Sevda / 1- Pencerem ve Ben

145 18 1
                                    

Yaşadığımız semtteki en fakir ailelerden biriyiz. Evimiz minik bir gecekondu. İki odası bir de küçük salonu var. Bir odasında üç kardeş kalıyoruz, diğer oda annemle babama ait.

Evde en sevdiğim köşe, ev işlerini bitirdikten sonra sokağı seyrettiğim salonumuzun ufak penceresidir. Bazen annem pencerenin önüne uyduruk kaplar içinde diktiği çiçekleri koyar. Annemin onlara bakarken gözlerinin parladığını görürüm. Çok hoşuma gider bu. Birkaç gün onlarla ilgilenir sonra onları unutur. Derken ben ilgilenirim o çiçeklerle. Annem onlar solana kadar hiç fark etmez bu yaptığımı.

Evet, evde hiçbirimiz birbirimizi fark etmeyiz zaten. Sadece birisi hata yapınca fark ederiz ki o zaman da herkes birbirine bağırır.

İşte, yine o pencerenin önünde tek hayalimi kurarken mahallenin çöpçatanı olarak bilinen Ayşe Abla bize geldi. Annemle Ayşe Abla kapının önünde konuştular.

Annem, Ayşe Abla'yı uğurlayıp yanıma geldi. Yüzü anlamsız bir şekilde parlıyordu:

"Kalk." dedi. "Yarın önemli bir misafirimiz var. Banyo yap, saçını tara, kendine çekidüzen ver. Ben de evi temizleyeyim."

Neden ben kendime çeki düzen veriyorum, evi o temizliyor, soramadım. Her zamanki gibi bana denileni usulca yaptım.

Akşam babam kapıdan içeri girer girmez annem ona sessizce bir şeyler anlattı. Babamın da gözleri parladı, arada heyecanlanıp "Ama beğenirler mi ki bizim geri zekâlıyı?" dediğini duydum. Benden bahsettikleri kesindi. Annemle babama göre evin gürültülüsü erkek kardeşim Ömer, dikbaşlısı kız kardeşim Özlem, geri zekâlısı da bendim. Şimdi "Neler dönüyor?" diye sorsam babam gereksiz asabiyet yapıp ileri geri konuşacak, belki de hırsını alamayıp bana bir iki şamar atacaktı. Başkaları için normal olan ufacık konuşmalar bile bizim evde büyük bir kavga sebebiydi. O yüzden sormadım. Olay her neyse er geç ortaya çıkacaktı zaten.

Ertesi gün küçük evimizi annem tekrar topladı. Ne yapsa gözüne bir şey çarpıyordu. Annem, gördüğü her yamukluğu düzeltiyor ama sadece toplanmış çirkin bir görüntüden öteye gidemiyordu ev. En sonunda o da anladı boşuna çabaladığını, döndü ve göz göze geldik:

"Sen hâlâ giyinmedin mi?" diye bana bağırdı.

Sonra birden yumuşadı ve yanıma gelip:

"Gel, seni ben giydireyim." dedi.

Şaşırmıştım çünkü bu annemden hiç beklemediğim bir şeydi. Genelde nasıl göründüğümle ilgilenmezdi. Arada bir kendi kendime bir şeyler denerken onu fark eder, benimle hemen dalga geçerdi. "Hah, bir şeye mi benzedin böyle yapınca?" diye kendince en kibar sözlerle başlar sonra ben, sessizce isyan edip eski hâlimi alana kadar beni iğnelerdi.

Ne garip ki fiziksel olarak yaptığım her şeyi fark eder ama neden ağladığımı, şiş gözlerimi veya bütün gün neden dışarıyı seyrettiğimi sormazdı. Bazen bu eve hiç ait olmadığımı hissederdim veya aslında orada hiç olmadığımı hatta olmasam bile fark etmeyeceklerini düşünürdüm.

Diğer anne babalar böyle midir, bilmiyorum ama neden olmasınlar ki? Çoğunun böyle umursamaz olduğundan eminim artık. Bazen aklıma iki yıl önce apar topar evlendirilen komşunun kızı Gamze gelir. Gamze ile aynı yaştayız. Belki benden birkaç ay küçüktür. Öyle çocuktu ki evlendiğinde. Sonra onu mahallede tekrar görmüştüm, kucağında bir çocukla ailesini ziyarete gelmişti. Yüzündeki çocuksu ifade gitmiş, bu topraklarda çocuk yaşta evlenip çocuk sahibi olanlara has yaşlı bir hüzün gelip oturmuştu. Mekanik bir şekilde çocuğunu tutuyor, çocuk ağladıkça onu "Yine ne var?" der gibi sallıyordu.

O zaman anladım ki bazılarının kaderi asla değişmiyordu. Onlar annem gibi, Gamze gibi hep çocuk kalıyor ama o hüzün hastalık gibi onları asla bırakmıyordu. Bu yüzden içime derin bir kuşku düşmüştü. Yoksa ben de onlar gibi hep kasvetli ve duygusuz mu olacaktım?

Babam genelde evdeki sobayı yakmak için kahvedeki eski gazeteleri getirirdi. Onları okur hatta yutardım. Gazetelerdeki güzel kıyafetli, makyajlı, alımlı kızlara imrenirdim. "Onların ailesi acaba nasıl, nasıl böyle olmalarına izin veriyorlar?" diye şaşırırdım. Biz başka dünyanın çocuklarıydık. Bizim Tanrı'mız hep meşguldü, suçlu olan hep bizdik. O kadar suçluyduk ki bir ömür nedenini bilmediğimiz bir günahın bedelini öderdik ama bunu öderken hesap hep kabarır, asla azalmazdı.

Neyse konumuza dönelim:

Annemle üç kardeş paylaştığımız odaya girdik. Tüm kıyafetlerimi (zaten toplam on taneyi geçmez) odaya döktü. Hiçbirini bir türlü beğenmiyordu. Oysa ben onları aylardır giyiyordum ama annem daha şu anda onların ne kadar eski ve çirkin olduğunu keşfediyordu. Aslında bu önemli misafirler olmasa o kadar da umursamazdı yine de. "Dur!" dedi. Aklına parlak bir fikir gelmişti, koşarak evden çıktı. Yirmi yirmi beş dakika sonra küçük mavi çiçekli bir gömlek ve krem rengi bir etekle geldi. Yüzü gülüyordu. "Gel, şunları giy." dedi.

"Nereden aldın?" diye sordum.

"Cebimde buldum." dedi.

Genelde sözlerine iğneleyerek başlardı. Bu yüzden de onunla konuşmayı veya ona soru sormayı sevmezdim.

"Ayten'den aldım, akşam geri vereceğim, sakın kirletme, sakarsın ya!" dedi.

Bir cümlede iki uyarı... Konuşmalarımız hep böyleydi. Sonra saçlarımı taradı, tararken laf sokmaya devam etti:

"Bana bak, misafirler gelince sorularına cevap ver, onlara bön bön bakma!"

Giderek merak etmeye başlamıştım, acaba bu gelenler kimdi? Gamze gibi satacaklardı beni de. Bundan artık emindim. "Kendimi öldürsem mi?" diye düşündüm. Babaannem ve onun yasakları geldi aklıma. Babaannem bize geldiği zamanlar namazını kılardı. Sonra odada kim varsa, dinlesin dinlemesin, dinimizdeki yasakları anlatmaya başlardı. Anaya babaya itaatsizlik günah, kısa etek giymek günahtı. Kendini öldürmekse en büyük günahtı.

O an iki saniye kıpırdayamadan kalakaldım. Belki de Tanrı kendimi öldürmeyi çok sık düşündüğüm için beni cezalandırıyordu. Hemen içimden özür diledim. Zaten anladığım karar verilmişti. Kaderim buydu. Ben sadece öylesine vazo gibi, masa gibi bir şeydim. Bunu kabullenmekten başka elimden ne gelirdi ki?





ÜÇÜNCÜ ÇOĞUL YALNIZLIKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin