Sevda / 5-Ayten'in Hikayesi

98 11 0
                                    

Babam ertesi sabah erkenden tıraş olup hazırlanarak yeni işine, kardeşlerim de okula gitti. Annem, Nur Hanım'ın aldığı elbiseleri aç gözlerle inceliyordu. Sonunda zarif uçuk pembe gömlekle, siyah etekte karar kıldı. Giysileri bana attı:

"Al şunları giy, birazdan 'Meraklı Melahatlar' damlar. Altınları da tak. Şu köşeye de otur hanım. Ha, dur, unutmadan şu mavi boncukları takalım. Bunları Ayten'den aldım. Biri sana biri bana, kenafir gözlü karılara karşı."

Ayten Abla olmasa ne yapacaktık acaba? Mahalledeki tek doğru düzgün işi olan, kendi ayaklarının üzerine basan Ayten'in hikâyesi başkadır. Çok küçük yaşta ailesini kazada kaybetmiş. Akrabalarının yanında büyümüş. Ona teyzesi, halası, amcası, dayısı... bakmış ama insan kendi evinden başka yere sığamaz ya, o da öyle olmuş. Bakmış ki varlığı herkese zor geliyor yük oluyor, sınava girmiş. Yatılı okulu kazanınca da arkasına bile bakmadan gitmiş. Zaten hepsi de desteklemiş onu gitsin diye. Gerçi hiçbir zaman akrabalarının arkasından konuşmadı ama bazen öyle örnekler verir ki hayatının bir döneminde büyük bir darbe yediğini ya da tacize uğradığını anlamamak için salak olmak gerekir.

Biz neden böyleyiz acaba? Hep akrabalıktan dem vururuz. Sahip çıkmaktan, namustan ağdalı laflarla bahsederiz ama herhangi birinin zayıf yanını da ilk önce biz kanatırız. Birisine uzaktan akıl vermek, namus bekçiliği yapmak kolaydır da iş başa düştü mü onu hemen başımızdan atacak yer ararız.

Ayten okulu bitirip, hemşire olunca kendi olanaklarıyla kendine küçük bir dünya kurmuş. Mahalledekiler onunla pek muhabbet etmez. Hastalanınca, işleri düşünce kapısını çalarlar. Ayten de zaten kimseyle öyle içli dışlı olmayı sevmez, hep arada mesafe bırakır. Mahalledeki herkesin içinde tuhaf bir saygınlığı vardır. Gerçi yalnız yaşadığı için yine de dedikodusunu yaparlar. Onun hakkında bir sürü hikâye dolaşır. Hiç kimse Ayten'in evine bir erkeğin girdiğini görmemiştir ama bu hikâyelerin çoğu Ayten'in aşkları üzerinedir. Kimisi evli biriyle ilişkisi olduğunu kimisi hastanede gece nöbetlerinde doktorlarla fingirdediğini anlatır. "Gerçekten mi?" dersen "Ateş olmayan yerden duman çıkmaz!" derler. "İyi de dumanı çıkaran sen olmayasın, yanlışlık olmasın?" desen "Ben de öyle duydum hem de çok emin birinden!" derler. Sonra hikâye döner dolaşır, ilk sahibinin kulağına tekrar gelir "Ben size dememiş miydim, bakın herkes biliyor." der. Hikâyeler hikâyeleri açar ama Ayten'le yüz yüze gelince hepsi ona "Artık evlen, çok gençsin. Böyle nereye kadar yalnızlık?" der. Belki de evlense gerçekten mahalledeki erkekler Ayten'den umudu kesecek, kadınlar da onu da kendilerine benzettikleri için rahatlayacaklar.

Ben çok severim onu, bazı sabahlar pencereden onun servise binmesini izlerim. Bizden birkaç ev ötede oturur. Sokağa çıkarken kapısını sessizce kapatır, sokağın başına kadar sadece önüne bakarak yürür. Bazen bizim pencereden tarafa bakar, o zaman tül perdeyi açar, ona selam veririm. O da bana gülümser. Okumayı sevdiğimi bilir. Kendi okuduğu kitapları ya sabahları bizzat bana verir, akşam olduysa pencerenin önüne bırakır. Neden bu kadar yalnız olduğunu merak ederim ama ona sormaya cesaret edemem. Gözlerinde herkestekinden farklı bir hüzün vardır: Yaşadıklarından ders almış, kimseye minnet etmeyen başı dik bir hüzün.

Sabah ilk kapıyı çalan Ayten Abla oldu ama onunki meraktan değil, gerçekten mutluluk dilemek içindi:

"Fazla vaktim yok, servis gelecek birazdan. Seni tebrik etmek istedim."

Durdu, gözlerini gözlerime dikti:

"İnşallah burayı hiç aramazsın."

"Sağ ol ama korkuyorum Ayten Abla. Niye beni istediler, anlamıyorum. Güzel desen güzel değilim. Çocuk üniversiteye gidiyor, ben ilkokulu zor bitirdim. Ailemin durumu ortada! Hiçbir şeyimiz uymuyor ki.

"Bilmiyorum, Sevda ama senin kalbin o kadar temiz ki belki bu yüzdendir. Bak ne zaman birisiyle konuşmak istersen ben buradayım. Unutma, tamam mı? İnşallah hep mutlu haberler getirirsin ama olur ya, kimseye anlatamadığın bir şey olursa sakın çekinme."

"Peki, abla. Sağ ol."

"Of!" dedi annem. "Ne derdi olacak, ayol? Bir eli yağda bir eli balda olacak."

"Olur ya Cemile, bazen insan derdini aile dışından birine anlatmak ister. Onun için dedim. Neyse, ben gidiyorum. Görüşürüz."

"Sağ ol, Ayten Abla. Kıyafetler için de teşekkür edemedim."

"Aman, dediğin şeye bak! Artık sen bana kıyafetlerini ödünç verirsin. Baksana, ne güzel olmuşsun. Haydi, Allah utandırmasın!"

Ayten Abla'nın ardından mahallenin kadınları beni tebrik etmek için birer ikişer kapıyı çalmaya başladılar. O gün annemin günüydü, Nur Hanım'ın evini anlattı da anlattı. Sesine âdeta kibirli bir özgüven gelmişti. Komşuların hepsi iç geçirdikçe abartmanın dozu artıyordu. Oysa şu pencerenin önünde düne kadar ne kadar yalnızdım! Şimdiyse hepsi bana değerli, antika bir bibloymuşum gibi davranıyordu. Olur ya, bir gün bana işleri düşerse diye hepsinin gözünde bir ilahe gibiydim. Kim bilir, akıllarından neler geçiyordu. Gelecekteki olası ricalarını kafalarına şimdiden yazıyorlardı. "Akşam olsa!" diye dua ediyordum. Gün uzadıkça uzadı. Nihayet, Ömer'le Özlem görününce kadınlar akşam olduğunu hatırlayıp telaşla kalktılar. Annem de babamı hatırlayıp hızla mutfağa yemek yapmaya gitti. Az sonra da babam yüzünde gülücüklerle içeri girdi. Anlaşılan işinde ilk günü oldukça iyi geçmişti.

"Sevda şunları al, anana ver, meyve aldım. Ömer geldin mi lan?"

Annem mutfaktan çıktı:

"İş nasıldı? Fazla heyt höyt etmeseydin!"

"Lan, sen ne diyorsun? Ben ne yaptığımı bilmeyecek adam mıyım? Akşam akşam adamın asabını bozma da git, sofrayı kur!"

"Öf, ne var, soru da mı soramayacağız?"

"Soru mu sordun da cevap vereyim? Heyti höytü sana gösteririm birazdan. Bak, hâlâ konuşuyor!"

Sihirin etkisi hızla geçiyordu anlaşılan. Bana döndü:

"Sevda Hanım! Kuyumcu Ramiz seni görse hırsından çatlar. O ne kız öyle? Bize mi nispet yapıyorsun? Allah yarattı demem, sana da çakarım, git çıkar şunları!"

Annem tekrar atladı:

"Ben istedim taksın diye. Varma kızın üstüne. Oh, mahalledeki karıların gözü altına doydu bugün. Haha!"

Annem yemek boyunca bu sefer de mahalledekileri nasıl şişirdiğini anlattı. Özellikle hem bakkal hem de emlakçılık yapan Hasan'ın karısı, görgüsüz Nurdan orta yerinden çatlamıştı. Babam da bugünün hikâyesini hevesle dinledi. Keyfi yerine gelmişti, o da uyuz oluyordu Hasan'a. Mecburen bazen Hasan'dan veresiye alışveriş yapıyorduk. Hasan da en az karısı kadar densizdi. Sanki parasız olmak bizim suçumuz gibi salakça şakalar yapar sonra da buna kendi kendine gülerdi. Hasan'ın işi olduğu zaman bakkala Nurdan bakardı. Nurdan için her şey alay konusuydu. Kırmızı giysen aşüfte, başın açıksa isterik, beyaz giydiysen yelloz, saçını topluysa "o biçim iş"ten geliyor, saçın açıksa aranıyor... Nurdan da lakap hiç eksik olmazdı. Büyük ihtimalle mahallede dilden dile dolaşan "Cam Sümsüğü" lakabını bana ilk o takmıştı.

Diyeceksiniz ki "Hiç mi iyi kimse yoktu mahallede?" Sizin büyüdüğünüz çevreyi bilmiyorum ama her mahallede ne kadar iyi varsa o kadarı da bizim mahalledeydi işte.



ÜÇÜNCÜ ÇOĞUL YALNIZLIKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin