Sevda'nın Önsözü

168 18 1
                                    

Annem adımı "Sevda" koymuş. Belki de bu adı yaşayamadığı veya yaşayamayacağı sevdalarına özlemi yüzünden seçmiştir.

On yedi yaşındayım. Benden iki yaş küçük erkek kardeşim Ömer ve dört yaş küçük kız kardeşim Özlem'le beraber toplam üç kardeşiz.

Babamız amele. Yazları çalışır, kışları ise kahvede gün öldürür. Evdeyken ülkemizdeki binlerce koca gibi ya annemle tartışır ya da televizyon izler. Babam neredeyse hiç gülmez, konuşunca da cümleleri nadiren küfürsüzdür. İçki içmez ama sigara onun için vazgeçilmezdir.

Her akşam eve geldiğinde mahallenin edepsiz kızlarını aynı cümlelerle bıkıp usanmadan anlatır. Onlar gibi olursak bacaklarımızı kırmakla bizi tehdit eder. Ömer'in ise başını arada bir okşar, soyadı onunla devam edeceği için kardeşimle övünür.

Evlendiklerinde babam yirmi iki, annem on dört yaşındaymış. İki sene sonra ben doğmuşum. Annem ilk üç sene köyde babamın ailesiyle beraber yaşamış. Babaannem anneme çok eziyet etmiş. Eve her gelen komşuya annemin kısır ve beceriksiz olduğunu anlatır, anlattıkça abartır hatta bazen kendini tutamaz haykıra haykıra ağlarmış. Ben doğduğumda ise kız doğurduğu için söylenmiş de söylenmiş. Sonra babam bir iş bulma umuduyla, annemi de alarak İstanbul'a yerleşmiş. İstanbul dediysem köydeki evden, köydeki yaşama şartlarından biraz daha hâllice bir hayata adım atmışlar. Erkek kardeşim İstanbul'da doğmuş. Kardeşim doğunca babaannem biraz sakinleşmiş ama yine de ne zaman köyden bize gelse annemin beceriksizliğinden, kızlarının da ona benzediğinden ve gül gibi oğlunun heba olup gittiğinden hâlâ şikâyet eder.

Annemse yaşadığı hayatın bütün acısını bizden çıkarır. Ona göre her şey yasak, günah. Hep el âlem için yaşamamız gerekir. Annemin hiç doya doya, içten bir kahkaha attığını görmedim. Yıllardır aynı evin içinde neredeyse sürekli beraber olmamıza rağmen onunla pek konuşamadık ama artık onu anlayabiliyorum. Daha çocukken evlenmiş, küçük omuzlarına büyük insanların sorumluluğunu almış. Çocuk, genç kız ya da gerçek bir kadın hiç olamamış. Hep ergen kalmış. Sanki ben çok farklıyım. Belki "Özlem" farklı olacak, kim bilir.

İşte böyle sevgi dolu(!) bir ailede geçti on altı senem.

Bunları neden mi anlatıyorum? Tabii ki bundan sonra anlatacaklarımı daha önyargısız okuyabilmeniz için.

İlkokulu zor bitirdim. Aslında kendimi sınıftaki diğer çocuklarla kıyaslarsam onlar kadar da aptal sayılmadığımı söyleyebilirim. Annem, okuldan eve her döndüğümde elime bir bez tutuşturur, o küçücük böceklerin bile zoraki yaşadığı evimizi bana temizlettirirdi. Sonra akşam babam gelir, ilkokuldan sonra beni okutmayıp evlendireceğini, artık boş yere masraf edemeyeceğini her gün bıkmadan usanmadan anlatırdı.

Okuldan bir şey için para istediklerinde çok korkardım. Evde annemle babamdan para isteyemediğimi canım öğretmenim de bilir, bu konuda bana hiç üstelemezdi. Keşke onu dinleseydim. Öğretmenim okumam için çok konuştu benimle ama bana verilen seçenekler çok açıktı ve ben daha çocuktum, büyüklerden korkuyordum. Böylece okul hayatım ilkokul tahsiliyle son buldu.

Ya ilk genç kızlığa geçişim?..

On iki yaşındayken, bir sabah karın ağrısıyla uyandım. İçimden sıcak bir şeylerin aktığını hissediyor ama ne olduğunu bilemiyordum. Tuvalete koştum, her yerim kan içindeydi. O kadar korkmuştum ki ne yapacağımı bilmiyordum. Ağlıyordum ama annem duyacak, kıyafetlerimi berbat ettiğim için azarlayacak diye ödüm kopuyordu. Ölüyorum sandım. Nasılsa ölecektim artık korkmanın bir anlamı yoktu. Sessizce ağlayarak tuvaletten çıktığımda, zaten o küçük evin içinde her adımımı takip eden annem zehir gibi gözleriyle beni süzdü:

"Ne oldu sana, dön bir bakayım?" dedi.

Daha çok korkmuştum, elim ayağım titriyordu.

"Aman, buna mı ağlıyorsun? Gel bakayım!" dedi.

Beni odasına götürdü, elime bez parçası gibi bir şey tutuşturdu ve onları her ay kullanmam gerektiğini söyledi.

Gözlerim kocaman olmuştu. Tamam, kızmamıştı ama bunları neden her ay kullanmam gerektiğini soramamıştım. Her ay kullanacaksam demek ki ölmeyecektim ama neydi bu? Annem, o an yaşadığım bu şeyin ne olduğunu bana anlatmadı. İşte genç kızlığa adım atışım da böyle oldu.

Evde her şeyden o kadar çok şikâyet ediliyordu ki susmayı öğrendim. Hep sessizlik içinde bana söyleneni yapıyor sonra dış dünyayla tek temasım olan minik pencerenin önünde saatlerce sokağı seyrediyordum. Sokaktan geçen insanların hayatları hakkında kendimce öyküler yazıyordum. Bazıları güzel, bazıları hüzün dolu öykülerdi. O pencerenin önünde, o sokaktan geçen insanlara yazdığım öykülerle tutunuyordum hayata.

Zaman zaman annemin, evimize gelen bir iki misafirine fısır fısır benim geri zekâlı olduğumdan bahsettiğini duyuyordum ama ona da ses çıkarmıyordum. Babam yüzünden mahalledeki kızlarla da görüşemiyordum. Babama göre hepsi ahlaksızdı çünkü. Erkeklerle geziyorlar, kim bilir neler yapıyorlardı? Bunları anlatırken bazen öyle heyecanlanıyordu ki kızlarla gezen erkeklerden olmak istediğini saklayamıyordu.

Kendime ait tek hayalim, akşamları seyrettiğim dizilerdeki, filmlerdeki gibi beni çok sevecek ve benimle evlenmek için her şeyi yapacak bir erkekti. Bunu ben yapamazdım, beni seven adam yapmalıydı.

Öyle böyle derken o hüzünlü ve mutsuz evde tam on altı yılım geçti.

Hayatım on yedi yaşında bambaşka bir yola girmişti ve yine bu yol tercihini ben yapmamıştım. Evet, bu evliliği istedim ama başka seçeneğim yoktu. Belki hayatta benim için başka bir yol vardı ama bu yolun nasıl olacağını bilemeyecek kadar her şeye küsmüştüm.

Bu hikâyeyi okurken beni yargılayacaksınız.Belki bana kızacak belki de acıyacaksınız. "Ben olsam asla kabul etmezdim, aslayapmazdım." diyeceksiniz ama bu hikâyeyi okula gidemeyen, hayatla bağıailelerinin tercihlerine dayatılmış kızlara, kadınlara -hatta erkeklere-anlatırsanız beni anlayacaklardır. Bu topraklarda çoğu insanın çekilmez birhayatı vardır. Bu tip insanlar yaşamaz, sadece hayatta var olurlar. Belki onlarbile farkında değildir yaşamadıklarının. Kendilerine dayatılan veya çizilenöykülerin kahramanı olmazlar, sadece figüranı olurlar.


ÜÇÜNCÜ ÇOĞUL YALNIZLIKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin