....Çınar kaç yüz yıllıktı gövdesine kaç insan dizilirdi ve dalları denize doğru uzanıyordu , yalnızdı çınar yapraksız dalları gövdesi kadardı .Tarihin , zamanın , hatıraların derin izleri yatıyordu. Her zaman yaptığım gibi Çınar altı uğrak yerimdi , kendime bir yer seçtim oturdum , öğleden sonraydı zamanı dişlemeye başladım , güneşin ve poyrazın neşesi yerindeydi . Sahil kalabalık ve insanlar coşkuluydu , çocuklar her zamanki gibi hayatın anlamı , rengi , tadı , tuzuydu her biri cennet kokulu . Balıkçı sandalları yan yana dizilmiş , sahile çekilmişler denize bin özlem duyuyorlar , can sıkıntılarını hissediyorum içimdeki yalnızlığı paylaştım onlarla . Ne zaman buraya gelsem , elimi uzatacak kadar yakın boğazın , maviş serinliğine bırakırım kendimi . Bir masa boş sandalye suya yakın bir yer bulup oturmuş olmak dünyanın en güzel yeri olurdu benim için , deniz dalga dalga yakınlaşıp uzaklaşıyordu bir müddet sonra kendime geliyordum , bu mavi rengin oyunlarına kendimi kaptırarak oyalanıyordum.Hiç bilmediğim acılarla karşılaştım suyun dalgaları ve fısıltıları sayesinde , kendimle yüzleştim güneşe rağmen üşüyen ruhumu fark ettim.Çınar öylece sessiz ve antika eşya gibi devasa gövdesiyle bize bakıyordu , dalları yapraklanmış gölgesi bütün alanı kaplıyordu.İnsana mutluluk veren yemyeşil duruşu ve akşam kuşlarının cıvıldaşmaları çok etkileyici gelir bana.Düşündüm bir an , ne tuhaf değil mi ? güz ve baharda çınarın geçirdiği değişim , aynı gövdenin iki yüzü , tıpkı aynı insanda iki farklı duygu ve davranışlar gibi .Dünyaya gelen insanın ilk yılları gençlik ve yetişkinlik ve yaşlılık ve veda anı , tüm serüven ağaçlar için de geçerli , çınarın hikayesi de uzun ömürlü insanlar gibidir . Çınar zamana ve insanlara şahitlik eden bilge bir varlıktır adeta , arada bir gözlerimi çınara kaydırıyorum , okumaya çalıştığımı ve onu toprağa diken ilk elin ve çevresindeki insanların hikayelerini düşünmeye başladım . Daha doğrusu zamanda yolculuğa çıktım , gerçekten tarihsel ses ve renkleriyle oturduğum mekanı hissediyordum.Burada bu çınar altına her gelişimde kendimden geçiyorum , rahat durmuyor hayal gücüm.Görür gibiyim bütün yüz ifadelerini, sesleri ve hikayeleri ile kaç yüzyıllık insanların gündeliklerini . Neyse ki hantal bir gemi boğaza girmiş ağır ağır yol alıyordu,herkesin dikkatini çeken şeyin benim de dikkatimi çekmesine izin verip hayallerimden uyandım ve denizin müthiş kaldırma gücünü hacmini bu muazzam deryayı hayranlıkla seyre koyuldum , keşke Zehra ile oturuyor olsaydık şimdi ...
(İKİ HAFTA ÖNCESİ)
Bugün Zehra'ya rastladım , daha doğrusu o bana rastladı , görmüş-tanımış-beni , yan yana duran iki otobüsten her birinde oluşumuz bu karşılaşmayı güzelleştiriyordu.Zehra gitmekten vazgeçerek otobüsten inmiş benim olduğum otobüse binmiş.Hiç tereddüt etmeden bunu gerçekleştirmiş olmasından ona karşı duyduğum sevgiyi katlamıştı.Zehra'nın bana yaptığı bu ikinci güzel sürprizdi.Yine böyle bir yaz günü durakta bekleyen beni karşı cadde de görüp,bir ikindi sonrası selamı ile karşıma gelmişti,ah öyle mutlu etti ki beni.Gülümsemesi ne güzeldi ,bu kadar mı yakışırdı bir yüze gülümsemek,ruhuma huzur katıyor hayata bağlılığımı kuvvetlendiriyordu.Zehra'nın karşıma çıktığı günlerde canım çok sıkkındı,kararsızdım,çaresizdim,yalnızdım ve bir can dosta,konuşacak birine ihtiyacım vardı,meğer zehra'nın da aynı duyguları varmış bunları birbirimize dürüstçe açıkladığımızda iki sevgiliden farksız bakıştık.Hayat böyle işte, en kopacağınız zaman bir yerlerden bir güzellik size koşuyor.Zehra,yıllar önce çok kısa süren bir arkadaşlık sürecinde farklı iş meslek tercihlerimizden ayrı şehirlere düşmüştük.Aradan geçen zaman bizi unutturmamış görür görmez tanımıştık ve nasıl da kaynaşmıştık.İşte bu ikinci karşılaşma ile kaybettiğimiz dünyaları bulmşcasına sımsıkı sarıldık birbirimize.İstanbul'a karıştık sonra,ah bilmiyorum işte seni nasıl seveceğimi bilmiyorum,sadece sevdiğimi çok iyi biliyorum, bunu söylemeye gelince ifade edemiyorum ancak yazmayı yapabiliyordum.Daha sonraki günlerde sık sık buluşur olduk,beyazıd meydanı ve güvercinler öyle alıştılar ki ikimize her birine isimler verdik,Zehra ve güvercinler en güzel fotoğrafım oldu.Her yer mavi,rüyalarım mavi ve her günüm mutlu,Zehra ile başlayan baharım devam ediyordu,bir gün bana bir şiirimi gösterdi,onu bir fotoğrafın üzerine yazdırmış öyle heyecan yaptı ki bende,duygularımı saklayamadım sımsıkı olmuştuk.İstanbul'da erguvan ağaçları açmış görülmemeiş güzellikler dağıtıyordu,duyguların aşka dönüşmesi kaçınılmazdı.Erguvan ağaçlarının olduğu sokakları konuşmaya başladık ve tanıdığımız mekanlara gitmeye karar verdik.Zehra ile orada bir fotoğraf çektirdik, bu sevgiyi beraberliğimizi bu güzel karşılaşmamızı kayıt altına almıştık artık.Vedalaşmak kolay olmadı,gün çabuk bitmiş akşamın alaca karanlığında kaybolmaya başlamıştı.Son zamanlarda içimde burukluk ve korkuya açılan endişeler geziniyordu.Beklenmedik gelişmeler ve kararsızlıklar yüzünden güzel başlayan ve devam eden beraberliğimiz zor günler içine girmişti.Sık sık erguvan ağaçlarına derdimi açıyordum,Zehra ile tanıştığımızın her yıl dönümlerinde,bu güzel pembe açık mor kokulu dalların hayat öpücüklerine kendimi bırakıyordum.Mutluluklar mutsuzluklarım oluyordu Zehra'dan sonra çok şey değişmişti,mutluluk şiirleri o günden sonra hiç yazamadım ben.
...Zehra'yı kaybedeli gözlerim görmedi hiçbir gözü,ne de ruhum bir aşk daha yaşamadı.Çınar ve yalnızlığı bana bu kadar benzeyişi yüzünden sık sık buraya gelir öncesi ve sonrasına ait düşlerimi,yaşanmışlıkları bir bir boğazın serin gizemli maviliklerine bırakırım.Dilimden ve gönlümden Zehra ismi hiç çıkmadı bende.
14.03.2013MUSTAFA KAYA
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kendime Mektuplar
Short StoryGiderek metropolleşen güzel şehirlerimiz, insanı ve her birimizi yalnızlaştırmakta, bizleri bulunmaz canavarlara dönüştürdüğünü acıyla hissettirmekte. Oysa şehirlerimizin, insanı mutlu etmek, huzur ve güvende yaşatmak için inşa edilmiş olmaları gere...