"Yaptığın şeyler yüzünden karanlıktan korkma."
- 30 Seconds To Mars - Night of Hunters -
Bir zamanlar sessizliğin hüküm sürdüğü bir krallık vardı. Sarayın köşeleri güneşin ihaneti ile süslenmişti. Toprağın lanetini tatmıştı tüm canlılığının son demlerinin yaşamış olan gür bitkiler.
Ülkenin bir de güzeller mi güzeli ama bir o kadar da acımasızı kraliçesi vardı.
Hiçbir zaman makamı mutluluğa tercih etmemişti.
Ne gelirdi ki elinden? Kendi istememişti kralla evlenmeyi, kral onu görmüştü bir kere. Eşsiz güzelliğine kaptırmıştı kendini, ya onun olacaktı güzel Hersofistion ya da tüm köyünü yok edecekti kral. İşte o gün bir karar vermişti güzel kadın, intikamını alacaktı. Seçtiği her canın bedeli uğruna bin bedel ödetecekti onlara.
Haftasına düğünleri olmuştu, krallık son kez büyük bir şenliklerle neşelenmiş ve son kez aydınlık görmüştü insanları. Seçtiği seçim Hersofistion'ı bam başka biri yapmıştı. O gece ruhunu şeytana satmıştı, yaptığı iyiliğin karşılığını almıştı. Kral daha ona sahip dahi olmadan kalbini söküp almıştı kadın. Yere damlayan her kan damlası ile lanetlemişti zavallı halkı ve o günden bu yana sessizlik hüküm sürmüştü o krallıkta. Her kim konuşursa kaçınılmaz bir azap beklerdi onları.
Kraliçe bir seçim yapmıştı işte, yaptığı şeyi iyilik sanırken mahvetmişti bütün herşeyi.
SHIELD üstü de böyleydi işte. Yaptığı şeyleri iyilik sanırlardı, insanların hayatlarını mahveder ve onlardan sesiz olmalarını isterlerdi. Sesiz olmayan her ajan bunun karşılığını canı ile öderdi.
Camilla Radford... Ailesinin ne kadar büyük çığlıklar atığını bilmeyen zavallı kız. Hayatın çıkmaz girdapları onu bir oraya bir buraya sürüklerken çarptığı kayalar ile dahada dibe batan zavallı kız.
Kader değişkendir, her ne kadar bir girdap olsa da onun kaderi bir başkasının kaderi onun gemisiydi.
Uçsuz bucaksız okyanusta kaybolan bir kaptan nasıl olursa bulurdu onu? Nasıl olursa tüm çığlıkların içinden çekip alırdı onu? Tesadüf müydü bu? Hayır, hayır bu tesadüf olamayacak kadar düzenli planlananmış bir kurguydu. Tanrı işini bilirdi.
Gözlerini açtığında ilk önce nerde olduğunu anlayamamıştı kız. Sonra yavaş yavaş parçalar yerine oturmuştu.
İki küçük kız çocuğu oyun kumunda oturmuş bir yandan kumdan kale yapıyor bir yandan da birbirlerine kum fırlatarak eğleniyorlardı. Terlemişti küçük Camilla, arkaya doğru ittirdi gür siyah saçlarını ve önündeki kuzenine doğru uzattı küçük ellerini. Ne yazık ki dengesini sağlayamadı küçük kız ve oyun kumunun başladığı demir köşeye düştü. Alnı köşeye girdiği anda çığlık kopardı Camilla. Kumdan kalesi ile ilgilenen minik güç topu Agnessa kuzenin çığlı ile ondada tarafa dönmüştü. Daha dört yaşında olmasına rağmen içinden bir parça kopmuştu minik kızın. Hızla kuzenine doğru atılmıştı bu sırada özenle yaptığı kumdan kalesi de yıkılmıştı Agnessa'nın, büyük kalbi bunu umursama dahi umursamadan ona sarmıştı ellerini. İki küçük kız. Birbirlerinin ilacıydı. Elini kuzeninin alnına koydu Nessa. Tüm kalbi ile dua etti Tanrı'ya. Tek istediği onu iyileştirmekti. Kana bulanan ellerini geri çekti kız, içe her şey burada başlamıştı. Radford ailesi ve Stark ordaydı. Onları izliyorlardı.
Küçük Camilla artık iyiydi, ama Agnessa onun için zayıf bedenini o an için feda etmişti.
William ve Sasha bunu hiç anlamamıştı. O an onların gözünde kızlarının kurtulması ve iyileşmesi değil de Agnessa'nın güçleri olması ile bulanmıştı. Hep nefret etmiştiler Agnessa dan.
Her zaman hayatının başlangıcı olarak sayardı bu anları Camilla ve bu anlar için her saniye nefret ederdi ailesinden.
Uyanmalıydı, açmalıydı gözlerini. Her gece bu rüyayı görmek uykudan nefret etmesini sağlıyordu genç kızın.
-4 Saat sonra Şehir Mezarlığı-
Tutuğu göz yaşları yüzünden süzülürken elini soğuk mezar taşında gezdirdi kız. Kar epey yoğun yağıyordu, Agnessa'nın mezarını beyaz bir çarşaf gibi sarmıştı kar, aynı bir melek görüntüsü veriyordu bu ona.
Eli ile bu sefer yazıların üzerini sildi Camilla.
"Söylesenize, değmez mi bir masum yürek için bile ölmek?"
Agnessa'nın meşhur sözü... Gülümseme belirdi o yaşlı yüzünün tenha köşelerinde.
"Biri ölmeli, bini yaşasın diye. Ama sen Agnessa, sen çok erken öldün. Buna hazır değildik güzelim. Sen gittiğinden beri hayat hiç de kolay değil. Sen herkesin neşe kaynağıydın Agnessa. Sen olmadan biz bir hiçiz. Son dört aydır hayatıma nasıl devam edeceğini düşünüyorum, ama her defasında sonunda kendimi seninle buluyorum.
Sana bir şey söylemeliyim Agnessa, ben sözümü tutamadım. Maximoff'a geri vermedim kolyeyi. Yanına gittiğimde orda değildi Nessa, gitmişti. Hiçbirimiz onlardan haber alamıyoruz. Ne olur benim için olmasa bile onun için geri gel. Şuan nerde, ne yapıyor bilmiyorum ama eminim seni çok özlüyor. Geri gel Agnessa. Sana ihtiyacımız var."
#
Ayın pürüzsüz yüzeyinde adımları yer bulurken kirli sakalını okşadı adam ve karşısındaki aciz dünyaya baktı. Kaosu andıran gri gözleri bir süre daha orada gezindikten sonra düşünceleri üzerine gülümsedi.
Minik kıza burada evlilik teklifi etmişti ama o mink dediği kız tüm cesareti ile onu reddetmişti. Şimdi ise kendi benciliği ile onu taçlandırmasının acısını çekiyordu ruhsuz kalbinde.
Büyülü nefesini ile bir armağan gibi üfledi dünyanın üzerine adam. Birer birer parlak ışıklar yanmaya başladığında ellerini uzayın derinliğinde salladı ve küçük portalından Pietro Maximoff'u inceledi. Kalbinin derinliklerinde yatan saplantılı sevgisi bu adamda saf bir hal almıştı ve o da en az kendisi gibi onu geri getirmenin yollarını arıyordu ama genç adam parlak ışıklardan milyonarca kilometre uzaktaydı.
Bir çok söylentinin artması ile beraber onun da merakı kabarmış ve Gelecek Kahinlerini araştırmaya başlamıştı. Bulmuştu da, ona bahşedilmeyen güçler bu kahinlerde vücut bulmuştu. Maximoff da onların peşindeydi ama hedefine ulaşamayacak kadar kör bir adamdı o. Bu yüzden de ona ihtiyaçları vardı. Varlığından haberleri dahi olmayan Dimitri Prinslow'a. Biricik sevgilisinin hiç bilmediği ortağına.
İkizini ikna etme çabaları Maximoff'u daha olağan üstü bir aşık yapıyordu. Onun için imkansız diye bir şey yoktu. İnandığı şey önünde hiçbir şey duramazdı.
Dimitri bunu gördükçe kendinden dahada utanıyordu. Bunu düzeltmeliydi, her na pahasına olursa olsun pes etmeyecekti ve pes etmeyecek olan Maximoff'a ihtiyacı vardı.
Havada elini gezdirmesi ile yok olan portalın gerisinde kalan uzay boşluğunda gezdirdi gözlerini.
"Kaçmaktan çok hoşlanıyorsun Death ama deni bulacağım. Kahinlerin bana yol gösterecek güzelim."
####
Mila, aradan saatler geçmesine rağmen yatağından kalkmamıştı. Pietro ve Nessa'yı düşünüyordu. Genç adam Agnessa'nın cenazesinde bir enkaz gibiydi. Çok sevmiş olmalıydı Nessa'yı, hala da seviyordu. Vedalaşmadan, ufak bir not bırakarak gitmişlerdi o ve ikizi üssten.Mavi gözleri bir an komodininin üzerindeki çerçeveye kaydı. Nessa ve o, resim çekilirken üç yaşındalardı. Sıkıca sarılmış kameraya eksik dişleriyle beraber gülümsüyorlardı. Mila gülümsedi ve sağ yanağından bir damla yaş süzüldü, bu aralar ne kadar da fazla ağlıyordu?
Yatağından kalktı, vücudu iyice hamlamıştı. Üzerine bir eşofman takımı geçirdikten sonra saçlarını düzgün bir topuz yaptı. Biraz antrenman yapmalı ve formuna geri dönmeliydi. Bir kimyager olması-
Kimyager. Tabii, ya! Onu eksik hissettiren şeylerden bir tanesi de buydu. Labaratuvarından uzakta kalmak. Eşofmanlarının üzerinde olduğunu umursamadan çocuksu bir heyecanla üzerine beyaz bir önlük geçirdi.
Patlamalarını özlemişti.
***
Bucky Mila'ya anlam veremiyordu. Kız bir an iyi, bir an kötü oluyordu. Bucky ne zaman ona baksa kırgın, mavi gözlü bir kız çocuğu görür gibi oluyordu. Bazen de Nessa'yı görür gibi. Bu onu mutlu eden bir durum değildi genellikle, ama kızın etrafında olmayı seviyordu.Hele de labaratuvarlardan birini patlattığında.
Patlama sesini işittikten sonra otomatik olarak yangın alarmı da çalınca odasından bir hışımla çıkmış, koşarak seslerin geldiği laboratuvara gitmişti. Karşısında elinde alt tarafı kırılmış bir cam şişe, kapkara bir yüzle Mila ve onun kahkalarını bulmuştu. Kızın hali o kadar komikti ki dudaklarından kendi melodik kahkahası dökülmüş, kızı odasına götürene kadar da gülmüştü.
"Tamam, fosil. Kırıcı olmadan sus." Kız ciddi görünmeye çalışıp yeniden güldüğünde Bucky sırıtmıştı.
"Frado lütfen bana yüzüğü korurken onu patladığını söyleme."
"Ha ha, sen bilir miydin Frado'nun kim olduğunu yaşlı adam."
"Bana bak, hala yirmi dördüm. Hiç yaşlanmış gibi gözüküyor muyum?"
"Aradan geçen yetmiş yılı saymasak evet hala yirmi dörtsün. O zamanlar ne vardı sahi? Howard Stark'ın uçamayan uçan arabaları mı?"
Tony patlama ile beraber koridora girmişti ve babasının ismini duyması onun dikkatini toplamıştı.
"Babamın adını azına alma Camilla."
Kız gözlerini onlara yaklaşmakta olan adam çevirdiğinde yüzünden nefretin arkasındaki alayı fark edebiliyordu.
"Yapma ama Stark, sem babandan nefret edersin."
"Senden etiğim kadar."
Kız bi siyah perçemini isli kulağının arkasına yerleştirdi ve karşısındaki adama gülümsedi.
"Benden nefret etmiyorsun Tony."
"Ah ediyorum."
Kız dahada neşelenerek ona yaklaştı ve parmaklarının ucunda yükselip isli ellerini onun yüzüne sürdü. Adam aniden gelen etkiyle irkilirken kızın ne yaptığını anlaması beş saniyesini almıştı. Açıkçası ondan bu tepkiyi beklemiyordu.
"Benden nefret etmiyorsun Tony. Eğer etseydin benimle muhatap olmazdın. Seni tanıyorum beni kandıramazsın. Ama biliyor musun bende seni özledim Demir Adam."
Adam isli yüzünün arkasındaki ciddiyeti sanki bir tozmuş gibi uçup gitmişti ve beyaz önlüğünü yerini siyaha bıraktığı kızı kendine çekip sarıldı.
"Bir daha bizi bırakmak gibi bir hataya düşme Camilla."
Kız aylar sonra mutlu olmuşçasına karşısındaki adama sarılıkken bu sefer gözleri değil kalbi dolmuştu. O Agnessa için ne kadar değerliyse onun içinde öyleydi. Babasından daha çok sevdiğini bile söyleyebilirdi.
Kız adamdan ayrılırken yüzündeki ifadeyi görmüştü. Nessa'nın cenazesindeki ifadeydi bu. Kafasını diğer tarafa çevirdiğinde yıkık dökük laboratuvarın kapısında duran Barnes onları izliyordu.
"Size bir şey demem gerek."
İkisi de pür dikkat kıza odaklanmıştı. Mila boğazını temizledi ve ellerini ovuşturup yerinde bir süre sallandı.
"Bakın bu size çok saçma gelecek farkındayım ama demliyim ki imkansız değil. Bundan yüz yıl öncesine baktığımızda senin teknolojin bir hayaldi Tony ama şimdi buradasın ve bu teknoloji de dünyaya hakim ya da mutantlar, onlar bizim daha üst ırkımız bunu kabul etmeliyiz. Yapamadığımız şeyleri yapıyorlar velhasıl ben demek istiyorum ki hepimiz acı çekiyoruz ama bunun için çabalamıyoruz. Neden?
Elimizde bu denli güç varken neden Agnessa için çaba sarf etmiyoruz?"
"Mila o öldü."
"Yetmiş yıl önce sev ve Steve de ölmüştü. Tamam belki sahte bir ölümdü ama sizin şuan burada olmanız da saçma. Dünyada bize yardım edecek bir çok kişi olacağından eminim. Hiçbir şeye bakmadan onun öldüğüne karar kılıyoruz. Neden? Acılarımızı bastırmak için mi? Uyanın artık onu geri getirebiliriz."
"Nerden başlayacağız?"
"Maximoffları bulmakla."Ehem ehemmm 😏 İç savaştan gelen yeni kesit şerefine bölüm atalım dedik😏
Bilin bakalım kimi geri getiriyoruz😏
ay çok heycanlıyızzzz
#TeamPessa
Pessa yı özleyenler 😏
bölüm hakkımdaki yorumlarınızı unutmayınnnn
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lost Time|| Lost Souls » 2
Science Fictionİntikamın soğuk rüzgarı demir gibi işlerken tenine, Geçmişin kanı bekler seni kalbin dönemecinde. Kum taneleri gibi süzülürsen acının dengesinde, Kötülüğün gölgesi yok eder seni tek bir gecede. **** Yok oluştan doğan başlangıç ne kadar temiz olabi...