O hafta sakin geçti. Düğüne katılacak insanlar belliydi. Babaannem haziranın sonunda amcamlarla geleceğini söyledi. Annem bir oh çekti, belli ki babaannem hemen yarın gelir diye korkmuştu. Anneannem çok hastaydı. Telefonda "Hayırlı olsun." dedi. Teyzem Almanya'da yaşıyordu. O da düğünden sonra, ağustosta, bizi ziyarete geleceğini söyledi. Akrabalardan düğüne gelecek çok fazla kimse yoktu. Böylece kartlar elimizde kalmıştı. Annem "İyi oldu." diye sevindi. Davetiyeleri mahalledeki üç dört kişiye dağıtacaktı. Benimse hiçbiri umurumda bile değildi. Emrah'la buluşacağımız günü bekliyordum.
Sonunda pazartesi günü geldi. Saat on bire doğru kapı çalındı, gelen Emrah'tı. Annem içeri davet etti ama o içeri girmedi. İki saat sonra şirkete gitmesini gerektiğini, müsait başka bir zamanda uzun uzun oturmaya geleceğini söyledi. Ben hazırdım zaten. Beni şöyle bir süzdü, kalbim yerinden fırlayacaktı. Arabasına doğru o önde ben arkada yürüdük. Arabanın ön kapısını açıp oturmamı bekledi. Gerçekten kalbim çıkacaktı. Ne konuşulur, ne anlatılır bilmiyordum. Nişanlıydık ama iki yabancıydık, toplam bir saat görmüştük birbirimizi. Üç hafta sonra evlenecektik ve toplasanız üç cümle bile geçmemişti daha aramızda. Bana baktı, kıpkırmızıydım. "Nasılsın?" diye sordu. Kekeledim "İyiyim efendim." dedim. "Efendim?" dedi, kocaman gülümsedi. "Annemin seni niye seçtiği belli oldu." dedi.
Gülümsemesi Nur Hanım gibiydi, sıcak ve içten. Kalbim ısındı, birden kendimi güvende hissettim. Yarım yamalak gülümsemeye çalıştım. "Nereye gidelim, istediğin bir yer var mı?" dedi. Aman Allah'ım, biri bana ne istediğimi soruyordu! "Fark etmez, ben zaten bir yer bilmem ki!" diyebildim. Dediğimi kendim bile zor duymuştum. Göz göze geldik. Tuhaf bakıyordu bana. Acımakla, emin olamamak arasında kararsız bir duyguyla bakıyordu. "Peki, yakında yeni açılan bir kahveci var, oraya gidelim." dedi. Cevap vermedim, başımı salladım.
Kahvecide oturduk. İlk defa böyle bir yerde ilk defa yabancı biriyle, nişanlımla, oturuyordum. Her şey o kadar yeni, o kadar güzel hem de o kadar tedirgin ediciydi ki. Emrah:
"Ne içersin?" diye sordu.
"Bilmem, çay içebilirim."
"Olur, ben de çay severim zaten. Başka bir şey ister misin yanında?"
"Hayır, çay yeter."
Garsona iki çay siparişi verdi. Sonra tekrar bana döndü ve sordu:
"Sevda (Allah'ım, adımı daha öne kimse bu kadar güzel söylememişti!) kaç yaşındasın?
"On altı."
Durdu. İç çekti:
"Korkuyor musun?"
"Neyden?"
"Benden, evlilikten, hayattan..."
"Bilmem."
"Sen de hiçbir şey bilmiyorsun." dedi ama gülümseyerek.
Çaylar gelmişti. Çayı yavaş yavaş karıştırdı. Sonra tekrar yüzüme baktı:
"Annem seni nasıl ikna etti benimle evlenmen için?"
"Nasıl?"
"Yani sana benim hakkımda ne söyledi?"
"Hiç, çok iyi bir insan olduğunu, yakında okulu bitireceğini söyledi."
"Sen de benimle okulum bitiyor diye mi evleniyorsun?" dedi ve gülümsedi.
"Hayır, ailem de 'Olur.' dedi. Senin aileni tanıyorlarmış. Herkes tanıyor sizi."
"Sence bu yeterli mi evlilik için?"
![](https://img.wattpad.com/cover/60334635-288-k83740.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÜÇÜNCÜ ÇOĞUL YALNIZLIK
General FictionBüyük şehrin varoş mahallelerinde geleneksel bir aile ortamında büyüyen genç bir kızın öyküsü bu. Sevda'nın!.. Hayatını nice hedeflerle taçlandırma mücadelesine girmişken kapısına gelen kısmeti kovuşturmasına izin verilemezdi. Verilmedi de... Güçlü...