"İki Kadın"

1K 108 8
                                    



"Parlar ki şimdi ara sıra geceleri
Diplerde, derinlerde, yalnızlığımda
Ölü bir denizyıldızıdır mutluluk"

Aralıksız yağan sulu sepken altında ağlayarak yürüyordu kadın. Altan'ın eskisi gibi olmadığının yakıcı bilgisi yankılanıyordu zihninde. Acımasızdı, Neva'ya hala delicesine tutkundu. Bir hayale, olmayan bir kadına... Leyla'ya değil, Leyla'nın yalancılığının yarattığı kadını hala çok seviyordu. Gerçeklerin yüzüne vurulmasıyla daha çok dibe çöktüğünü hissediyordu.

Telefonun rahatsız edici sesi böldü kadının ağlayışını. Gözyaşlarını silip yutkundu, Faik'in kendisini ağlamaklı bir sesle duymasını istemiyordu, zaten aylardır çok fazla üzmüştü onu.

"Efendim Faik?"

"Nerdesin Leyla?"

"Canım yürümek istedi biraz dolaşmaya çıktım. Uyuyordun rahatsız etmek istemedim."

"Ahmet hoca aradı, sonuçların çıkmış bugün hastaneye gideceğiz hadi gel, dinlen biraz kahvaltıdan sonra gideriz."

"Geliyorum." Dedi.

Kadın tedavinin hiçbir sonuç vermeyeceğini sadece acısını ve kısacık da olsa ömrünü arttıracağını biliyordu. İyileşmek için başladığı yolda günden güne tükeneceğini eriyip biteceğini biliyordu. Kimyasal tedaviye ilk girdiği an geldi gözlerinin önüne. Beynindeki bulanıklık, midesine sükûn eden ağır bulantı... O gün ne Altan'ı hatırlamıştı ne Neva'yı ne de çocuğunu. Kendisini bile unutmuştu serum kokulu hastane odası yalnızlığında. Her şey bomboştu. Beyni, ömrü, hayat... Damarlarına verilen ilaçların ağırlığı tüm vücudunu esir almış da hüküm sürüyordu sanki her bir hücresinde. Girilen bu savaşı ilacın yan etkileri bedenini işgal ederek kazanmıştı. İlkinden sonra ikincisini bir ay sonra vermişlerdi. Biraz daha alıştığını, önceki seferden deneyimi olduğu için o seferki kadar kötü olmayacağını düşünmüştü bunda da ama öyle değildi. Beterdi, en beteriydi. Saçları dökülmüştü, bir hafta boyunca halüsinasyonlar görmüştü, kendisine geldiğinde radyasyon tedavisinin vakti gelmişti, derisi kızarmış, benzi solmuştu verilen ışınlar yüzünden.

Kötü huylu hücrelerin ilerlemesini durdurmak için çokça çaba sarf etmişti kadın ama en çok da Faik. Tüm tedavi boyunca yanında değildi her yerdeydi. Yediği yemekte, içtiği suda, damarlarında kol gezen ilaçta, dökülen her bir saç telinde, ağrılarında, sanrılarında hepsinde o vardı. Tedaviyi kabul ediş sebebi Faik'ti. Faik onu yaşatmak için bir şeyler yapmazsa eğer o kaçınılmaz son geldiği vakit kendisini suçlayacaktı. İkna edemediği için, tedaviyi kabul ettiremediği için... Kendisine bunca iyiliği dokunan adamın tek bir isteği oldu ondan o da bu tedaviydi. Bunun için kabul etti. Hem kısacık da olsa uzayan ömründe belki de Mevsim'i daha çok görebilirdi.

Yürüyecek güç bulamadı kendisinde ilk köşe başından bir taksiye bindi. Altan'ın son söyledikleri yankılanıyordu zihninde. Her bir kelimesi acımasızlık kuyularından çıkmış gibi sunuluyordu kadına. Her şeyi en ince ayrıntısına kadar bildiği halde bunca yaptığı, lügatteki hiçbir sözcükte bulamıyordu anlamını. Evet, haklıydı ama kadın korkaklığın dehlizlerinde, korkaklığın labirentlerinde kaybolmuştu. Kör kuyularda korkaklığının en okkalı haliyle çırpınmıştı da yine de cesaret bulamamıştı, gerçekler kelime olup da dökülememişti dudaklarından.

***

Acılı ve sancılı bir sürecin başlangıç evresindeydi. Çıkan sonuçlar hiç de parlak değildi. Sinsice ilerleyen hastalık metastaz sonucu kalbin yer aldığı boşluğa ve buradaki lenf bezlerine sıçramıştı. Hazırlanan tedavi yöntemleri kimyasal tedavi, ışın tedavisi, bol bol ilaç ve düzenli beslenme... Hastalık üçüncü evreye ilerlemiş ve ilerleme durdurulamazsa tümörlerin kemiğe sıçrama ihtimali vardı ki bu korkutucu durumdu. İlk kimyasal tedavi dozu iki gün sonra verilecekti ve bu iki gün içinde yediklerine çok dikkat etmesi gerekiyordu.

Nergis HatırasıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin