Vakit sabah saatlerini gösterdiğinde Gül, tıkırtı sesleriyle uyandı. Başını zorla yataktan kaldırıp yanındaki saate baktığında 11:15 olduğunu gördü. Gözleri irice açıp hayret etti. Şimdiye kadar annesinin, bu kadar çok uyumasına izin verdiği görülmüş şey değildi. Bu durumu ağabeyinin dün akşamki sözlerine verdi. Kuş gibi hafif bedenini sıcacık yatağına bırakıp kedi gibi sağa sola kıvrıldı ve kollarını iki yana açıp gerindi.
"Umurumda bile değilsin. Şimdi dayılanıyorsun ya akşama göreceksin sen!" diye mırıldandı. Uykusu yavaş yavaş dağılmaya başladığında tekrar yataktan kalktı ve gardırobuna yöneldi. Ağustos ayının sonlarında oldukları için hava çok sıcaktı. O yüzden dolabından üzerinde yöresel motiftlerin bulunduğu pazen kumaştan askılı bir elbise alıp giydi. İnce ve bol olan elbise sıcak yaz günlerindeki kurtarıcısı gibiydi. Elbisenin içinde kalan saçlarını çıkarıp kalçalarına kadar inmesini sağladı ve belindeki ince siyah kemeri bağlayıp fiyonk şeklini verdi. Bugün her açıdan kötü geçecek olsa da dün geceden beri içinde tuhaf bir huzur vardı. Bu huzuru ağabeyi gibi bir beladan kurtulmasına yorup kilitli kapıya yaklaştı. Dışarıdan duyulabilecek kadar sertçe kapıyı tıklattı ve bir süre bekledi birinin gelmesi için.
Bir dakikadır beklemesine rağmen gelen giden yoktu. Tekrar tıklattı. Ama saniyeler sonra durumun değişmediğini anlayınca yumruk yaptığı ellerini kapıya vurmaya başladı.
"Anne! Açın şu kapıyı. Anne!" Biraz daha beklediğinde birinin kapının önünde durup kapı kilidini kurcaladığını duydu. Kapı aralandığı vakit geri çekildi ve gelenin kim olduğuna baktı.
"Hayırdır bu vakitte uyanır mıydın sen?" dedi karşısında dikilen ağabeyine. Onu daha dikkatli incelediğinde jilet gibi giyinmiş olduğunu gördü. Saçlarını şekillendirmiş, uzun zaman sonra sakal tıraşı olmuştu. Bu kadar özenti ya müstakbel damadı (!) ve ailesi yakında geleceği içindi ya da... "Ne o Şerife için mi yoksa bu hazırlıklar?" diye sordu sırıtarak. Şerife Arif'in arızalı ablasıydı. Yıllar önce eşini boşayıp orta yaş bunalımına girmiş herkesçe ömür törpüsü olarak bilinen bir kadındı. Artık zamanında kocasına ne yaptıysa yüklü bir tazminat ve hatırı sayılır bir nafaka almıştı. Paragöz ağabeyi onunla evlenirse kesin köşeyi dönerdi. Ama azıcık aklı varsa evlenirdi. Çevrede yakışıklılığı sayesinde bir ünü vardı. 'Yüzünün güzelliği kadar karakteri de güzel olsaydı keşke' diye düşündü Gül.
"Şimdi çarpacam ha! Allah yazdıysa bozsun. Başka insan mı kalmadı bakacak?" Aslında bakarsa kalmamıştı. Civardaki kızların birçoğu akıllıydı. Yüzü güzel olup işsiz olacağına evine ekmek getiren sorumlu erkeklere bakıyorlardı. Yani ağabeyine değil.
"Valla sana bakacaklarını sanmam. Ya aklı kıtın birini alacaksın gelin diye ya da Şerife gibilerini..." Ağabeyine yandan bakıp dudaklarını büzdü Gül. "Şimdi düşündüm de Şerife'de bile senin gibi at hırsızına para yedirecek göz yok," dedi kapıda izbandut gibi dikilen ağabeyinin yanından geçerken.
Lavaboya gidip elini yüzünü yıkadı ve saçlarını bir kez daha inceleyip üstünü düzelttikten sonra mutfağa geçti.
Annesinin yanına gidip içten bir gülümseme eşliğinde onu izledi. Bu akşam kaçacaktı kaçmasına ama planları tutup işleri rayına koyana kadar nasıl dayanacaktı annesinin hasretine? Yüzündeki gülümseme solup yerini endişeye bırakırken dolaptan kahvaltılıkları çıkarıp masaya yerleştirmeye başladı. Tazecik köy ekmeğine annesinin özenle hazırladığı domates sosunu sürdü ve afiyetle yemeye başladı. Aldığı nefiay tattan gözleri kısılırken ağabeyinin gelip gelmediğini kontrol etmek için murfak kapısına baktı ve fısıltıyla konuşmaya başladı.
"Ya anne, senin soslardan iki kavanoz koysak ya valize? Ben dayanamam oralarda bunlar olmadan," dedi üzüntüyle. Buradan ayrılmak ona her açıdan kötü gelecekti. Ağabeyine ve onun kıt aklına tekrar kızdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Benim Gelinim
Romantizm~Aşk, komedi türünün en absürd prodüksiyonudur.~ Diğer renklerden yoksun pembe aşk hikayelerini unutun! Aşk gülüşüyle gözyaşıyla güzeldir. Öfkesiyle çirkin, Arzusuyla tehlikeli olduğu gibi. Levent ve Gül de bundan nasibini almıştı. Öyle ki şimdiye k...