleyen sesiyle. Buraya nasıl geldiğine dair hiçbir fikir yoktu zihninde. Faik'e nasıl ulaşmıştı, ne olmuştu? Tek bildiği hayatın tüm yükü omuzlarına bırakılmış gibi yorgun olduğuydu. "Çok yorgunum Faik, her yanım ağrıyor." dedi fısıltıya benzeyen bir ses tonuyla.

"Sen dinlen, ağrı kesici verilecek şimdi." dedi adam onu teselli etmek istercesine. Daha bir hafta önce ona "Hastalığın ilerlemesini ilaç ve kimyasal tedavi ile durdurmaya çalışıyoruz Leyla?"

Durdurabilmiş miydi sahi? Yoksa grafilerin aldatmalarına mı kanmıştı? Leyla aramıştı akşam, aramıştı da tek kelime edememişti. Telefon açıktı ama ses yoktu. Hastaneden nasıl çıktığını, onun kapısına nasıl bu kadar kısa bir zaman diliminde geldiğini bilmiyordu adam ama gelmişti ve Leyla'nın müstehzi edayla vermiş olduğu yedek anahtarla açtı kapısını. Salonda bulmuştu Leyla'nın bitkin bedenini. Nefes alamamış besbelli, elleri boğazında kenetlenmiş, o güzel çehresi morarmaya yüz tutmuştu. Kan çekilmişti sanki o pembe teninden. Öyle hızlı taşımıştı ki beraberinde getirdiği ambulansa merdivenleri nasıl indiğini hatırlamıyordu. Sonrası, yine oksijen maskesi, yine ilaçlar, yine serumlar...

İnsanın sevdiğinin acı çektiğini görmesi... Gözlerinin önünde onun günbegün tükenmesini seyretmesi çok daha zordu. Çok daha yakıcıydı... Yanıyordu Faik tüm ruhunu atmıştı sanki alevlerin içine "Leyla" nidalarıyla ölüyordu bu cehennemi azapta... Leyla'nın başındaki koltuğa oturdu, seyre daldı onun o güzel yüzünü. Yastığa dökülen saçları aldı eline, her bir teline sevgiyle baktı. Gözlerinin önüne geldi Leyla'nın o hüzünlü bakışları... Leyla, dünyanın en hüzünlü kadını...

"Saçlarım dökülecek mi Faik?"

"Ne duymak istiyorsun?" demişti genç adam. Sorunun cevabını bildiği halde soran kadına içi giderek baktı.

"Teselli duymak istiyorum, avut beni. Döküleceğini bildiğim halde bana dökülmeyeceklerini söyle. Sana inanırım ben, sen bana benzemiyorsun çünkü, bir gün bana yalan söyler misin Faik?

"Bunu sorarken bile beni yalan söylemeye teşvik ediyorsun ama."

"O başka, annem saçlarımı çok severdi dökülecekse bile hepsini toplayalım olur mu, anneme götürürsün sen."

"Birlikte götürelim."

"Ben gelemem ki İstanbul'a."

Adam ne zaman İstanbul'daki tedavi konusunu açsa kadın kesin bir ifadeyle reddediyordu. Sonra uzaklara, çok uzaklara bakıyordu... Ne görüyordu o bilinmez diyarlarda?

Terleyen alnını sildi ve incecik bir bağ olan ve kimyasal tedaviye direnen saçlarında gezdirdi ellerini. Yüzünü inceledi kadının, kaşlarının yok oluşunu, teninin soluşunu... Her bir hücresine yerleşmiş kararlılıkta gezdirdi bakışlarını, uyurken bile direniyordu adeta. Uyurken bile istemiyordu gitmeyi. Yüzündeki acı çeken o ifade koyulaşıyordu da o yine de istemiyordu gitmeyi.

Çıkmazdaydı Faik... Ne yana bir adım atsa bir şeyleri kıracaktı. En az kaybı hangi adımda verecekti bunu kavramalıydı. Ya ona gerçekleri söyleyecek ve ikna etmeye çalışacaktı ya da istediği teselli sözcüklerini sıralayıp onu avutacaktı. Hangisi daha yakıcıydı, hangisi daha dayanılmazdı. İki seçenek de sıkıştırıyordu yüreğini iki seçenek de dayanılmazdı, iki seçenek de onmaz yaraların başlangıcıydı. Yüreğinde peyda olan müphem duygular ağır geliyordu ruhuna. Oturduğu yerden kalkıp cam kenarına geldi temiz havayı ciğerlerine doldurma isteğiyle. Büyük şehirlerin pis ve menhus havasını düşündü. Neden büyük olanaklar büyük şehirlerin kirlenmiş havasının altındaydı? Büyük olanaklar haddinden fazla kirliliği beraberinde mi getiriyordu? Leyla'nın ciğerlerinde nasıl bir iz bırakacaktı İstanbul?

Nergis HatırasıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin