~Emsal-i Sevi~

133 13 10
                                    

1853'lü yıllarında sabahın 7'sinde köşedeki fırıncının taze ekmekleri kokutmuştu boş sokağı. Bu kokuyu duyan insanların bir kısmı çoktan kapının önünde ekmek kuyruğu oluşturmuş, kimileri ahşap pencerelerinden yeni uyandığını belli edercesine mahmur gözleriyle sokağı süzüyordu. Tüm bu usulca halledilen işlerin arasından hızlı bir kapı çarpması ve yüksek ökçeli ayakkabısını yere vura vura hızla koşan Sevi duyuldu. Muhtemelen yine bir usulsüzlük etmiş hanımından kaçıyordu. Kimileri alışkın oldukları bu görüntüye dudakları kıvrılarak bakarken kimileri yine huysuz suratıyla çıkardığı seslere kaşlarını çatıyordu. Sevi evden biraz uzaklaşınca adımlarını dindirdi ve yan sokaktan sesi gelen gazeteci çocuğa ilerledi. 10 kuruş uzatarak söylendi.

"Şu İbrahim Efendi'nin gazetesinden ver bakalım." Çocuk mutluca başını sallayarak uzattı. Sevi gazeteyi alır almaz 5 kuruş para üstüyle fırına yöneldi. Sıraya bile girmeden fırıncının çırağı Mustafa'ya dönerek konuştu.

"Hey Mustafa! Acelem var bana bir ekmek sar bakalım." Kimi insanlar bu haline kızgınlıkla söylenmeye başlamışken 3. sıradaki Ali Amca'nın dişleri gözükmeye başlamıştı.

"Seni deli kız yine ne yaptında kızdırdın Makbule Hanımı?"

"Vallaha bu sefer günahsızım Ali Amca. Testileri yıkıyorken dürttü belimden. Huylandım da tutamadım testiyi. Diğerlerinin de üzerine düşünce kırılıverdi hepsi. Yine de ben suçlu oldum. Adi testi alırlarsa kırılır tabi." Ali Amca uzunca gülümsedi. Başını sallayarak konuştu.

"Aman kızım çok ses ederlerse gel ben ödeyiveririm hepsini. Şuncacık testiden neye lazım kalp kırmak!"

"Orada duracaksın işte bey amca. Utanırım yine de istemem senden para. Sen beni dinlesen yetiyor zaten bana. Ben hallederim hele sen merakta kalma."

"Ona ne şüphe!" Sevi, Ali Amcanın son sözüne gülerek ekmeği kaptığı gibi eve koşturdu. Dizinin altında olan kadife kumaştan bordo eteğini tutarken karşı evden çıkan Ömer'i gördüğü gibi kalakaldı. Ömer mahallenin mektep bitirmiş, gücü kuvveti yerinde delikanlısıydı. Kasabada muallimlik eder, boş zamanlarında yazdıklarını İbrahim Efendiye okuturdu. İbrahim Efendi beğendiklerini Tercüman-ı Ahval gazetesine koyar, okunulması için çabalardı. Sevi ise Ömerin yazdıklarını tek tek okur, bu delikanlıya hayran kalırdı. Henüz 24 yaşında ve bekar olan Ömer tüm Efendilerin dikkatini çekerdi ve kızlarını Ömer'e vermek için uğraşırlardı. Tabiki sıra Sevi'ye kalmazdı. Onların eve gelse bile Ahmet Efendi'nin kızı Hatice varken bir köleye damat düşmezdi. Ömer, Sevi'yi farkedince gülümseyerek konuşmaya başladı.

"Nasılsın Sevi? Mektebe gelmeyi düşünüyor musun?"

"İyiyim Ömer. Gelmeyi çok arzu ederim fakat efendinin göndereceğini ummuyorum."

"Gerekirse konuşurum Ahmet Efendiyle. Sen gelirsen pekte iyi olur. Hem talebelere örnek olursun hem de yeni şeyler öğrenirsin."

"Çok isterim Ömer. Hatta senin gibi yazmak bile geçti hayalimden. Hoş 20 yaşına kadar zorla öğrendim okumayı beceremem ama en azından yeni bir şeyler öğrenmek pek güzel olur benim için." Kara gözleri parlaya parlaya kurduğu bu cümle üzerine Ömer memnunca gülümsedi. Kafasını sallayarak konuştu.

"Bu öğle bi ziyaret edeceğim Ahmet Efendiyi. Hadi sen git de Makbule Hanım üzerine varmasın." Sevi, Ömer'in hatırlattığı bu şeyle panik dalgası içinde boğulurken hızla eve koşturdu ve zorla çıkardığı sesiyle bağırdı.

"Görüşürüz Ömer!" Ardından Ömer'in kahkasını ve görüşürüz diye seslenişini işitti. Eve vardığında sofrada olan ev halkına katıldı ve gazeteyi Ahmet Efendinin önüne koydu. Makbule hanım söylenmeye başladı.

"Nerede kaldın sen? Ekmeksiz kahvaltı ediyoruz burada."

"Ekmek sırası işte Hanımım." Makbule Hanım bir de Sevi'nin sırıtarak cevap vermesi üzerine bakışlarını Ahmet Efendi'ye çevirdi ve söylenmeye devam etti.

"En edepsizini de bulup getirdin ya daha ne diyeyim sana? Şuna bak bide arsızca sırıtıyor. Sabahta testileri kırdı zaten."

"Belimden dürttünüzde huylandım, tutamadım." Sevi'nin serzenişte bulunmasına Makbule Hanım hariç herkes güldü. Makbule Hanım kendi kendine söylenmeye devam ederken kahvaltı bitmiş. Sevi sofrayı toparlamış, bulaşıkları halletmişti. Heyecanla öğle olmasını beklerken Ahmet Efendinin okuduğu gazeteyi masanın köşesinden kapıp, Ömer birşey yazmış mı diye inceledi. Ömer'e ait sadece köşedeki bir yazı bulabildi.

"Vatan için uyanmak lazım en kısa zamanda,
Vatan hapis olacak yoksa bize bu handa." Gülümsedi sanki onun ağzından birebir duymuş gibi. Saat öğleyi bulunca kapı çaldı ve Sevi kapıya koştu. Karşında Ömer'i görmesiyle heyecanlandı ve gülümsedi. Ömer Sevi'ye karşılık vererek gülümsedi ve içeri geçti. Sevi bu sırada odasına çıkmış merakla sonucu bekliyordu. Daha sonra dayanamayacağını anlayarak kapıdan dinlemeye başladı. Ahmet Efendinin sesi duyuldu.

"Nerede görülmüş bir kölenin mektebe gittiği. Ben evime işçi diye aldım onu evlat diye değil. Okutamam onu burda evin işini yapması benim için yeterlidir. Ve ben kölemi mektebe yollamıyorum." Ardından Ömerin sert sesi duyuldu.

"Öyleyse onu bana satın!"

Merhaba arkadaşlar bu yeni hikayem umarım konusunu beğenirsiniz. Destek bekliyorum.

EMSAL-İ SEVİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin